Yarası beresi var.
Herkes onu acımasız biliyor, oysa O, oldukça ürkek. Gücü, mizah anlayışından geliyor. Bunu kendi bile bilmiyor.
Norveçli yazarın dediği gibi; “Hassasiyet ve azim hiç kolay bir kombinasyon değil.”
Hem güçlü, hem ürkek hissetmek de öyle!
İnsanları kendileriyle yüzleştirmeyi seviyor.
Ömrünü buna adamış; kendiyle yüzleşmeye.
Elleri yara bere içinde.
Çelişkileri kadife bir yastık gibi, bayılıyor o yastığa sarılıp uyumaya. Kadife yastığına sarılıp uyuduğunda. . . .
İyilik sağlık!
Kendinin yetenekli olduğunu düşünmüyor. Yeteneksiz olduğunu da düşünmüyor. İnsanların kendi ile ilgili olumsuz görüşlerine kolayca inanıyor, ama özünde, ta dipte bir yerde herkes gibi gerçeği biliyor; olayların nasıl gerçekleştiğini, çoğu şeylerin öyle olması gerektiğini, her iki tarafın o dereye su taşıdığını biliyor, her hikâyenin iki tarafı olduğunu biliyor, akıllı insanların çok yönlü düşündüğünü biliyor ve egosuyla hareket edenlere bir şey açıklama gereği duymuyor.
Göze alıyor. Savunmuyor.
Hakkında ne düşünürlerse düşünsünler. . .
Aklını öne alarak hareket edenlerin sağ duyusuna bırakıyor kendini. Diğerlerine anlatamazsın zaten.
Uğraşmıyor.
Azalıyor.
Hayat iyiye gidiyor.
Azaldıkça çoğalır, diye düşünüyor.
Sahici az’dır. Gösteriş; çok!
Sanatı düşünüyor. Sanatçıları. Her sanat dalını sevmiyor. Anlamış gibi yapmıyor.
Mış- gibi yapmıyor.
Bir sevgilisi var. Kedisi var. Sevdiği bir şehir var. Sevdiği bir yazar var. Sevdiği bir rakip yok. Rakip olmayı bilmediklerini düşünüyor. Onlar sadece yok etmeye çalışıyor. Rakip dediğin hırslandıkça kötüleşmez; Üretir. Öykünür. Saçmalar. Gülümser.
M. Frisch ‘in bir cümlesini düşünüyor.
“Hayatta ilerlemiş biri sahici bir dostluk yürütebilir.”
O bu ara Seneca ile flört ediyor;
“Hiçbir şey, akla göre değil başkalarına benzemek için yaşamak kadar büyük kötülüklere sevk etmez.
Ve insani durumlar, çoğunluğun daha iyi şeyleri tercih edeceği kadar iyi işlemiyor!”
Düşünürleri ve edebiyatçıları seviyor. Onlardan besleniyor. Seneca’nın ne kadar büyük bir düşünür olduğunu düşünüyor;
“Hakikatin en kötü yorumcusu olan avamın neyi onayladığını değil, ebedi mutluluğa nasıl erişebileceğimizi araştıralım.”
Umutsuzluğa kapılıyor. Umutsuzluğa çok sık kapılıyor. İnsanların sadece şikayet ettiğini ama şikayet ettikleri şeyin etrafından bir adım dışarı çıkamadıklarını gözlemliyor.
“Güvenli zannettiğiniz alanlarınız güvenli değillllll! Konfor alanlarınızı sakin adımlarla, iyi niyetli bir çaba ile terk edin!” diye bağırıyor, ve kötü olan yine O oluyor.
Herkes şikayet ettiği şeyleri seviyor, herkes memnun, herkes korkak ve yapışık. Şikayet etme duygusunu seviyorlar. Çünkü başka konuları yok. Üretmiyorlar.
O bu yapışıklıktan kopuyor ve acımasız biri olarak anılıyor.
Olsun.
Aslında O da korkak.
Korka korka cesaret ediyor.
Üretiyor.
“Sanat uzun hayat kısa!”
Umutlanıyor. Camı açıp hava alıyor. Havalanıyor. Fikirler uçuşuyor. Kadife perde kadife yastıklarına doğru havalanıyor. . . ağır ağır _ yavaştan
. . . fikirler uçuşuyor!
Size. . .
Uçuşuyor.
. . . yavaştan
Gülümsüyor.
Dostlarını ve rakiplerini önemsiyor. İkisi de onu bir yere taşıyacak çünkü.
İtse de çekse de!
Tutmasınlar yeter.
Sabit olanı sevmiyor.
Hiçbir şey sonsuza dek sürmez çünkü; dönüşür, biliyor!
Seneca’yı düşünüyor;
” Senin zavallı olduğunu düşünüyorum, çünkü hiçbir zaman zavallı olmadın.
Yaşamını rakibin olmaksızın geçirdin; ne yapabileceğini kimse bilmeyecek, kendin bile.”
Kadife perde ağırdan alarak uçuşuyor, mutlu azınlık üretiyor, iyi kalpler birbirine akıyor. . .
Azalırken çoğalıyor.
Kalabalık fazla geliyor.
Terk ediyor.
Kimse terk edilmekten hoşlanmaz. Düşmanlık görüyor.
Durumlara alışkın.
Perdeyi düşünüyor.
Gerisi sağ biz selamet. . .
Perde, dans ediyor.
Üretirken
Hafifliyor
Çünkü eylem umutsuzluğu, çünkü eylem kötülüğü, çünkü eylem çaresizliği bir şeye dönüştürüyor. . . el süremedikleri bir şeye. . .
sağlam bir şeye!
Kadife bir şeye;
herkes kadifeye dokunamaz çünkü.
Biliyor!
Sibel
Ekim ’22