AYLAK DERGİ

JOYCE’UN ŞEYLERİ



Elimde bi’ sade kahve. 
Hayattayım. 
Senden n’aber?

Geçmişe odaklıyım, çay severim, kahve sevmem ama içerim, açıklama yapmayı sevmem, oklar bana döndüğünde -ki çok hızlı döndürebilirim; en uzun açıklamayı yapma potansiyelim yüksek. Bugüne kadar hiç yapmadım. Ama her an yapabilirim. Özgüveni eksik biriyimdir; pardon, eksik söyledim, özgüvenim genelde hiç olmaz. Geçmişe odaklıyım. Çabuk vazgeçerim, caydığımı belli etmem. “Caydığın an hançeri kalbinde bil!” diyor Joyce. Demokles’in kılıcından çekinirim.
Her insan gibi, yazan her insan gibi, bla bla bla bla. . . bok, boncuk, aynı şeyler, yani hayat sıkıcı, ölüm daha da sıkıcı. Ne geçmişten, ne kahveden vazgeçemiyorum. Yaşam sıkıcı, yaşamaktan vazgeçemiyorum. Yanlışlarım ateşten halka, içinden geçmelere doyamıyorum. Yanlışlarımın çemberinden geçerken Joyce’un şeylerini düşünüyorum. Şeylerini. . . Eeee. . .

Yanlışlığım!

Heybetli bir Adam, kızgın bir Kadın, şaşırmış bir Tanrı yanlışlığım. Yanlışlığım; bayağı şaşkın. Nasıl şaşırmasın; hem serin hem derin. Yapmasan büyüyemiyorsun yapsan yana yana kül için dışın. 

Yaşamak çok problemli.
Senden N’aber?

Başladın mı?
Neye başladın?
Baştan mı başladın?
Cayıp cayıp başladın mı?
Hadi bakalım.
Hayranınım.
Gençlik fikir değiştirir, yer değiştirir, iş değiştirir, insan değiştirir, ne gerekiyorsa artık! Başa alır, baştan başlar, cayar gençlik. Bakmaz kimsenin iki dudağı arasından çıkacak olana. 

Der ki; “İyi niyetimi ve safiyetimi hissettikleri bir yerde bulunana dek, gerektiği kadar iş ve arkadaş değiştirebilirim.”
Ve değiştirir!
Ben?
Genç miyim? 
Geçmişim ben. 
Geçmişe tutunanlar nasıl çiçeklensin? 
Geçmişin solgun çiçekleri gençliğin tomurcuklarını nasıl yensin? 

“Denize bak; saygısızlıklar, incitmeler umurunda mı onun?” diyor Joyce. Denizin en dibindeyim. Her şeyler de umurumda. Sevgili Joyce. Başımızı sen yakmış olabilir misin? Senin bilinç-akışına kapılıp batmış olabilir miyiz? 
Evet!
En az senin kadar Sartre da suçlu, Durrell da. . .
Ama sen?!!!!!

“Umursamak” yanlışlığına yakalanmışım! Niye bu kadar umursuyorum? Ne kadar umursamasam iyi? Hedefi vuramayan bir umursama ile geberip gideceğiz bu dünyadan. 

Hayat bu kadar. _
Mı?
Ne kadar? _ 
Mı?

Bir elma düşün. İçinden bir kurtçuk çıkıyor, kafasını sana uzatıyor ve şöyle diyor; 
“Naber canım?”
Elmayı bir çığlıkla yere düşürüyorsun. Üzülme, genelde yere düşürürler. Düşürmeyen görmedim. Hayat; bu kadar. Hayat; Elmadan çıkan kurtçuk. 

Kurtçuk ile dost olabilir misin? Vizyonun ne kadar geniş? Bakış açın ne kadar kendi lehine çalışıyor, ayakta kalabilme yeteneğin ne kadar azametli?

Kurtçuk konuşabilse sen elinden düşürmeden elmayı, neler söyleyecek;
“Hiç olur mu öyle şey?”, diyecek. “Saçma. İnsan dediğin baştan sona HATA! Umursamadıkların kim olduğun. Umursadıkların; Merkez!”

Diyecek mi diyecek de; düşürdün elmayı.

“Nasıl, memnun musun umursadıklarından?”
Ürkecek, korkacak ne var?
Bence şahsiyetli bir kurtçuk.
En azından doğruyu söylüyor. Dürüst biri. Dürüst bir kurtçuğu kim kaybetmiş sen bulasın? Bulmuşsun, keyfini çıkar. Öyle paniğe kapılıp pat diye atma avucundan. Çok sorguluyorsun her şeyi. 

Çok sorguluyorum her şeyi.
Elimde bi’ sade kahve. . . 
Joyce’un elmasındaki kurtçukları düşünüyorum. Joyce’un şeylerini; eeee, umursadıklarını, benim umursamadıklarımı düşünüyorum. 
Kurtçuğu düşünüyorum.
Kurtçuğu umursuyorum. 
Bence şahsiyetli bir kurtçuk.

N’apıcaksın yani umursamayacak mısın kurtçukları?
Sanattaki kurtçukları?

Sanat’ı mı tartışacağız şimdi?
“Siz” in gözünüzden “Biz” yargılanmaz.

Joyce diyorum;
“Benim istencim: Benimkine karşı onun istenci. Arada denizleeeeeer.”

Joyce diyorum;
“Kayıpları onun kazancıdır.”

Joyce diyorum, kurtçuklar var elmalarımızda diyorum, sen bana ben sana ne kadar gerçeğiz ne kadar masalız, masalları olduğu gibi bırakın, kendinizi rahat bırakın diyorum, Joyce’un kurtçukları diyorum, hayat diyorum; göz açıp kapayıncaya kadar diyorum, sanat diyorum çiçek açar çiçekler açtırır diyorum. Gençlik de öyle. 

Kurtçuklar var. Türlü türlü. Sen hangi yöne çekmek istersen _  sen _ oradan başlar, vizyonun geniş olsun diyorum. Kurtçuklarla baş et.
Gizleme. İstesen de gizleyemezsin. Sen tıktıkça o çıkarır kafasını bir yerden.

Bi’ sade kahve ile Vıla-Matas’a dönmek belki; o yaşamın kıymetini bilir çünkü, sanattaki kurtçukların kıymetini bilir, Joyce’un kıymetini bilir.

Kıymet bilen bilir, bilmeyen hiç önemli değil!

“Eeeee, senden N’aber? Memnunmusun umursadıklarından?”

Sadece zebralar, pandalar, kirpiler mi olsaydı hayatlarımızda? _ diyorum. Böyle bir masal ister miydiniz? _ diyorum.

İnsanların saygısızlıklarını kafanıza takmayın diyorum.

Hayat belki de bir anlık bilinç-akışı diyorum.

Hadi, çok öpüyorum.

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.