Yataktan başka hiçbir şeyin olmadığı küçük bir odada uyandı. Üzerinde bembeyaz bir çarşaf vardı. Bir an için “Acaba öldüm mü?” diye düşündü. Ama az sonra kapı açılıp içeriye hasta bakıcı girince ruh ve sinir hastalıkları hastanesinin tek kişilik koğuşunda yatan bir hasta olduğunu hatırladı.
İçinden “Her şey o lanet gün defterimden o uğursuz yaprakları koparmamla başladı.” diye geçirdi.
Sadece güzel bir bahçeye sahip olmak istemişti. Niyeti dünya denilen çöplüğe biraz güzellik katmaktı. Bahçesindeki ağaçlardan meyve toplasın, kuşlar dallarına yuva yapsın ve çiçekler açsın istemişti. Bütün bunları gerçekleştirmek için yazmaktan arta kalan tüm zamanını bahçesine ayırdı. Önce dikenleri ve ayrıkotlarını temizledi, sonra toprağı havalandırmak için çapalamaya başladı. Hiç beklemedikleri anda onun çapasıyla karşılaşan salyangozlar bundan hiç memnun
olmadılar. Şanslıydılar ki dünyayı dışarıda bırakıp içine çekilebilecekleri bir kabukları vardı. Duvarın kenarına hanımelini büyük bir hevesle dikti. Sonraki günlerde bahçesine bir kiraz bir de erik fidanı dikti, ortanca ve güller ekti. Yazıyor, bahçesini suluyor, kazıyor, gübreliyor, bekliyor, bekliyor, bekliyordu. Çiçekler açmadan kurumuş, fidanlar ise uzasa da birer kuru sopa gibi duruyorlardı. Hayalindeki cennet bahçesi “Cehennemde Bir Mevsimi” andırıyordu. Bir sabah penceresinin yanındaki masada yazmaya çalışırken gözü yine bahçeye takıldı. Bahçenin hâline sinirlenip kopardığı yaprağı bahçeye fırlattı ve defter yaprağı fidana takılı kaldı. O günden sonra öykülerini yazdığı defterin sayfalarını yırtarak kuru dallara tutturmaya, toprağa ekmeye başladı. Madem bahçıvanlıktan anlamıyordu işte onun çiçekleri de meyveleri de bunlar olacaktı ve bahçesini böyle güzelleştirecekti. İlk öyküsünü ağaca astığı günün gecesinde nereden geldiği belirsiz kara bulutlar Ay’ı tutup götürdüler. Etraf zifiri karanlık oldu. İkinci öykü dala asıldıktan sonra tam kapısının önünde bir araba, bisikletli bir çocuğu ezdi. Çocuğun eli kopmuştu. Büyük bir kalabalık bir anda çocuğun etrafına toplandı. Kana ve vahşete aç bu vampirler için her zaman denk gelmeyen bir seyirlikti. Üçüncü öykü daldaki yerini bulunca zengin ve kibar bir hanım ile beyefendinin sahip olduğu karşı ev silahla tarandı. Ev sahiplerinin misafirleri vardı ve son akşam yemeği sofrada öylece kaldı, biraz kanlı. Yazıp astığı öykülerde geçen bölümler ertesi gün gerçek oluyordu. Bahçesine âdeta “Kötülük Çiçekleri” ekiyordu. Bunu fark edince yazdıklarına dikkat etmeye daha doğrusu gerçekleşmesini istediği şeyleri yazmaya karar verdi. Bu sefer öyküsünde kendisine geri dönmesini istediği gözleri yaz göğü rengi sevgilisinin gelişini yazdı ve büyük bir heyecanla dala astı. Ertesi gün şu kapıdan çıkıp gelecekti. Saati karşısına alıp beklemeye başladı fakat yirmi dört saat geçti gelmedi, kırk sekiz saat oldu gelmedi. Saatin hesabını şaşırdı; gelmedi. Sonunda öfkeyle saati alıp bahçeye fırlattı. Saat orada ne kadar durdu bilinmez ama sonunda eriyip toprağa karıştı. Zaman gerçekten su gibi aktı. Mavi gözlü sevgili gelmedi. “Yaz ortasında boğulan denizci gibi suda” o da boğuldu bir çift mavi gözü bekleme umudunda. Bahçesi kâğıtlardan geçilmiyordu. Bunları bahçeye attığı ve dallara astığı yetmiyormuş gibi bir de sulamaya başladı. İşte tam böyle bir anda bahçe kapısı açıldı, gelenler onu alıp buraya
kapattılar. Viran olan bahçe şimdi sahipsiz de kaldı.
*Cehennemde Bir Mevsim- Arthur Rimbaud
**Kötülük Çiçekleri- Charles Baudelaire
***Elsa’nın Gözleri- Louis Aragon