AYLAK DERGİ

ZAMANDA KAYBOL/AN

“Biraz yavaşla, değmez!”

Haftalardır zihnimde yankılanıp bana hayatımı sorgulatan işte bu üç kelime. Hep koşuşturup durdum her yere, her şeye yetişirim sanıyordum. Koşmaya devam etsem bitiş çizgisine daha çok var; dursam yolun yarısı boşa mı gidecek? 

O pazartesi günü bankaya gidebilmek için bir saatlik vakit bulabildim. Aceleyle içeri girdim. Bir bankanın ne kadar kalabalık olduğunu, işlerin yavaş ilerlediğini ve beklemek gerektiğini unutmuşum. Herkes gibi sıra numarası aldım ve beklemeye başladım. Gözlerim bezgin memurların üzerinde yanıp sönen numaralardaydı. Kendi numaramın yandığını görünce hızla dört numaralı gişeye doğru yöneldim. O sırada elinde çay tepsisi olan adama sertçe çarptım. Adamın elindeki tepsi yere düştü, çaylar döküldü, bardaklar kırıldı; adam da muhtemelen yanmıştır. Bir an kafasını kaldırıp yüzüme baktı, benden epey yaşlıydı. “Biraz yavaşla, değmez!” dedi. Özür bile dilemeden gişeye geçtim. 

İşim bitince kaybettiğim vakit için söylenerek ofise dönüp çalışmaya devam ettim ama aklıma bankadaki çaycı ve özür dilemeyişim takıldı, keyfim bir hayli kaçtı. Bir robot gibi otomatikleşen hareketlerle işlerimi tamamladım, saate baktım beşe on vardı. Paltomu giyip çıktım. Bankanın önüne gidip beklemeye başladım. Çaycı mesai bitiminde illaki bu kapıdan çıkacaktı. İşte banka çalışanları çıkmaya başladılar. Erkekler yüzlerinde daha mutlu bir ifadeyle çıkıyorlardı. Onlar için gün gerçekten sona ermişti, evde onları ‘iş’ değil muhtemelen kurulu bir sofra ve televizyon başında geçirilecek aylak saatler bekliyordu. Diğerlerine göre en genç olanı ise yanından geçtiği arabanın camında kendi yansımasına bakarak saçını düzeltti. Onu bekleyen de muhtemelen bir sevgiliydi. Kadınlara gelince sanki ayakları geri geri gidiyordu, eve varınca ne pişireceklerine dair derin düşüncelere dalmış gibiydiler. İkinci mesaileri de evde başlayacaktı. 

Neredeyse yirmi dakikadır dikiliyordum, artık içeriden kimse çıkmıyordu. En sonunda dayanamadım ve içeriye girdim. Genç bir adam yerleri siliyordu. 

“Bir şey mi unuttunuz?”

“Hayır, bir arkadaşı bekliyordum da. İçeride başka kimse var mı?”

“Benden başka kimse yok.”

Adam kuş olup uçmuştu sanki. Boş yere burada oyalanmıştım. Trafikle verdiğim iki saatlik mücadeleden sonra eve girmeye hak kazandım. Zile bastım, ablam kapıyı açtı. Ben içeri girer girmez:

“Siparişlerimi aldın değil mi?”                   

“Hangi siparişleri?”

“Sabah çıkarken hatırlatmıştım ya.” 

“Unutmuşum, çok yoğundum. Hep koşuşturdum.”

“İyi halt ettin!”                                                   

Yemek yemeden çalışma odama geçtim. Burası nefes alabildiğim, özgürlüğümü ve yalnızlığımı muhafaza edebildiğim son kalemdi. Çalışma masamın en altındaki çekmeceye elim gitti. En son ne zaman açtım o sayfaları hatırlamıyorum. Yazılarımın kaderi de benim gibi sararıp solmakmış. Koşuşturup durmaktan fırsat olmadı ki. Yazmayı da unuttum, yazdıklarımı da, yazdıranları da… Değdi mi? Bilmiyorum. Değmiş olsa köhne bir çalışma odasında avuntu aramazdım herhalde. 

Daha sonraki günlerde bankaya defalarca gittim, iş çıkışlarında bankanın önünde bekledim ama o çaycıyı bir daha göremedim. Gündüzleri ruhsuz bir şekilde çalışıyor, akşamları odamda ruhumun bedenime geri girmesini bekliyordum. Bir hayli içtiğim bir akşam ablam içeri girdi:

“Bu aralar sende bir tuhaflık var.”

“Düşünüyorum.”

“Neyi?”

“Değer miydi?”

Loş ışıkta yüzümü seçmeye çalışır gibi bakıyor, odaya göz gezdiriyordu. Bendeki tuhaflığın sebebini odada arıyordu. Masanın üzerindeki defterleri fark etti. Alıp bakmasına sesimi çıkarmadım.

“Sen mi yazdın bunları? Yazdığını hiç görmedim de.”

“Beynimin içinde tüm yazılarım. Orada yayımlanıp ertesi güne çıkamadan yasaklanıyorlar.”

Gözü yerdeki şişelerde:

“Böyle saçma cümleler kurman kolaylaşsın diye mi bu kadar çok içiyorsun?”

“Cümlelerim saçma mı sence?”

“Gelmeyeceğinden emin olduğun birini ve gerçekleşmeyecek bir hayali beklemen kadar saçma.”

Kapıyı sertçe kapatıp çıktı.

Biraz sonra banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım. Gözlerim aynadaki yüze takıldı. Alnımdaki çizgi ne zamandır orada? Bu beyazlar hangi ara böyle çoğaldı?  Birden aynadaki suret bana:

“Biraz yavaşla, değmez.” diye fısıldadı.

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.