Bugün, büyük ve eşsiz kompozisyonları karşısında hayranlıklar içinde kaldığım Ulvi Uraz’ın yirmi beşinci sanat yılını kutlarken duyduğum hislere ne yalan söyleyeyim yalnız sevinç değil, biraz da öğünç karışıyor. Çünkü, bundan yirmi sekiz yıl önce bir tesadüf veya tali eseri olarak Devlet konservatuarında onun hocası idim. Şimdi Ulvi’nin bazı rollerini seyrederken kendimi onun bir talebesiymişim gibi hissediyorum. Bir büyük sanatkârın hem hocası hem talebesi, hem de sanatına hayran bir seyircisi olmak her fâniye nasip olacak duygulardan değildir. İkimize de ne mutlu.
İ. GALiP ARCAN
Bir süredir özel tiyatrolarımız, halkı sanat açısından yükseltmek ve toplum açısından aydınlatmak için, bin bir güçlüğe karşı didinerek, canla başla bir savaş veriyor. Seçkin sanatçı Ulvi Uraz’ım bu savaştaki önemli yolunu görmemezlikten gelmek mümkün mü?
25 yıl olmuş demek, metinler ve dekorlarla boğuşmaya başlayalı. Ama yalnız onlarla mı boğuşur tiyatrocu bizde. Özellikle devlete ya da belediyeye arkasını dayamamışsa. Bir de hesaplarla, bordrolarla, alacaklılarla, vergicilerle boğuşması var ki, işin en firaklı yanı da budur, eğer, polislerle de boğuşmak zorunda kalmıyorsa.
Ama dayanmak gerek. Dizleri üstünde doğrulabildikçe dayanacak elbette. Ne gelir elinden başka. Sanatçının kaderi de bu! Bir yanıyla büyük, bir yanıyla küçük kader. Uraz’ı hep başarı çizgisi içinde daha nice yıllar karşımızda görmek isteriz.
YAŞAR NABİ
Bir güzel iş için ömrünü harcamış, olmadık güçlüklere katlanmış, ama sonunda başarmış kaç kişi vardır. Türkiye’de Ulvi Uraz bu mutlulardan birisi.
Yirmi iki yıl önce Hasanoğlan’da tiyatro öğretmenimizdi. İçi can dolu, taptaze, ülkücü bir gençti o zaman. Yalnız sanatçı olarak değil, halka dönük fikir adamı olarak da dikkatimizi topluyordu. Bize Mahir Canova da derse geldi, Cüneyt Gökçer de. Ama Ulvi Hoca başkaydı. Sanatı daha başka anlıyordu. Halka daha başka bakıyordu. Ta o yıllarda belliydi. Yirmi iki yıl geçti, bugün neredeler? Ulvi hocayı sevmemek için insan deli olmalı.
Gerçi acı çekti. İşsiz kaldı, parasız kaldı. Dövüştü. Geri bırakılmış bir ülkede namuslu bir sanatçının yaşamıydı bu.
Ödün vermeden başka türlü olamazdı. Besi hayvan rahatlığı gerçek sanatçının hayatı olamaz.
Ulvi Uraz, birkaç büyük tiyatro adamı gibi bütün güçlükleri yenerek yeni Türk tiyatrosunu kurdu, gerçekleştirdi. Adı ölmezler arasına girdi. Artık geri dönülemez. Hababam Sınıfı, Yalova Kaymakamı, Masalar… Türk tiyatrosunun doruklarıdır.
Bu yaz Amasya’da TÖS şubesi adına Masalar’ı oynadılar. Hademe rolünde Ulvi Hoca, beş yüz Amasyalıyı tek bir yürek gibi avucunda topladı, kıvamına sokup hamur gibi yoğurdu. Yıllardır bu kadar başarıl bir rol seyretmemiştik. Gülüyorduk, ağlıyorduk, ne derse kabul ediyorduk. Gerçekten büyük sanatçı Ulvi Uraz. Tersini söyleyene rastlamadım.
Sahne dışındaki o çelebi kişiliği, alçakgönüllülüğü, içten halleri, inanmış insan rahatlığı… Evet, nerden baksanız Ulvi Uraz iyi yetişmiş, az sanatçılardan birisi. 25 yıl ne ki, bir 25 yıl daha seyredeceğiz onu, saygıyla sevgiyle…
Talip APAYDIN
Sanatını seven bir kimsenin, çeyrek asır süreyle çalışarak, çeşitli güçlüklere rağmen, başarılı bir sanatçılık düzeyine erişmesi önemsenmeyebilir. Ama memleketimizde son yıllarda önemli aşamalar geçirmiş bulunan ve çeşitli yönleri olan tiyatro gibi bir sanat dalında, başarılar kazanmak ve kendisine üstün bir yer sağlamak güçtür. Fakat işin daha güç yönü, bu işi yöneticilikle birlikte yürütebilmektir.
Sayın Ulvi Uraz, bu güç işi başarmış, sanatçı arkadaşları arasında sevilmiş, sanatını, öncelikle ve özellikle, para kazanma açısından değil, bir hizmet görme açısından görerek değerlendirmiş, seçkin sanatçılarımızdan biridir. Bu özellikleri ile, o, bir “patron” olmanın katı zevkinden çok, bir “hoca”, bir “baba” olmanın sıcak tadını tatmayı uygun görmüştür. Bunun için Türk tiyatrosuna daha çok hizmetlerde bulunacağına inanıyoruz.
Sayın Ulvi Uraz’a, sağlık dolu günler içinde, başarı zincirini sürdürmesini, bütün gönlümüzce diliyoruz.
Dr. Hidayet SAYIN
Değerli oyuncu ve tiyatro adamımız Ulvi Uraz’ın 25 yıllık sanat hayatın sahneye ilk çıktığı günden beri izleyebilen bahtlı kişilerden biriyim. Devlet Tiyatrosu açılmadan önceki Devlet Konservatuvar Tatbikat Sahnesi gösterilerinin, özellikle biz Ankaralı öğrenciler için Onuncu Yıl Ruhu’na benzer bir anlamı vardı. Daha da unutulmaz olan şey o dönem bu ruhu bize de geçirmeyi başarabilmiş olan oyuncalar. Devlet Konservatuarının 1943 mezunu Ulvi Uraz işte o günden bugüne o ruhu yaşayan ve seyircisine de yaşatan ender sanatçılardan biri oldu.
Yıl 1947. Ankara’nın Küçük Tiyatro’su “KÖŞEBAŞI” ile açılıyor. Bizler şimdi üniversite öğrencileriyiz. Yani her şeyi daha bir güç beğeniyoruz. Ama oyunun o unutulmaz Beybaba’sını nasıl yürekten alkışladığımı çok iyi anımsıyorum. Sonra yıl 1952. Önümüzde birer fincan kahve. Ulvi Uraz’la ilk kez yüz yüzeyim. Ne var ki kafamda artık bir türlü göklerden sokaklara indiremediğim Ulvi Uraz alışılmışın dışında; dünün öğrencisi, o günün oyun yazmaya ilk ürkek adamını atmış kişilerine karşı içten yüreklendirici. Bir Piyes Yazalım’ın rejisörlüğü ona verilmişti. Çağrısına bir ürkeklikle gittiydim. Ama o, kocaman kocaman ünler yapmış yazarlar nasıl ciddiye alınırsa bizi işte o denli ciddiye aldıydı. Ben yalnız Ulvi Uraz’ı 25 yıldır sahnede gördüğüm için değil, oyun yazarlığına ilk ürkek adımımı attığım gün beni ciddiye alan bir sanatçıya rastladığım için de bahtlıyım. Bugün ne zaman Uraz’a sahnede ya da bir fincan kahvenin başında görsem hep o günü anımsarım. Tiyatro oldu mu Ulvi Uraz hep o günkü gibi yürekli, hep o günkü gibi yüreklendirici çünkü. Yüzü hep halka dönük ve hep genç. Uraz 1952 yılında Bir Piyes Yazalım’ı sahneye koyamadı. “Bir yerlere götürüldü” dediler. 1952 yılı köşebaşı’sının rol dağıtım listesine bakıyorum. Beybaba’nın karşısında bu kez bu yüzden adı yok. Ama ne çıkar? Ulvi Uraz bugün yine sahnede. Yine büyük oyuncu ve daha da önemlisi, yine genç. Yani kavgacı ve inatçı ve vazgeçmez ve kendi kafasınca bir tiyatroyu orda yaptırmazlarsa burada… “Hükûmet” yıllar önce ona “hayır” demişti ya, o da yıllardır bu hayır’a “evet” diyor, seyircisine de “evet, evet” dedirtiyor. Daha nice vazgeçmez ve vazgeçilmez 25 yıllara…
Adalet AĞAOĞLU
Aziz meslektaşım.
Bin bir çeşit, bin bir cefa bazen ama çok az (Safa) ile geçen 25’inci san’at yılını tebrik eder, daha nice yıllar, böyle ayakta kalmanı temenni ederim.
Kolay değil 25 yıl; güne vursak dokuz bin yüz yirmi beş gün, saate vursak, iki yüz on dokuz bin saat.
İnsan şu kısacık ömrünün iki yüz on dokuz bin saatini bu cefalı mesleğe verir, didinir, yıpranır, sonra ne olur, hiç. Birkaç şatafatlı yazı. Birkaç alkış.
Hani tekaüdiyen. Hani insanın çalışamayacağı günlerdeki garantisi.
Ya Ulvi’cik.. Bunları hep bilir, hep söyleriz de yine bu tahtadan vaz geçemeyiz. Nedir bu tahtanın sihri, kerameti.
Var bir şey işte, ama ismi yok… İyisi mi yine gözlerimizi kapayıp yapalım vazifemizi.
Muammer KARACA
Ulvi Uraz, yurdunu, insanını seven bir tiyatrocu olarak çeşitli sıkıntılara göğüs germiş, kendine reva görülen eziyetlere yiğitçe katlanmasını bilmiş, işinin ustası olduğunu tartışmasız kabul ettirmiş büyük bir oyuncudur. 25 yıllık mücadelenin kazandırdığı gurursuz bir onurun heyecanını ve mutluluğunu yaşamaktadır bugün.
Ama bence, Ulvi Uraz’ın çok değerli bir yanı daha var: O da geri bırakılmış bir ülke olan yurdumuzda tiyatrocunun halkına olan borcunu ta başından beri görmüş olması, bu yolda üzerine düşen sorumluluğu seve seve yüklenmesi. Bu yürekli tiyatro adamına daha parlak başarılar, daha büyük mutluluklar dilerim.
S. Günay AKARSU
Ulvi Uraz’ın tiyatro alanındaki uğraşı, 25. yılı dolduruyor. Bu uğraşının bittiğini sanmıyorum, olumlu ve etkili yönde başarıyla süreceğini umuyor ve diliyorum.
Ulvi Uraz başlangıçta öncü olarak, bu ülkede tiyatro sanatının yerleşmesi için sonsuz çaba göstermiştir. Daha sonra kendi tiyatrosunu kurarak, kendi özel duyum ve anlayışı açısından halkla olumlu bağlantısını kesmeden, geleneksel tiyatromuzun verilerini batılı bir biçimde yorumlayarak, sanatında yüceliklere erişmiştir. 25’inci sanat yılında sahneye koyacağı oyunlar bile bu anlayışa bir belgedir.
Ulvi Uraz tiyatro sanatımızın kaçınılmaz ve vazgeçilmez bir öğesidir.
Orhan DURU
Kardeşim Ulvi,
Güzel bir rastlantı bu. Benim de 25. meslek yılım.
Sanırım, aynı yılda doğup, aynı yılda tiyatroya başlayıp, aynı yolu yürümüşüz… Tiyatro aşkınla, yönetmecilik ve aktörlük sanatındaki büyük değerinle, genç Türk tiyatrosuna renk katan sayısı az sanatçılardansın. Bu mutlu gününde seni candan kutlarım.
Mücap OFLUOĞLU
Bizim kuşak, elliye merdiven dayadı, geçti. Yazarlar, Orhan Kemal, ben; şairler, Melih Cevdet, Necati Cumalı, Salâh Birsel vb. yaşımızı aldık yürüdük. Yine sanat yolunda Ulvi Uraz’dan Mahir Canova’ya dek tiyatro bölümündeki arkadaşlar da elliye merdiven dayayıp geçtiler, geçiyorlar. E… elbette sanat yolunda yirmi beşinci, otuzuncu yıllarımızı bulmuş oluyoruz.
Ulvi’nin arkadaşlığı, özel dostluğumuz bir yana, “Yirmi beşinci yılı sanat hayatının” denince, gözümün önüne, yıllarca önce seyrettiğim “Cengizhan’ın Bisikleti” adlı oyundaki rolü ile geldi. Ola ki Ulvi, bu rolünden çok daha önemli rollere çıkmıştır, oynamıştır da… Sonra yine Ulvi’yi birçok oyunda ve rollerde gördüm. Ama yukarıda adını andığım oyundaki rolünü unutamıyorum. Bence Ulvi Uraz, adı büyük oyunların, adı büyük rollerin sanatçısı değil, ama adı küçük sayılan insanların, kişilerin büyük temsilcisi, sanatçısıdır. Sanat yolunda nice yıllara…
Samim KOCAGÖZ
Ulviciğim,
Sen Türk tiyatrosunda HALK diye, yani seyirciden başka bir hitap ölçüsünü, sade tiyatrocu olarak değil, sosyalist-tiyatrocu olarak, ilk ileri sürmüş adamsın. Benim sence güzel ilgim, bunu yaptığından öte, bunu yapmaya yetenekli en güzel insan oluşundan dolayı. Ulvi’ciğim, benim en güzel zamanlarımı, en güzel özlemlerimi senlen paylaşacağım için, Kandilli’de geçmişi kandilli bir arkadaşınım. Kınalı’dan geldim, ondan gideceğim.
Can YÜCEL
Ulvi Uraz 25. sanat yılını dolduruyor. Ulvi ile dostluğumuz 1946 yılından başlar. Ulvi o sıralar, Cebeci Konservatuvarını yeni bitirmiş. Tatbikat sahnesi temsillerini izleyenlerin adını, konservatuvar duvarlarını aşırarak Ankara’nın dört köşesinde tekrarladıkları cevher dolu bir aktör, ben umutlar içinde bir şair.
Sık sık karşılaştığımız olurdu. Ulvi ne zaman oyun yazacağımı sorardı, her karşılaşmamızda. Yıllar geçtikten sonra Ulvi’yi bana, daha bazı yazar dostlarına bu soruyu sormaya iten nedenler daha açık çıktı ortaya. Ulvi, ilk gençlik yıllarından bugüne dek sürdürdüğü o ilgiyle, kendi çağdaşı, akranı, kendinden sonra yetişen kuşakların şairlerinden, yazarlarından oyun istiyor, oyun bekliyor. Kendi tiyatrosunda salt yerli oyunlara yer vermekle, bu ilgisindeki tutarlığı durmadan tanıtlıyor.
Ulvi sahnede 25. yılını dolduruyor.
Geride bıraktığı 25 yıl kolay aşılmış bir 25 yıl değildir Ulvi’nin. 1943’lerden başlayıp, sekiz yıl hızla yükselen bir grafiği var sanatının. Devlet tiyatrosu aktörüdür o yıllarda. Arar, araştırır, tükenmez, enerjisiyle aldığı her rolü şaşılacak bir yoğunluğa ulaştırır.
Sonra, karanlık bir dönemde, inançlarının, heyecanlarının Ulvi’yi sahneden ayırarak duvarlar arasında çile doldurmaya iten yıllar geliyor. 1957’de, toplum içinde, sanat gücü, yetenekleriyle, yalnız, işsiz, tiyatrosuz bir vatandaştır Ulvi. Hayatını gene sanatına dayanarak kazanacaktır. Dublaj işleri, film çevirmek derken 1958’de sahneye daha da ustalaşmış, birikmiş olarak döner. Seyirci onu, o seyirciyi özlemişlerdir. Aralarındaki sevgi bağının kurulması için bir bulvar piyesinin sağladığı olanaklar Ulvi’ye yeter. Sanatına inandığı her sanatçıdan elindeki olanakları esirgemeyen Haldun Dormen tiyatrosunda, Ulvi ile seyircilerini birbirlerine kavuşturur.
1960’tan sonra Ulvi, tasarladığı aşamaları gerçekleştirir, kendi tiyatrosunu kurma yoluna girer.
İyi bir sahne oyuncusunun en benimsediğim anlamı şudur: Oyuncu, aradan yıllar geçtikten sonra da sahnedeki çizgileriyle belleğinizde yaşar, gözünüzün önünden gitmez, durmadan size oyununu hatırlatır. Yıllar geçti, Köşebaşı’ndan bende kalan Ulvi’nin Beybabası’dır. Onikinci Gece’deki Soytarı’nın final sahnesini, hâlâ tiyatrodaki yerimden dinler gibiyim. Şehir Tiyatrosunda oynadığı rollerden Polonius’unu, Mezarcı’sını unutan kim?
Tanıdığım Ulvi, oynadığı bunca oyundan sonra, hâlâ büyük oyun olanakları saklayan bir oyuncudur. Durmadan taşan, yaratıcı yönü ağır basan bir oyuncudur. Ele aldığı diyaloglar onda durmadan çağrışımlar uyandırır. Kompozisyonuna varması için çoklukla buluşları arasında seçim yapabilecek bir karar, bir durulma, süresi geçirmesi gerekir. Bu süreyi değerlendirdiği rollerinde her zaman unutulmaz tipler yaratır.
Bugün Türk oyun yazarının yaşadığı, geçirdiği bütün eğilimleri Ulvi’nin sanatında da görebilirsiniz. Oyunculuğuyla çağdaş oyun yazarının paralelindedir; Türk tiyatrosunun bu doğuş, bu gelişme döneminde çağdaş oyun yazarıyla yan yanadır o. Karagöz’den orta oyunundan nasıl yararlanılabileceği, kendi hayat izlenimlerini gerçekçi bir görüşle nasıl sahneye aktarabileceği, klâsiklerden, batılı tiyatro ustalarının oyun anlayışlarından sahnemize neler getirilebileceği, çağdaş Türk oyun yazarı için nasıl çözüm yolları bekleyen sorunlarsa, Ulvi için de oyuncu olarak o türlü sorunlardır.
Özel bir tiyatroyu yaşatmanın türlü güçlükleri vardır. Ulvi’nin bütün bu güçlükleri aşması, bugün için seyirciyi etkileyen ters akımlara karşı koymakta devam etmesi, dostu olarak candan dileğimdir. 25 yılda, Türk sahnesine yaptığı hizmet, Ulvi Uraz adının saygıyla anılmasına değer. Ulvi’ye başarılarını sürdüreceği uzun yıllar dilerim.
Necati CUMALI