KARACA TİYATRO’DAN “PİR SULTAN ABDAL” GEÇTİ…
1990 yılı…
ABT, “Pir Sultan Abdal” oyununu ilk kez Bahçelievler Ünverdi Sinemasında oynuyor. İkinci oyun, Harbiye Şehir Tiyatrosunda… Sahnede, dekor – teknik hazırlıkları sürüyor. Fuayede, Şehir Tiyatrosu oyuncuları, oyun çalışıyor. “Lüküs Hayat” Ezber geçiyorlar, İsmet Ay ve diğerleri…
Salon, aniden polislerce basılıyor, PSA’ya yasak gelmiş, oyuncular yaka paça dışarı sürükleniyor. Polis hızını alamamış, fuayede ezber yapan Şehir Tiyatrosu oyuncularına da dalıyor. Salonu tümden boşaltıp, kapıları kilitleyecek. İsmet Ay, ne olduğunu anlayamıyor, direniyor, bağırıyor: “Ben 50 yıldır Darülbedayi sanatçısıyım. Beni yuvamdan çıkaramazsınız!” Çıkartıyorlar… En çok buna üzülüyorum…
Yazar Erol Toy, İstanbul yasağını, İdare Mahkemesine taşıyor. Bir ay bekliyoruz sonucu… Kararın lehimizde çıkacağını öğrendiğimizde, salon kaygısı yaşıyoruz. Nerede oynayacağız? Karaca Tiyatro öneriliyor. Defalarca baş vuruyorum… Bir tek seans bile alamıyorum. Konu, İstanbul Belediye Başkanı Nurettin Sözen’e iletiliyor, Sözen, talimat veriyor. Umutla koşuyorum tiyatroya. Karaca Tiyatronun Albay emeklisi bir müdürü var. Belediye tarafından atanmış. “-İmkânsız” diyor, “- Dört tiyatro, sezon boyunca yerleşti. Hiçbir şekilde seans veremeyiz.” Haftanın altı günü oyun var, yedinci günü istiyorum. Pazartesi, repo gününü… Olmazlıyor… Belediye Başkanının talimatının hiçbir geçerliliği yok! İdare Mahkemesi kararı çıkmak üzere, oynayacak salon bulamıyoruz…
Ertesi sabah, büyük bir moral bozukluğu içinde Nurettin Sözen’in kapısındayım. Hiç tanışmıyoruz. Sadece “Pir Sultan Abdal” oyununu biliyor. Odasına alındığımda, kendimi tanıtıyor ve büyük bir kırgınlıkla koltuğa çöküp, ağlamaya başlıyorum. Şaşırıyor, sekreterini çıkarıp, kapıyı kapattırıyor ve mendil uzatıyor. “-Ağlama kızım” diyor. Salonun verilmesi için verdiği talimatın, yerine gelmemiş olmasına çok sinirleniyor, telefona sarılıyor… Ve Karaca Tiyatronun emekli Albay müdürünü tepeden ayağa fırçalıyor… Şu cümleyi net hatırlıyorum: “- Ne yaparsan yap, bu ekibe salonda yer açacaksın!” Beni uğurluyor…
Ertesi gün, Karaca Tiyatroya toplantıya çağırılıyorum. Müdür Bey, dört tiyatronun yönetmenlerini toplamış, “-Aranızda halledin” diyor. Genco Erkal, Tolga Aşkıner, Salih Kalyon… Bir masaya oturuyoruz. Çok gerginler… “-Seans yok” diyorlar, Pazartesi repo gününü istiyorum. “-Dekor koyacak yer yok” diyorlar, oyun günü getirip-götüreceğimizi söylüyorum. Fuayede afiş ve oyuncu fotoğrafları panoları paylaşılmış, “-Size pano yok” diyorlar, “-Asmayız” diyorum… Kapı dışında, demir konstrüksiyonda, dört tiyatro tabelası yer alıyor, altına asmak istiyoruz. “-Asamazsınız, dekor kamyonlarımız, altından geçemez” diyorlar… Pazar günü saat 18:30, Pazartesi günleri de saat 18:00 ve 21:00 de perde açacağız. “-O saatlerde kimse gelmez” diyorlar, umursamıyoruz…
İdare Mahkemesi, yasağı kaldırıyor. Pir Sultan Abdal, dört gün sonra Karaca Tiyatro’da başlayacak. Gişecimiz Nejla Hanım, Karaca’dan telefon açıyor: Gişede oturacak yer yok! Dört tiyatronun gişecisiyle aynı yerdeyiz…
Sabah, Cumhuriyet gazetesinde ilan çıkıyor: “Pir Sultan Abdal, Karaca Tiyatro’da.” Biletler, ilan günü hızla tükeniyor, seans saatlerinin kötülüğünü umursamıyor seyirci…
Üç aylık lokasyon biletleri devrede. Yer bulunamıyor… İlk oyunda başlayan gişe kuyruğu, Galatasaray yakınlarına uzanıyor… Şiddetli bir yağmur var. Seyirciye “Bilet yok” u anlatamıyoruz… 550 Kişilik salonda, 700 kişi, merdivenlerde oturarak yerini alıyor, oyun başlıyor. Bu ilgi, sezon sonuna kadar sürüyor. Salon müdürü mutsuz, söyleniyor: “-Sizin seyircileriniz çok farklı, salonun bütün halıları çamur içinde kalıyor… Temizlikle baş edemiyoruz.” Ben de, “-Dış çemberden, gecekondulardan geliyorlar, yollar bozuk, çamur içinde. O yolların yapılması lazım. Siz söyleyiverseniz Belediye Başkanına” diyorum. Asık suratla “-Siz söyleyin” diyor.
O sezon, unutulmaz anılara mekân oluyor Karaca Tiyatro…
Yine bir yağmurlu günde, seksenli yaşlarda bir çifti görüyorum bilet kuyruğunda. Yanlarına gidiyorum. Yöresel giysileriyle gelmişler. Bir cem törenine gelir gibi… Makine mühendisi oğulları anlatıyor: Annesi ve babası, Malatya’nın Arguvan ilçesi, Asar köyünden gelmişler. Pir Sultan Abdal’ı görmek için! Kuyruktan alıyor, içeri davet ediyorum: “-Neden bu kara kışta o kadar uzaktan geldiniz? Biz baharda Malatya’ya turneye geleceğiz.” Teyze gülümsüyor, “-Biz, bahara çıkacak kadar genç değiliz, bekleyemedik” diyor. Salona yerleşiyorlar, her ikisi de elleri göğüslerinde, daha perde açılmadan sessizce ağlıyorlar… İlk olarak, Hızır dergâhta göründüğünde, teyze, usturuplu bir küfür sallıyor yüksek sesle… Oyun boyunca, onlar oyunu, bense, kapı aralığından, onları izliyorum… Oyun bitiminde, sahne arkasında Pir Sultan Abdal’ı oynayan Zeki Göker ile tanışıyorlar. Üzerinde idama gittiği kostümle… Onların ellerini öpmek üzere eğildiğinde, çekiyorlar ellerini, öptürmüyorlar. Tam tersine, onlar, ellerini öpmek istiyor ve yüz sürüyorlar ve ağlıyorlar… Zeki Göker’in de gözleri yaşlı, vedalaşıyorlar…
Bir aktörün, ulaşabileceği en son boyut bu olmalı diyorum… Oyun bitmiş, hala Pir Sultan sanılıyor…
Açılışından, o güne Türkiye Tiyatrosunun sayısız oyunlarına ev sahipliği yapan Karaca Tiyatro ve kırmızı halıları, çamurlu ayaklarıyla, ilk kez tiyatroya gelen binlerce insanı, tiyatroyla tanıştırıyor, Ankara Birlik Tiyatrosu’nu, İstanbullu yapıyor…
Nurettin Sözen’e hangisi için teşekkür etmeli?
Yakında Karaca Tiyatro kapılarını açacak… Bu kez AKM gibi elitist bir yaklaşımla değil, tiyatroların seyircileri ile buluşacağı, her türden oyunlara ev sahipliği yapacak… O mekanda sahneye çıkmış bütün ustaların, anılarına selam durarak… O salonun birilerine rant kapısı olmaması, tiyatro olarak kalabilmesi için yıllarca direnen, bu gün yaşamını kaybetmiş sanat emekçilerini unutmadan varlığını sürdürecek… Umut ediyorum… Umut güzel şey..
Gül Göker