AYLAK DERGİ

ESKİCİ

[Deniz kıyısında dolaşmak çok eskide bir güzellik, 

çok eskidi bu güzellik, bir eskici güzelliği.]

Ferhan Şensoy

İzmir’e bir ay önce taşındım. On daireli Süzen Apartmanı’nın on birinci dairesindeyim. Apartmanın sahibi, arka bahçedeki kömürlüğü “Bu zamanda soba mı kaldı? Haybeye çürüyor burası yahu!” düşüncesiyle ev eylemiş. Salonu, yatak odasını ve mutfağı aynı odaya sıkıştırmış. Küçük olması, tek yaşadığım için dert değil. 

Bazı bazı evimin yolunu şaşırıyorum. Bunun için de evimin adresini defterime “Konak’a bağlı Kültür Mahallesi, 1438. Sokak. Sarı Vosvos’un olduğu sokak. Köşede Balkes Çay Ocağı var.” diye not ettim. Yeni yeni alışıyordum komşulara ve hiç alışık olmadığım durumlara… Mesela esnaflar; yüksek sesle birbirleriyle atışıyordu. Bu durum sokak sakinlerinden kimseyi rahatsız etmiyor, aksine herkese samimi geliyordu. Balkonundan veya penceresinden sohbete katılanlar bile oluyordu.

Ensiz ve uzun bir sokaktı burası… Sokaktaki birçok esnafla tanıştım. Köşede Muharrem Abi’nin Balkes Çay Ocağı, hemen karşısında eskici Metin Abi, onun sağında terzi Ramazan, solunda kunduracı Talip. Evimin solunda butik işi yapan Bahar, sağımda kadın kuaförü Nejla. Karşımda ise sahibini henüz tanımadığım doğal saç üzerine iş yapan bir yer vardı. Sokağın diğer köşesinde de farklı bir eskici, ritim aletleri satan bir yer ve kuru temizleme duruyordu. Onlarla tanışamadığım için isimlerini bilmiyordum. 

Sabahleyin çıktım evden. Muharrem Abi’nin çay ocağı küçük olduğundan sokağa istiflemek zorunda kaldığı ahşap masa ve taburelerden birine çöktüm. Bir çay ve karışık tost ısmarladım kendime… Köy ekmeğinden çok güzel tost yapıyordu. Bir ayda bağımlısı olmuştum. Kahvaltımı yaptıktan sonra Kordon’a gittim. İmbat çok güzel esiyordu. Bütün gün aylak dolaştım. İş bulmam gerekiyordu fakat şimdilik öyle bir hevesim yoktu. İzmir’i arşınlamak daha ağır basıyordu. Bir süreliğine idare edecek birikmiş param da vardı aslında. Yine de iş ilanlarına göz gezdirerek akşam ettim günü. Eve dönerken bir iki kez sokağı karıştırdım, sonunda buldum doğrusunu. Sokaktakilere selam vererek sabah bıraktığım gibi duran iskemleye hemen oturdum. Benim yanımdaki masada Recep vardı. Tost ısmarlamış Muharrem Abi’ye, onun gelmesini bekliyordu. 

Hamal Recep, üç tekerli, önünde kasası olan bisikleti ile sokakları gezip Metin Abi için malzeme topluyor, Metin Abi de onun getirdiklerini kirini pasını temizleyip ve fotoğraflayıp satıyordu. Recep her zaman malzeme bulamıyordu tabii. Bulduğu zamanlarda da getirdiğine göre parasını alıyordu. Geldiğine göre belli ki yeni malzemeler toplamıştı. Bir gün önce tanışmıştık Recep ile. O da çocukken taşınmış buraya. İş aradığımı söylediğimde “Ben kendimi bildim bileli benim de işim yok kardeş. Ama bak çok şükür boş da durmuyoruz. İnşaatlara hamallık yaptım hep. “He! Ne oldu Recep Ağbi peki, şimdi niye çalışmıyorsun diyeceksin? İş yok kardeş. İnşaat sektörü tamamen bitti.” demişti. Kaçak tütünden sararmış bıyıklarına aldırmadan çayının yanına iyi gider diye tabakasından çıkarıp bir sigara yakmıştı. Mahalleye alışmamın rahatlığıyla “Abi, inşaat sektörü biter mi hiç? Şu vinçler, seyyar asansörler sizin işi bitirdi.” demiştim. Recep haklı olduğumu belli edercesine bakmış, yine de bir şey dememişti. Konu da öyle kapanmıştı. Metin Abi o sırada dükkânın içinden çıkarıp kaldırıma koyduğu eski bambu sandalyeyi, internetteki satış sitesine koymak için fotoğraflıyordu. O uygun açılar ararken ben de bir çay söyledim. Recep tostuna odaklanmışken yanına bir arkadaşı geldi. Gelenin elinde içi saat dolu bir çanta vardı. Recep ile bir şeyler konuştuktan sonra çantayı alıp ben dâhil sokaktaki herkese “Saat lazım mı? Ablacım, bayanlar için de çok güzel saatlerim var, buyurmaz mısınız?” gibi cümlelerle beş para etmez hurda saatleri pazarlamaya girişti. Kimse saat almadı, yüzüne bile bakmadı o da tekrar Recep’in yanına oturdu ve çay söyledi kendisine. Sonra “Nasılsa hesabı birine yıkarım.” gibi bakışlarla kendisine tost da söyledi, Recep’e dönüp bir şeyler konuşmaya başladı. O sırada Metin Abi’nin oğlu ve altı yedi yaşlarındaki kız torunu geldi. Oğlu, kızını dedesine teslim edip gitti. Metin Abi torunuyla sarıldıktan sonra “Gel bakalım dedesinin gülü, otur şöyle.” diyerek kaldırımdaki bambu sandalyeye oturttu. İçeriye gidip plastik bir gül alıp, torununun eline tutuşturdu. Telefonunu eline alıp, torununa “Bu tarafa bak dedeciğim.” diyerek fotoğraflamaya devam etti. Muharrem Abi, saatçinin siparişini verirken Metin Abi’ye dönüp “Hayrola Metin, çocuktan ne istiyorsun?” diye günün atışmasını başlattı. Metin Abi “Yahu ilk bu fotoğrafı koyacağım. Böyle tatlı duruyor, milletin dikkatini çekiyor.” diye karşılık verdi, en iyi fotoğrafı çekebilmek için aradığı açıyı hiç bozmadan. Kapının girişinde duran Muharrem Abi “Cebine iki kuruş para girecek diye çocuğa nazar ettireceksin illa!” diye sitem edip içeriye geçti. Metin Abi bir şey demedi. Saatçi yemeğini yedikten sonra saat satabilme umuduyla bir tur daha attı sokakta. Kimse almadı. Recep ile vedalaşıp yanımızdan ayrıldı.  

Metin Abi fotoğraflama işini bitirip torunu ile oynamaya başladı. Zaman sonra oğlu geldi. Babasından evin anahtarını istedi. Metin Abi anahtarın çantada olduğunu söyleyerek içeriye gitti, ardından panikle dışarı fırladı, yüzü bembeyaz olmuştu. Oğlunun durumu sorması üzerine, el çantasını aradığını öğrendik. Telaşı gittikçe artıyordu. İçeri gidiyor, en olmadık yerlere dahi bakıp bulamayınca dışarı çıkıyor, dışarıda da bulamayınca tekrar içeriye gidiyordu. Bunu çok kez yineledi. Her seferinde daha da telaşlandı. Telaşına en sonunda öfkesi de eklendi. Ben de o arada hesabı ödemek için Muharrem Abi’nin yanına gittim. İçeride televizyon izliyordu. Haber spikeri tam anlayamadığım bir şeyler anlatıyordu. Muharrem Abi televizyonu kapattı ve “Ya şunları duydukça sinir oluyorum. Bunlar bir dünya para kaldırıyor. Saray gibi evlerde, villalarda yaşıyorlar yine de çıkıp iki kelimeyi yan yana getiremiyorlar. Bunlar neye göre karşımıza çıkıyorlar anlamıyorum. Seçim olsa bunlara kimse oy vermez. Bir de ülkeyi savunuyoruz, haklı savunuyoruz diye caka satıyorlar. Bunların alayı bağnaz… Keşke! Bu ülkenin yakasını bırakıp gitseler…” diye çıkıştı, konuya tam hâkim değildim. Habere mi sinirlendi, haberi sunan tipe mi? Bilmiyordum. Geçenlerde Dünyayı cehenneme çevirenlerin cennet peşinde koşması bana her daim gülünç gelmiştir.” diye bir cümle duymuştum, öylesine doğruydu ki. Bu cümleyi söyledim ona. Zaten sinirliydi üstelemedim. Ödedim hesabı… Dışarıya çıkarken baktım o da peşime takılmış, kafasını sallayarak, kendi kendine söylenmeye devam ederek geliyordu. Dışarıya çıktığımızda Metin Abi’nin çanta arayışı devam ediyordu. Nejla, Bahar Abla ve Ramazan Usta dâhil herkes toplanmış, Metin Abi’nin çanta arayışını seyrediyordu. Dışarı çıkarken Metin Abi’nin cümlesini ortadan yakalamıştım “Yahu her hafta kayboluyor bu çanta. Kimlik falan da içindeydi. Daha yeni bir dünya para verip çıkarmıştım hepsini. Yahu siz gördünüz mü yabancı geldi mi hiç buralara?” diye çaresizce sordu kalabalığa. Recep yosun kokan kaçak tütününü sürdü ağzına, yakıp derin bir nefes aldı. Gözler Recep’e çevrilmişti. Recep durumu fark edince bir cevap vermesi gerektiğini anladı. Toparlandı ve Metin Abi’ye dönüp “Abi kim niye alsın senin çantanı ya, içinde para falan var mıydı ki?” dedi. Metin Abi “Vardı ulan tabii, niye yırtınıyorum sabahtan beri? Sen bu saatçiyi nereden tanıyorsun? Bir yabancı o geldi. Yok saat alır mısınız abiler, yok o, yok şu bahanesiyle geziniyordu buralarda.” diye gürledi. Muharrem Abi “Yedi, içti beş para vermeden gitti. Sana yazdım, senin arkadaşın çünkü.” diye araya girdi. Recep önce Muharrem Abi’ye dönüp “Nasıl ya, abi sen niye haybeye veriyorsun tanımadığın adama? Bana yıkma vallahi, gelir o yine alırsın ondan.” dedi ve sonra Metin Abi’ye dönüp “Abi vallahi ben tanımıyorum adamı, yani tanıyorum da o kadar değil. Ama iyi adamdır almamıştır o ya. Niye alsın abi? Adam ekmeğinin peşinde, akşama kadar sokak sokak yürüyor.” dedi. Metin Abi çaresiz baktı etrafa. Oğluna tekrar sordu. Toruna baktı. Sandalyeye tekme savurdu. Yoktu çantası. Recep olayın yükünden kurtulmuş bir rahatlıkla çay ocağına doğru seslenerek “Muharrem Abi, bana bir karışık daha yapsana be… Midem kazındı, avurdum avurduma geçti. Biliyorsun pür iştahlıyımdır.” dedi. Muharrem Abi tostu hazırlamak için içeriye geçti. Metin Abi “Aynı sokakta iki eskici mi olurmuş kardeşim!” diye diğer eskiciyi suçlamaya başladı. Ben de tekrar Kordon’a doğru yürümeye koyuldum.

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.