AYLAK DERGİ

ISITMAYAN ELDİVEN

    ‘‘savaş bitince senin için taze incirler toplayacağım

      seninle kalacağım

      seninle okuyacağım

      ve seni güneşli hayranlığında öpeceğim

 eğer bulutlar izin verirse*’’

Mohammad Ebrahim Jafari

    Sabah ayazı, yağmurda ters dönen şemsiye, küsüp saklanan güneş, gri bir hava, buğulu otobüs camları, paçaya sıçrayan çamur, azalan kömür kokusu, artan doğal gaz faturası, dumanı tüten mis kokulu kestane, erkenden çöken karanlık, üşüyen eller, upuzun geceler… Ve bütün bunların müsebbibi ‘‘kış’’.

    Ancak üç sene sonra gelmeye cesaret edebildiğim bu evde, çabuk tükenmesin diye ekonomi modunda kullandığım enerjimi, bizden kalan eşyaları düzenleyip ayırmaya harcıyordum. Merhaba indirimden aldığım kırmızı kazağım, sana da merhaba çiçekli berem. Görüşmeyeli uzun zaman oldu. Dolabın dibinde kalmış tozlu siyah montum, demek sen de buradasın. Atsam mı temizletsem mi ikilemindeyken elimi montun kabarık duran cebine daldırdım. Hayır, içinden para çıkmadı. Dokununca içimi ürperten bir çift asker yeşili yün eldiven, üç kış öncesinden. Onu son gördüğüm günden. ‘‘Sevdiklerinizin kıymetini bilin; belki onları son görüşünüzdür’’ minvalindeki klişeler maalesef haklılar. Ama ne yapalım? Tamam da ne yapalım?

    Bütün sevdiklerimizi yanımızda tutmak isteyip de tutamayacağımızı bildiği için Tanrı içimize kalp koymuş, onları orada taşıyalım diye. Sonun son olduğunu bilmek mi iyidir bilmemek mi karar veremiyorum. Ama birini son kez gördüğümü derinlerde bir yerde hissediyorum. Duruşundan, bakışından, kalbin magmasına inen sancıdan.

    Vedalaşırken ‘‘Bir ay, sadece bir ay sonra yine görüşeceğiz, aldığım kitapları bitirmiş ol’’ diyordu. Ellerimi tutuyordu, ellerim yine çok soğuktu. Sarılıp ayrıldık. Cebimdeki eldivenleri otobüste fark etmiştim, ne ara koymuş anlamamış, gülümsemiştim. Sonra çok şey olup bitiyor, bu dram filmini bilmem hangi zalim yönetiyor? Bu mont cebimdeki eldivenlerle terk edilmiş bir evin dolabına tıkıştırılıyor. Çıkarıp pencereden aşağıya atsam diyorum ama ben bir eldiveni bile bırakamam, biliyorum. Herkesin birtakım tuhaf takıntılarının olduğu bu açık hava tımarhanesi dünyada, benim en büyük takıntım bırakamamak; yarım bırakamamak.

Bardağımdaki soğumuş çayı, ilerlemeyen kitabı, kokusu içimi bayan parfümü, olayların bir türlü gelişmediği filmi illa da bırakmamak, tamamlamak.

    İnsanoğlunun bitmek bilmez dünya yorgunluğunun biricik nedeni de işte bu: tamamlama ve tamamlanma isteği. Sen bizi yarım bıraktın. Seni özledim ama özlemekten de öte bileğimdeki dövmede de yazığı üzere ‘‘tu me manques’’. ‘‘Bende eksiksin’’ ve dilimden artık kullanamayacağım için bir kelime eksilttin. ‘‘Baba!’’ Gittiğim her yerde ve bütün dillerde ısıtmayan bir çift eldivenle eksiğim. Fonda çalan Sezen’le ve her daim kederle. Oysaki biz seninle

‘‘Isınmıştık birlikte bu soğuk dünyada yıkıntılar arasında. **’’

                                                                                                               PINAR SARI COŞKUN

*Gri- Mohammad Ebrahim Jafari

**Acıtmışım Canını Sevdikçe- Sezen Aksu

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.