BOŞLUKTA KAL ÖYLE ÇOK GÜZELSİN KADROSU İLE SÖYLEŞİ
- Sizi yıllarca İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda oyuncu olarak keyifle izledik. Şimdilerde ise yönetmenliğini ve oyunculuğunu yaptığınız “Boşlukta Kal Öyle Çok Güzelsin” adlı tiyatro oyununda görüyoruz. Bu ilk yönetmenlik denemeniz sanıyorum. Oyunun metnine baktığımızda: Bir barda zamanları kesişen, ümidini kaybetmemiş altı kaybedenin tuhaf ve komik hikayesi anlatılıyor. Üstelik bu metin, alışılagelen o klasik tarzdan da çok uzak. Oyuncu olmanın bunun yanında oyunu yönetmenin avantajları ve dezavantajları sizce nelerdir?
CAN BAŞAK: 1986 yılından bu yana tiyatro yapmaktayım. Çok şanslı bir oyuncu olduğumu düşünüyorum. Türkiye’nin en önemli rejisörlerinin hepsiyle çalıştım. Bazılarıyla iki-üç kere çalıştım. Konservatuvarda öğrendiklerimin dışında, onlardan da çok şey öğrendim. Yönetmenliğe gelince evet, bu oyun benim ilk yönetmenlik denemem oldu. Genç yaşlarda yönetmenliğe yönelmenin oyunculuğuma sekte vuracağına inandım. Beni tiyatroya iten şey sinemada yönetmen olma tutkum olsa da sahnede olmayı çok önemsedim ve çok büyük bir keyif aldım. O yüzden ben kendimi daha çok oyuncu olarak hissediyorum. Tabii ki, reji yapmak da çok keyifli bir sorumluluk bana göre. O konsepti oluşturmak, parçaları bir araya getirmek. Evet, oyunun içinde zaman zaman zorlandığım oldu. Dışarıdan bakarak çalışmakla, sahnede olup çalışmak arasında bir sınır farkı var aslında. En büyük zorluk bu… Tamamen aşağıdan bakan biri olarak, oyuncularla kurduğunuz ilişki ile sahnede partneriniz olan oyuncularla kurduğunuz ilişki farklı. Bunun dışında sahne içinden de oyunu görebildiğimi düşünüyorum. Yaptığım işten de memnunum. (Sorunuzun ikinci bölümüne de cevap vermiş olayım.) Bu metni Sibel Yıldırım’ın dünyasını bilen birinin koyması gerektiğini düşündüğüm için özellikle bu işe ben soyundum. Metin, gerçekten bir demir leblebi… Hem oyunculuk hem reji açısından ama onu tanıyan biri tarafından sahneleneceği zaman her şeyin biraz daha kolay olacağını düşünmüştüm ki, öyle de oldu bence ve aldığımız sonuçtan da gayet memnunum.
- Oyuna baktığımızda özel tiyatro için kalabalık bir kadro diyebiliriz. Bu dönemde de en büyük zorluk devamlılık gibi görünüyor. Nedenine gelince, ülkenin gündemi sürekli değişiyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben 1986 senesinden beri ödenekli bir tiyatroda, Şehir Tiyatroları’nda çalışan biri olarak gerçekten özel tiyatro yapmanın zorluğunu biraz geç tattım. Dışarıda özel tiyatrolarla çalışmalarım oldu ama hayat giderek zorlaşıyor tabii… Hava durumundan, ülkedeki siyasi gerginliklerden, en ufak bir şeyden bile en çok etkilenenler sanatçılar… Özellikle son dönemde pandeminincde yarattığı etkiler özel tiyatroları çok sarstı.
Devamlılık bu açıdan çok önemli… TiyatroTiyatral 10 yıldır devam eden bir tiyatro. Bunun son birkaç yılının parçası olmaktan onur duyuyorum açıkçası. Evet, kadromuz kalabalık. Birçok kişi bir özel tiyatro için delice bir şey olduğunu düşünüyor. Arkamızda bir prodüktörümüz yok. Zor ama büyük keyif alıyoruz. Ben işinizi doğru yaptığınızda sonuç alacağınızı düşünenlerdenim.
- Metnin seyirciyle buluştuğu noktadan memnun musunuz?
Elimizde zor bir metin vardı. Zorluğundan kastım şu; tiyatro seyircisi biraz tembelleşti son yıllarda, son 10-15 yılda demek daha doğru olur. Kolay şeyleri tercih etmeye alıştırıldı ve bu beni mutlu eden bir durum değil. Yeni textler arasında çok çarpıcı, insanı yeni bir şeyle karşılaştığı duygusuna sürükleyen metin bulmakta zorluk çekiyoruz açıkçası. Sibel Yıldırım’ın texti bu anlamda heyecan verici. Yenilikçi bir düşünüş biçimiyle yazılmış. Bildik tiyatro kalıplarına koyamayacağınız çağdaş bir text. Genellikle “Ne kadar Batılı bir metin, ne kadar Avrupalı bir metin.” gibi tepkiler alıyoruz. Öyle olmak gibi bir çabası da yok Sibel Yıldırım’ın bunu da gayet yakından biliyorum. Doğası böyle, o böyle yazıyor ve çok iyi bir yazar bence.
Oyuncular için de zorluklar barındıran bir metin bu ama bizim bu metnin içinden iyi çıktığımızı ve seyirciye ulaştığımızı düşünüyorum. Benim için tiyatro, insanlarla bir iletişim kurma biçimi. Anlatacak bir derdiniz yoksa tiyatro yapmamalısınız. Bu oyun derdi olan, derdini anlatan da bir oyun oldu, o yüzden de çok mutluyum.
- Çok güzel bir kadro ile yola çıkmışsınız. Bu dönemdeki süreciniz nasıl işledi? Derya Alabora ve sizi yan yana görünce insanın aklına ilk olarak ŞAŞIFELEK ÇIKMAZI geliyor. Yıllar sonra bu defa bir tiyatro oyununda berabersiniz. Bu buluşmadan bize biraz bahseder misiniz?
Evet, Şaşı Felek Çıkmazı doğrusunu söylemek gerekirse anılarımızda çok hoş bir yer edinmiş bir çalışma. Çok keyifli çalışıyorduk, çok güzel bir senaryomuz vardı. Mahinur Ergun önderliğinde iyi bir ekiptik. Hepimiz o çalışmayı keyifle yâd ediyoruz. Derya ile tanışıklığımız o diziyle başlamış değil. Derya zaten benim arkadaşımdı o diziye başladığımızda. Derya ile 30 yıldır aşkını bir tanışıklığımız, dostluğumuz var. Tabii ki, bu kadar süre içinde zaman zaman uzaklaşmalar zaman zaman çok yakın geçirilen süreler oldu. İnsan hayatı böyle bir şey… Derya’ya texti gönderdim. Derya’dan aldığımız tepki de çok olumlu oldu. Derya, Türkiye’nin en önemli kadın oyunculardan biri… Arkasında muhteşem bir kariyer var. Çok yetenekli bir oyuncu. Onunla sahne üstünü paylaşmış olmaktan çok mutluyum. İyi oyuncuyla oynamanın keyfi bambaşka bir his… İyi bir kadromuz var, tamamı konservatuvar mezunu ve deneyimli oyuncular. Onlarla çalışmak da keyif verici…
5. Derya Hanım öncelikle tebrik ederim. Derya Alabora’yı bir komedi oyununda izlemek çok keyifliydi. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Derya Alabora denince aklıma ilk önce “Sahnede nasıl bu kadar doğal olunabiliyor?” sorusu geliyor. Her oyuncunun bu doğallığı yakalayabildiğini söyleyemeyiz değil mi? Yakalaması gerekli mi onu da bilemiyorum. Bu bir tarz meselesi de olabilir. Kısacası bunun sırrı nedir?
DERYA ALABORA: Bu tabii ki oyunculuğa bakış açısıyla ilgili bir şey… Ben oyunculuğa böyle bakıyorum. Tiyatroda bir sürü disiplin var. Grotesk bir oyunda oynadığın zaman böyle oynamayacaksın veya epik bir oyunda oynadığın zaman böyle oynamayacaksın. Ama ben her zaman şuna inanıyorum. Yakaladığın doğalı abartmak “gibi yapmak” değil. Bir tipleme ya da karikatürize etmek değil. Her zaman grotesk rejiden kaynaklanır ve sen de reji doğrultusunda bir şeyi oynarsın. Ama bu bizim oynadığımız oyun doğal oynanması gereken bir oyun ve dolayısıyla ben gereksiz teatralliğe karşıyım yani bir şeye “gibi yapmaya” karşıyım. Bütün dünyaya baktığınızda da bu böyle… Ne kadar doğal oynarsanız aslında o kadar komik olur. “Altı boş abartı” olunca, ben buna biraz kötü oyunculuk diyorum. Teatrallik dediğimiz şey altı boş abartının, bence kimseye bir faydası olmadığını düşünüyorum.
6. Oyuna baktığımızda, zaman ile ilgili bir meselesi olduğunu görüyoruz. Kariyeriniz boyunca zamanla nasıl bir ilişkiniz oldu, ilk yıllarınızda bir aceleniz var mıydı ya da geldiğiniz noktada geç kaldım dediğiniz şeyler oldu mu, zaman ile ilişkiniz hakkında neler söylersiniz?
Zaman hepimizi korkutan, heyecanlandıran, bazen çabuk geçmesini istediğimiz bazen hiç bitmesini istemediğimiz bir kavram. Biraz yaş almakla da ilgisi var tabii. Gençken bir türlü büyümediğimizi zannederiz. İşte bir an önce zaman geçsin de bir an önce şunu yapalım gibi. Ama ben yirmi beş yaşında “Yani zaman kalmadı ve yapacak ne kadar çok işimiz var” diye konuştuğumuzu hatırlıyorum. Aslında zamana kıymet verenlerdenim. Tabii ki çabuk geçtiğini düşünüyorum. Zaman ve hayat dediğimiz şey doğru orantılı bir şeyse evet bazen çabuk bazen yavaş ama bir sürü pişmanlıklarla geçmekte. Oyunda da Sibel’in anlattığı aslında böyle bir şey… Zaman geçiyor, hatalarımızla geçiyor. Ne yazık ki geriye dönmek mümkün değil. Daha doğrusu şu anda mümkün değil. Ne bileyim, yani kuantum fiziği diye bir şey çıkıyor ve zaman sıçramaları yapılabilir. Mesela, bu sene Oscar alan film gibi, her şey aynı anda aynı yerde yaşanıyor gibi, başka bilgiler de çıkıyor ortaya. Bizim oyunda Fizik Profesörünü oynayan Şükrü Türen’in de söylediği gibi “Zaman yaşlanıyor ama kadın yaşlanmıyor”. Keşke öyle olsa, müthiş bir şey olurdu herhalde. Zaman enteresan bir şey… Keşke zamanı geriye almak mümkün olsaydı. Yaşadıklarımız bu bilinçle olsaydı ben en azından kendi hayatıma bakıldığı zaman çok olumlu değişiklikler yapardım. Ama bir de Hitler’i düşünsenize! Zamanı geriye almışız ve dünyada kimse kalmamış yani.
7. BOŞLUKTA KAL ÖYLE ÇOK GÜZELSİN ‘in tanıtımlarına baktığımda oyunu tarif eden şöyle bir cümle var. “Dünyayı sırtında taşıyanlar bazıları Kadın, bazıları Erkek, bazıları At” Tekstin taşıdığı anlamdan kopararak soruyorum. Özel tiyatro yapmak, ne gibi zorluklar ya da hoşluklar taşıyor, sizin sırtınızdaki dünya ne durumda hem bir oyuncu hem bir “KADIN” olarak?
Tabii ki hayat herkes için zor şartlarla geliyor bence. Kimi daha fazla para kazanıyor, kimi daha az kazanıyor, kimi şiddet görüyor, kimi görmüyor. Ben özel tiyatro yapıyorum ama hayatımı özel tiyatroyla kazanmıyorum. Her zaman film yaptım, dizi yaptım onun yanında tiyatro yaptım. Benim yaptığım tiyatrodan para kazanılmıyor. Yani şunu demek istiyorum, daha bağımsız daha farklı bakan, daha bağımsız işlerde çalışmaktan hoşlanıyorum. Daha ticari işler beni çok ilgilendirmiyor, hayat tarzıma, hayat söylemime uygun değil.
Bir dönem ben de dört yıl kendi adıma “Tiyatro Grup” isimli tiyatro kurmuştum. O zaman gerçekten çok zorluydu. Sizi finanse edecek biri olmadığı zaman, sizin üstlenmeniz, bütün oyuncuyla, dekorla, kostümle, oyunun metniyle her şeyiyle hatta insanların bütün dertleriyle bile sizin ilgilenmeniz gerçekten çok ağırdı. Ben kendi adıma bir iki kere bu deneyime girdim. Hep, “Her şey iyi olsun, sonuna kadar elimden geleni yapayım” diye düşündüm ama fazla verdiğiniz zaman da kimseden bunun karşılığını alamadığımı gördüm. O yüzden sistem önemli. Küçük bir tiyatro da olsanız o sistemi iyi kurmanız, mesafeleri ayarlamanız çok önemli yoksa bizim yaptığımız bağımsız tiyatrolar ahbap-çavuş ilişkisine dönebiliyor. Becerilebiliyorsa ne ala tabii ama her şeyi profesyonel görmekte fayda var. Hakikaten insanın üstüne çok yük bindiren bir şey… Hem hayat yük bindiriyor insanın üstüne hem de yaptığın iş yük bindiriyor.
Çok para kazanan insanlara da baktığımız zaman –şunun ya da bunun için söylemiyorum– bir performans harcaman gerekir ya da bir bedel ödemen gerekir. Hiç kimsenin üstüne havadan para yağmıyor. Mutlaka onların da ödedikleri bir bedel var. Çünkü çok fazla para kazanmak o kadar kolay olabilecek bir şey değil. Mutlaka bir bedeli oluyor hayatta.
8. Oyundaki KADIN karakteri, yaşamda elini attığı her şey boşa gitmiş ama umudunu kaybetmemiş bir karakter olarak çıkıyor karşımıza. Bu rolü çalışırken sizin anahtar cümleniz neydi? BOŞLUKTA KAL ÖYLE ÇOK GÜZELSİN umut vadeden bir oyun diyebilir miyiz her şeye rağmen, sizi oyunla buluşturan duygu neydi?
Bu erkek dünyasında, feodal bu yapıda, tüm dünyada, hatta bizim ülkemizde biraz daha fazla olabilir. Kadınların yaşadığı zorluklar erkeklere oranla çok daha fazla. Ben kendi adıma bir kadın olarak hayatın bu yönden zorluğunu yaşadığımı düşünmüyorum. Ama tabii ki her zaman her yerde konuştuğumuz şey, belli bir yaş aldıktan sonra hikayelerin azalması… Özellikle Türkiye’de başka türlü bakmaya başlıyorlar, iş yapmakta zorlanıyorsun. Sonuç olarak, benim hem aile yapım, hem kişiliğim, hem de hayatımı kurduğum insanlar, hepimiz hayata daha pozitif ve olumlu bir yerden bakıyoruz. Yani kadın, Türkiye’de büyük bir soru işareti. Bazen öyle oluyor ki, acımıyorlar bile öldürdükleri kadınlara, dayak attıkları kadınlara… Büyük bir vicdansızlık hakim diye düşünüyorum. Buradaki kadınlar bir şekilde hayatın yükünü almış insanlar. Mesela Sibel’in oynadığı Konsomatris, hayatını barlarda kazanıyor ve otistik bir çocuğu var, ona bakmak zorunda. Şu konu belki hiç konuşmadığımız bir şeydi ama, zamanı geri alsan o çocuğu hiç doğurmak istemez misin, yoksa o çocuğu doğurur ve başka bir iş mi yapmak istersin, zamanı geri alsan acaba o çocuğun babasıyla tekrar birlikte olmak ister misin? Zamanı geriye aldığımızda o kadar çok soru birikiyor ki! Ben de kocasından ayrılmış bir kadını oynuyorum ama bunun için pişman olmuş bir kadın bu. Büyük bir pişmanlık olmayabilir belki, ama bar sahibi o soruyu sorduğunda “Ben de boşanmazdım belki” diyor. Tabii ben sadece kadın açısından bakamıyorum hayata, biraz toplum açısından bakan bir insanım. Kadınlar ve Erkekler bir sürü şeylerini yitiriyorlar, bir sürü yanlış yapıyorlar. Onun için zamanı geri almadan, bence elimizden geldiğince doğru yaşamak değil ama içimizden geldiği gibi yaşayalım diyorum.
9. Müslüm Bey, U harfini kaybetmiş bir Barmen’i canlandırmak hiç kolay değil, sizi izledikten sonra evde ben de denedim olmadı. İzlerken hayran kaldım. Nasıl bir süreçle hazırlandınız bu role?
Öncelikle çok teşekkür ederim. Barmen rolüne hazırlık sürecim bugüne kadar çalıştığım diğer karakterlerden teknik anlamda çok daha zordu. Alışkın olduğu söylemi deforme ederek kullanmak karakterin kendi yolculuğunda travmasıyla alakalı bir durumdu. Neticede ortada kayıp yaşamış bir karakter söz konusu. Bu travmayı içselleştirdikten sonra barmenin dili kendiliğinden çözüldü. Tıpkı kekeme bir karakteri oynamak gibi düşünün!
10. Bu rol sizi korkutmadı mı? Devamlılık açısından da oldukça zor bir rol… Özellikle final sahnesi çok sürprizli… Spolier vermek istemem ama o karışıklığın altından kalkmak için nasıl bir çalışma izlediniz? BOŞLUKTA KAL ÖYLE ÇOK GÜZELSİN sizin için ne anlama geldi, Müslüm Tamer olarak sormak isterim?
MÜSLÜM TAMER: Her rolü çalışmanın heyecanı başka tabi. Ama barmen, sıradan bir rol değil. Oyundaki karakterlerin buluştuğu ortak bir duygu var, boşluk duygusu. Çoğu insan terk edildiğinde, yalnız hissettiğinde, bir yas süreci içerisindeyse hayatta bazı varoluşsal kaygılar yaşar. Ne yapacağını nereye gideceğini bilemez. Bu tabii ki benim için de tanıdık bir duygu. Bu yüzden “BOŞLUKTA KAL ÖYLE ÇOK GÜZELSİN” benim için bir oyundan fazlası oldu.
11. Şehir Tiyatrosu’nda “İki Efendi’nin Uşağı”nda izledim sizi. Orada da olduğunuzdan çok farklıydınız. Yönetmene tamamıyla teslim olan bir oyuncu musunuz? Yönetmeniniz Can Başak ile Şehir Tiyatroları’nda da berabersiniz. Yönetmen-oyuncu ilişkiniz ve sahnede de karşılıklı oynadığınız oyuncu-oyuncu birlikteliğiniz nasıl bir süreçten geçti? Yönetmene teslim olan bir oyuncu değil de yönetmeni doğru anlamaya çalışan bir oyuncu olduğumu düşünüyorum. Yönetmenin metinden algıladığı evreni kurmasına o evrenin bir parçası olarak yardımcı oluyorsunuz. Can Abi ile Şehir Tiyatroları’nda aynı projede denk gelemedik. Çünkü kurumun çok geniş bir kadrosu var. Biz de özel tiyatroda “Boşlukta Kal Öyle Çok Güzelsin” oyununda buluştuk. Sevgili Can Başak ile bu projede bir taşla iki kuş vurmuş olduk. Hem oyuncu-yönetmen hem de oyuncu-oyuncu olarak çalışmak eğitici bir deneyim oldu benim için.
12. Özel Tiyatro ve ödenekli tiyatro… İki deneyimi de yaşamış, iki yerde de bulunmuş bir oyuncu olarak hangisi daha yakın geldi size?
Aslında bir farkı yok. Özel ve ödenekli tiyatrolarda çalışma koşulları her ne kadar farklı olsa da sahneye çıktıktan sonra oyun devam ediyor. Ödenekli veya özel, bir tiyatro çatısı altında çalışabiliyor olmak mutluluk verici. Teşekkür ederim.
SÖYLEŞİ: ALPASLAN AYAZ