SÖYLEŞİ: İLAYDA BUSE UYAR
1. Ulvi Uraz ile nasıl tanıştınız? Bir tanışma hikayeniz var mı? Aklınızda kalan anılarınızdan bizimle paylaşmak istediğiniz bir anı var mı?
Konservatuvarda daha talebeydim ben. İkinci ya da üçüncü sınıf öğrencisiydim. Ama parazit öğrenciler olduğumuz için her öğrenci gibi tiyatrolarda iş kovalıyorduk. Konservatuvar üçüncü sınıftayken bir yıllığına okulu dondurup Londra’ya gitmiştim. Londra’dan döndükten bir yıl sonra Ulvi Uraz Tiyatrosu’na girdim. Orada Müjdat Gezen dedi ki; Ulvi Uraz kadro yapıyor, Sezar için gel orada oynayalım beraber ben de varım, dedi. Muhteşem bir kadroydu, çok güzel bir kadroydu. Müjdat Gezen vardı, Ali Yalaz vardı, Zihni Küçümen vardı, Peri Han vardı, Tolga Cin, Ercan Yazgan, Ulvi Bey’in kendisi tabi, ben de girdim kadroya. Ahmet Günhan o da var. Hep beraber ne oynayacağız Hababam Sınıfı. İlk defa oyun bir yıl Ulvi Uraz koymuş sahneye Zeki Alasya, Metin Akpınar falan Kemal Sunal onlar var kadroda onlar ayrılmışlar ama oyun çok tutuluyor devam ediyor, Ulvi Bey yeni kadro yapıyor. Müjdat dedi ki gel, geleyim dedim oldu. Gittim ne oynayacağım hoca dedim Ulvi Bey’e dedi ki; Hababam Sınıfı Rıfat Ilgaz Tulum Hayri. Ya dedim hoca Tulum Hayri şişman, ben o zaman çok zayıfım. Zeki Alasya oynamış dedim. Zeki Allah için iri yarı yani göbekli bir arkadaşımız, dedi ki sana göbek yaptıracağız ya uzatma. Göbek yaptırdılar bana. Şehir tiyatrosunun terzileri dikmişlerdi. Kocaman bir göbek yapıldı. Çok doğal duruyordu. Ben o göbeği takıyordum çıkıyordum ki Tulum Hayri oynuyordum her gün. Tempolu da bir oyun koşuşturmacalı bir oyun. Oyunu da biz sürüklüyoruz. Ulvi Bey ufak rol oynuyordu oyunda.
-Öyle mi?
Evet öğretmenlerden birisini oynuyordu. İki tane sahnesi vardı. Ama oyunu Müjdat ben Ercan Yazgan, Ahmet Gülhan, Tolga Cin sürüklüyoruz böyle. Ama tabi ki Ulvi Uraz büyük isim şeyde oynuyoruz Karaca tiyatroda. Muammer Karaca’nın tiyatrosunu kiralamış Ulvi Bey. 18:00 oyunlarını biz oynuyoruz, akşamları da Muammer Karaca oynuyor. Haftada bir gün filanda geceleri de biz oynuyoruz böyle ama her gün oynuyoruz ve kapılar kırılıyor. Muammer Bey çok sinirlenirdi. Biz Muammer Karaca’nın oyunundan daha çok iş yapıyorduk. Hayır ona çalışıyoruz yine. Bizim tiyatro da ona çalışıyor. Ulvi Bey’in tiyatrosu 18:00 ‘da oynuyoruz yüzde veriyor. Zaten hasılatın yarısı gidiyor ama Muammer Bey çok kıskanırdı, biz de sefasını sürerdik orada. Ama çok güzel tiyatroydu. Bugün Muammer Karaca tiyatrosu bir müze halinde Beyoğlu’nun göbeğinde duruyor. Zannediyorum belediye aldı galiba son öğrendiğime göre artık şey yaptığım için. Hiç girmeyelim buraya Muammer Karaca tiyatrosu meselesine sonra ayrı bir konu bu çünkü. Bir sürü tiyatro o halde sadece oradan bahsetmem doğru olmaz o kısmı atlayalım. Karaca tiyatrosunda oynuyorduk Muammer Karaca’nın tiyatrosunda. Arkadan şeyi oynadık, Refik Erduran’ın Kartal Tekmesi. Ulvi Bey bana orada çok büyük bir rol verdi. Çok keyifli bir kadroydu. Sonra arkadan Utanmaz Adam sahneye konuluyor. Utanmaz Adamı da Ulvi Uraz oynuyor. Biz de öbür rolleri oynuyoruz. Giriyoruz çıkıyoruz beşer altışar rol oynuyoruz. Böyle, provalar ilerlemiş vaziyette. Ulvi Bey bir gün provayı durdurdu arkadaşlar dedi bir dakika bir şey söylemek istiyorum. Ben dedi bu tiyatronun patronu ve starı olduğum için doğal olarak başrolü ben oynuyorum ama ben burada bir yanlış yapıyorum. Bu rol bana uygun değil, dedi. Fiziğime de uygun değil. Yaşıma da uygun değil. Ee ne olacak hoca, ne yapacağız? Onun için bu rolü dedi arkadaşımız Ali Poyrazoğlu oynayacak. Ben onun ufak rollerine geçiyorum. Bu görülmemiş bir şey yani. Patron başrolü bana devrediyor. Kendi ufak rollere geçiyor. İlerle kardeşim sen buradan diyor. Ben tabi önce çok panik yaptım. Yetmiş sayfa konuşuyor Utanmaz Adam. Ondan sonra hoca dedim ben daha konservatuvardayım bitirmedim henüz. Ben seni çalıştıracağım dedi. Yahu dedim ağır gelmesin bana bu rol. O rolü bana oynattı Ulvi Bey beni çalıştırdı. Ben o rol ile yıldız oldum, star oldum. Bütün İstanbul beni konuştu. İlk defa ben geniş tiyatro seyircisi kitleler tarafından o rolle keşfedildim. Sonra arkası geldi. Kapıyı aralayan insan oldu benim hayatımda Ulvi Bey. Kıymeti bilinmeyen bir sanat insanıydı. Oyuncu değildi Ulvi Bey bir tiyatro adamıydı. Yazan, çizen, düşünen, yöneten, fikirlerini paylaşmaktan çekinmeyen cesur siyasi görüşlerinin arkasında durmasını bilen, ayakları yere sağlam basan aydınlık bir insandı ve bize çok şey öğretti. Evet ben okul mezunuyum. Konservatuvarlıyım. Dışarda da okudum. İngiltere’de Fransa’da ama Ulvi Bey’den de iki konservatuvar kadar şey öğrendiğimi itiraf etmeliyim. Hepimizde ben de Zeki Alasya, Metin Akpınar, Ahmet Gülhan, Ercan Yazgan, Müjdat Gezen Kemal Sunal, Ali Poyrazoğlu hepimizde çok büyük emek vardır. Ulvi Bey’den çok şey öğrendik. Filmlerde de çok başarılı oynuyordu. Dönemimin çok ünlü bir oyuncusuydu ve tiyatro yöneticisiydi ve film oyunsuydu. Ama sonra yavaş yavaş hocanın yaptığı ettiği öğrettiği duruşu yaşama karşı sağlam duruşu muhalif tavrını akıllı bir zemine dayandırışı görmezden gelindi ve unutulmaya terk edildi. Unutuluş kuşunun kanatlarına bindirildi diyelim. O çok kıymetli çok değerli bir insandır. Sadece tiyatroda değil bize akşamları oyundan sonra bir kadeh bir şey içeceğiz de konuşacağız da sohbet edeceğiz de dışarılarda oralarda buralarda oturmaya paramızın yetmediğini de biliyor. Yani haftanın aşağı yukarı beş gecesi oyundan sonra bizi alır eve yemeğe götürürdü. Eşi Selçuk Uraz çok ünlü bir piyanistti. O da çok çok ünlü bir piyanistti. O evde yemek hazırladı. O çok mütevazı bir evi vardı. Evde hiçbir şey yoktu. Yemek masası vardı. İki tane koltuk bir de kocaman kuyruklu bir piyano. Başka bir şey yoktu. Öyle mala mülke eşyaya filan gönül vermişlerden değildi. Ama hem patronumuzdu hem hocamızdı hem bize sahip çıkan, zihnimizi aydınlatan birisiydi. Bütün çalıştıklarına çok oyuncuyla çalıştı yıllarca tiyatrosunu ayakta tutmak için çok fedakârlıklarda bulundu. Ama ondan biz de seyirci de çok şey öğrendik. Bir de Türk tiyatrosunda artık sonra keşfedildi. Sinemada kaç kere çekildi, televizyonda kaç kere oynatıldı falan. Hesaplamaya imkân yok ama Hababam Sınıfı efsanesini yaratan adam aslında Rıfat Ilgaz’ın öykü kitabını alıp, oyun haline getirip sahneleyen, gün ışığına çıkaran geniş kitlelerin gün ışığına çıkaran insan Ulvi Uraz’dır. Sinema Ulvi Uraz’dan sonra keşfetti Hababam Sınıfını. Aa dediler yıllardır dolu oynuyor, kapılar kırılıyor. Ee o zaman biz bunu filme çekelim, diye başladı. Ne tuhaftır ki çektiler. Ulvi Bey Hababam Sınıfında hocalardan birini oynuyordu. O kadar Hababam Sınıfı çekildi hiçbir tanesinde Ulvi Uraz’a rol verilmedi. Aranmadı bile. Hatırlamıyorum hiç. Ama tarihleri karıştırıyor olmayayım. Denmesin ki Hababam Sınıfı çekilmeden Ulvi Bey göçmüştü gitmişti. Tam hatırlamıyorum ama siz bir bakarsanız. Not edip bakalım yanlışlık olmasın burada, Ulvi Beyin ölüm tarihi ile Hababam Sınıfının ilk çekim tarihlerini bir karşılaştırın. Çok şey öğrendik sonra Ulvi Uraz’la bir sürü şey oynadık. Piyes oynadık ve yani uzun Anadolu turneleri yaptık. Yıllarca beraber uzun zaman beraber çalıştık. Üç oyunda Hababam Sınıfı, Kartal Tekmesi, Utanmaz Adam. Sonra ayrıldık. Sezon bitti herkes kendi yolunda başka tiyatrolara gittik. Ama Ulvi Uraz tiyatrosu Ulvi Uraz’ın yaşama karşı bakışı, duruşu, felsefesi zihnimizi aydınlattı. O dönemde çok gençtik. İhtiyacımız vardı bilgilendirilmeye. Bir ustanın çıraklığında ondan çok şey öğrendik.
Soru: Sizin ilk çalıştığınız tiyatro muydu Ulvi Uraz Tiyatrosu?
Cevap: Yok hayır daha önce Arena Tiyatrosunda çalışmıştım. Dormen’de çalışmıştım. Oradan yükselişe geçtim. Daha doğrusu Gülriz Sururi, Engin Cezzar beni Ulvi Uraz’ın Utanmaz Adam oyununda seyrettiler, sonra Gülriz Sururi ve Engin Cezzar bana tiyatrolarının ortaklığını teklif ettiler. Ulvi Bey’den ayrıldım. Gülriz Sururi-Engin Cezzar tiyatrosunda ortak oldum ve orada çalışmaya devam ettim onlarla. Hee yani Ulvi Bey yolumu açtı. Sadece benim değil, birlikte çalıştığı bu bir sürü isim saydım herkesin yolunu açtı. Ama seyircinin de zihnini açtı. Bir de geleneksel oyun türlerinden açık biçim oyunlardan orta oyunundan Karagöz’den yola çıkarak köy seyirlik oyunlarından yola çıkarak yeni bir milli bakış, milli demeyelim farklı bakıştan yani gelenekten yola çıkan bir modern Türk tiyatrosunun peşine takılmıştı. O hayali vardı. O konuda bize de çok şey öğretti. Bizim de zihnimizi parlattı. Ayrıca birçok yazara da oyunlar yazdırarak o tarz tiyatronun diyelim yerli etik tiyatro diyeyim açık biçim tiyatro diyeyim kolay anlaşılması için öncüsü oldu Ulvi Bey. Onun yol göstermesiyle yola çıkarak işte Rıfat Ilgaz’ın Hababam Sınıfı yazıldı. Arkadan Haldun Taner Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ı yazdı. Efsane bir oyundur.
Soru: Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım oyununda hem siz hem Ulvi Bey oynamıştı değil mi?
Cevap: Çok tuhaf hikayedir o. Ulvi Uraz Küçük Sahne’de çalışıyordu. O zaman Küçük Sahne onundu. Tiyatrosu oradaydı ve Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ı orada sahneye koymuştu. O da efsane bir oyun. Bilinen çok bilinen Türk tiyatrosunun önemli oyunlarından birisi köşe taşlarından birisi. Ben tiyatromu kurdum ve Küçük Sahneyi kiralamıştım kendi tiyatromu kurduğumda, küçük sahneyi kiraladım orada başladım ve şeyi oynamaya karar verdim aradan zaman geçmişti, epey bir zaman geçmişti Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım’ı oynamaya karar verdim. Haldun Bey’e söyledim. Haldun Bey dedi ki; Ulvi Bey’den de izin aldın mı peki hocadan. Ben hocayı aradım dedim böyle böyle. Şey yapacağım ben oynayacağım izin verirseniz Gözlerimi Kaparım’ı, sen benden daha iyi oynarsın dedi. İltifat etti bana tabii böyle bir şey söz konusu değil ama yüreklendirdi beni, çok cesaret verdi.
Soru: Hocam nasıl hissetmiştiniz o cümleyi duyduğunuzda?
Cevap: Yani o tabii beni yüreklendirmek için söyledi, benim de öyle bir iddiam yoktu tabi yani öyle bir şey yok. Hocadan daha öyle herkes kendi şeysiyle her oyuncu buna şey olarak diyelim ki yani daha kolay olur, herkes kendi hamletini oynar ya da herkes her karakteri kendi üslubuna göre yorumlar. Onun bilincindeyim ben. Yani onun oynadığını oynamak istemiyordum, onun gibi oynamak istemiyordum, kendim nasıl oynayacağımı merak ediyordum ama doğrusu beni yüreklendirmişti.
Soru: Peki ilk oynadığınızda prömiyerinde nasıldı, seyircinin tepkisi nasıldı?
Cevap: Yani iyiydi, çok iyiydi çok tuttu oyun. 700 temsil oynadım ben Gözlerimi Kaparım’ı. Her yerde çok tutan bir oyundur o. Devlet oynadı, sonra şehir tiyatrosu oynadı özel prodüksiyonlar yapıldı, müzikal yapıldı. Yani herkes bir şey yapmıştır onunla.
Gerçekten herkes kendi bakış açısıyla bir şeyler denedi hocam ama sizinkinin akılda kaldığı ve hiç çıkmadığı bence aşikâr. Ulvi hocanın da keşke izleyebilseydik tabii ki ama şu anki durumlarından bile ben heyecanlanıyorum açıkçası.
Bu şöyle bir şey çıkıyor ortaya, bu eski ustalardan Türk tiyatrosunun çınarlarından büyüklerden geriye hiç doğru dürüst bir kayıt yok. Yani Muhsin Ertuğrul’un oyunlarından bir kayıt yok. Vasfi Rıza’dan yok, Medya Muhatit’den yok, ne bileyim Reşit Gürzap’tan yok Cüneyt Gökçen’den bir iki tane var galiba ama efsane oyunlar oynamıştı. Evet yani çok saymakla bitmez. Gülriz Sururi, Engin Cezzar’dan bir tane galiba şey var ya da iki tane oyunun kaydı var hiçbir şey yok ortada. Kenterlerin doğru dürüst hiç oyunlarını kaydedilmiş hali yok. Dijital çağda yaşıyoruz, o tiyatrolardan söz ediyoruz insanlar merak ediyor, görmek istiyor, bilgilenmek istiyor. Okullarda okuyan insanlar okumak, bakmak, üzerine tezler yazmak, kitaplar yazmak istiyorlar. Görüntülü bir hafıza yok. Israrla bunun takipçisi olmaya çalışıyoruz. Şu anda tabii kendimiz yapıyoruz tiyatrolar olarak bazıları son yıllarda oynadığımız teknolojideki gelişmeden dolayı son yıllarda oynadığımız ne bileyim 10 yıldır oynadığımız oyunların kayıtları var. Hadi diyelim 15 yıllık repertuarı kaydı var Ali Poyrazoğlu tiyatrosunun öbür tiyatroların bir kısmında da var bir kısmı oynuyoruz, oyunlar uçuyor gidiyor rüzgârda kayboluyor. Halbuki bu hafızası yerli yerine Alzheimer’e uğramamış bir toplum olmak için kültürel hafızamızı kayıt altına alarak korumak zorundayız. Bunu yapmak devletin işi tabii ki. Bakanlığın işi böyle bir arşiv oluşturmak. Belki şehir tiyatrosunda devlet tiyatrosunda yani ödenekli tiyatrolarda son yıllarda kayıt altına alınmış oyunlar vardır ama Türk tiyatrosunun çok büyük bir yelpazesi olan, özel tiyatroların yaptığı çalışmaların kayıt altında olmadığını biliyorum. Büyük bir kısmının o çok üzücü bir şey bir bellek kaybı büyük bir bellek kaybı.
Şu an ne bileyim Ulvi Bey’in Murtaza’sını şimdi seyretsek Orhan Kemal’in Murtaza’sını oynamıştı, döktürmüştü yani. Baba evini oynamıştı. Çok iyi oynamıştı ne bileyim birçok oyunlar Zabit Fatma’nın Kuzusu mesela, bilinmeyen metni de kaybolan Oktay Rıfat’ın efsane bir oyunu bugün teksi bile yok. Bulunamıyor. Arıyoruz bulamıyoruz bir sürü şey kayıp oluyor. Ulvi Uraz çok önemli birisiydi. Tiyatroda hem hoca olarak hem oyuncu olarak hem fikir insanı, düşünce adamı olarak çok çok önemli birisiydi. Ondan ne bileyim modern tiyatroyla ilgili yeni bakışlara Fransız tiyatrosunda da bugün neler olduğuna o gün neler olduğuna dünyada tiyatrodaki yeni değişimden siyasetteki yeni değişimlere, yani çok şey öğrendik. Sadece biz öğrenmedik tabii ki, ben şimdi sadece biz tiyatrocular açısından bakmak istemiyorum meseleye. O zaman getirdiği heyecanla yeni ve bir farklı seyirci yetişmesinin de kapısını aralamıştır. Bu çok önemlidir seyircinin farklı bir açıdan farklı bir gözle de tiyatroya bakması, farklı bir zihin haliyle oyunları izleyip gündemini değiştirmesi. Farklı bakışlarla tiyatrodan çıkması için çok uğraştı.
Soru: Nasıl bir bakış açısı getirmişti hocam?
Cevap: Yeni seyirci, farklı seyirci, farklı bakan seyirci yetiştirmek için yolu açanlardan en önemli insanlardan birisidir. Ben de ondan öğrendiğim ile seyirci yetiştirmenin de oyuncu yetiştirmek, yazar yetiştirmenin de ışıkçı yetiştirmenin de gişeci yetiştirmenin bile tiyatro gişecisi yetiştirmenin bile işin çok önemli bir parçası olduğunu ondan öğrendim.
Peki hocam hani dediniz ya, o tiyatroya yeni bir bakış açısı seyirciye yeni bir bakış açısı kazandırdı. Hatta şu an Ali Poyrazoğlu tiyatrosu da bu bakış açısından bir çınar gibi durmaya çalışıyor.
Evet tabii, ben her zaman söylüyorum ki tiyatro gidilen bir yer değildir, incelenen bir yer değildir. Tiyatro kapıdan çıktıktan sonra yeni düşünceler, yeni bakışlar, yeni heyecan yeni gülen düşüncelerle yarına yeniden farklı bir başlıkla başlayacağınız şekilde sizi manen zenginleştiren bir yerdir tiyatro. O yüzden 2.500 yıldır tiyatro dünyadaki bütün değişime rağmen ayakta durabiliyor. O yüzden bugün bütün tiyatrolar dolu, o yüzden bugün oyunlarımıza genç seyirciler geliyor. O yüzden insanlar değişimi, farklılığı, farklı bakışları görmek istiyorlar, izliyorlar. İzleyip manen zenginleşmek istiyorlar.
Peki hocam Ali Poyrazoğlu tiyatrosu da o çınardan gelen ama hala da ayakta kalan bir ağaç olarak şunu sormak istiyorum ben o bakış açısına, tiyatro dünyasında dünden bugüne neler değişti ve neler aynı kaldı sizce?
Oo bunun üstüne beş cilt kitap yazılır ya. Yani dünyadaki değişim ve ülkedeki değişimin dışında tutamazsın hiçbir şeyi. Her şey kültürel yapı, çağla birlikte içinde olduğu ülkeyle birlikte dünyadaki değişiklikle birlikte kendisi de yapı da bir değişime uğruyor tabii ki. Bir dergide cevap verilebilecek bir şey değil ama gençler var, arayış yapanlar var, deneyenler var, oturmuş kurumlaşmış tiyatrolar var, seyirci biriktirmiş tiyatrolar var, biriktirmeye çalışan yeni başlamış olan tiyatrolar var. 30 kişilik 40 kişilik tiyatrolar da var 1.000 kişilik tiyatrolar da var. Biz örneğin Ulvi Uraz’a gitmeden önce kendi tiyatronuza kurmuştuk. Şehir tiyatrosunda, figüranlıktan ayrıldık. Müjdat Gezen, ben, Savaş Dinçer, Celile Toyon, Haldun Ergüvenç, Süel İzat, Demircan Tükdoğan. Grup 6 adında bir tiyatro kurduk. Türkiye’deki ilk ufak, ufağın da ufağı tiyatro, bu hareket var ya şimdi hani her yerde tiyatro minicik yerlerde bile oyunlar oynanıyor. Oda tiyatrosu, oda tiyatrosundan küçük tiyatrolar. Onu ilk biz yaptık. 30 kişilikti bizim tiyatromuz Yenikapı’da. 30 kişilik bir tiyatroydu.
30 kişilik bir tiyatrodan dev sahneler dev prodüksiyonlara.
Bir sürü tiyatro çıktı o 30 kişilik tiyatrodan. Ama bu gençlik cesaretiyle ve çılgınlıkla ve parasızken sıfır parayla, bu otuz kişilik tiyatroyu kurduk. Ben oyunlar çevirdim. Oynadık yani. Oradaki repertuarıma bakıyorum şaşıyor aklım yani. Luigi Pirandello çevirmişim. Ağzı Çiçekli Adam, arkadan bir tane TENNESSEE WILLIAMS’ın Dikkat Yıkılma Tehlikesi var oyunu. İlk defa çevirdim, oynadık. Bir Fransız oyunu Moristinyon’dan Bir Yolcu diye oyunu, Moyejör. Arkadan Alfonz Ale? Bizde bilinmiyor. Ünlü büyük bir mizahçı, Fransa’nın Aziz Nesin’i diyeyim. O oyun… Düşünün o otuz kişilik tiyatroda oluyor bunların hepsi. Müjdat itiraz ediyor bana. Hep diyor ki; ya gavur repertuvarı oldu ya bu, diyor tamamen, yerli oyun olmayacak, onun üzerine Cahit Atay’ın oyunlarını alıyoruz. Onları oynamaya başlıyoruz. Hepsi bu 30 kişilik tiyatroda, o genç yaşın verdiği heyecan, cüret, cesaret ustalara saygı, seyirciye saygıyla oluyor. Bu işte saygı çok önemli. Hiç kimse ne siyasette ne sanatta ne ticarette her şeyin kendisiyle başladığını iddia etmemeli. Bizden önce bir şey yoktu. Her şey bizle başladı, bizle gider. Hayır her şeyi bizden önce var. Biz devredilmiş merası devralmış insanların kendi süzgeçlerinden geçirip süzdüklerini devralıyoruz. Onun üzerine kendi duruşumuzu, iş yapışımızı söylemimizi, söyleşimizi, inşa ediyoruz. Sonra da gelecek kuşaklara geçiyor onlar. Biz başkalarından öğrendik, bize miras kaldı. Kalanlardan aldıklarımızı süzdük, kendimize göre yorumluyoruz. Hayat böyle bir döngü çünkü. Alıyorsun kendine göre yorumluyorsun, kendi sesini içine ilave ediyorsun sonra o gidiyor geleceğe gidiyor. Onun için ustalara saygı, mesleğe saygı çok önemli. Biz saygılı olmanın bizi çok motive edeceğini ve başarılı kılacağını düşünüyorduk. Mesleğe saygı, oyunculuk sanatına saygı, tiyatro sanat dallarına saygı, bütün sanat dallarına saygı. Tiyatroyla birlikte sosyoloji, felsefe, politikayla ilgilenmenin bu konularda okumanın edebiyat derin derin okumanın çok önemli olduğunu ancak o zaman çok okursak romanları bitirirsek, klasikleri okursak, klasik tiyatro oyunlarını okursak, üzerlerinde çalışırsak sosyolojiye, felsefeyle, psikolojiyle ilgilenirsek iyi oyuncu olacağımız prensibini Ulvi Uraz öğretti bize. Sadi oyunculukta şey oyunculuk tekniklerini öğrenerek bu tiyatrocu olunmaz bunları bunları bunları bunları bunları bunları okuyup, şunların şunları şunları dinleyip, bunları bunları da izleyip zenginleştirirsen kendini, ruhunu, bakışını ve duruşunu doğru düzgün bir tiyatrocu olursun belki demişti. Ulvi Uraz’ın bakışıdır bu. Benim de bakışım oldu. Öyle demişti. İyi ki bize öyle bir yol açmış, biz de o yolda bizimle yürüyen öğrencilerimizin aydınlanması için uğraşıyoruz.
Soru: Hocam ben de onu soracaktım, bu usta çırak ilişkisi hâlâ sizin tiyatronuza da devam ediyor değil mi?
Cevap: Gayet tabi devam ediyor. Usta çırak ilişkisi çok önemli bir şey. Bizde şu şekilde devam ediyor. Yani kendinin usta olduğunu düşünüyorsan, yaptığın işte bir ustalık çizgisine eriştiğini düşünüyorsan, burada yapılacak tek şey vardır. Tekrar geldiğin noktadan çıraklığa geri dönmek. Değişen koşullarda yeniden keşfetmek, kendini ve yaptığın işi. Usta mısın usta olduğunu mu iddia ediyorsunuz, fevkalade kanıtla. Çıraklığa geri dön, yeni baştan öğren yeni baştan şekillendir kendini. Yeni baştan değişimi ve farklı düşünceyi yakala. Her gün yeni baştan, her gün yeni baştan her gün yeniden, her gün yeniden.
Soru: Siz hala bunu, bu düşünceyi koruyor musunuz hocam. Her gün yeni bir gün gibi uyanıyor musunuz? Sizin için her gün yeni bir gün müdür?
Cevap: Gayet tabii ben her sabah, her sabah yeniden keşfedebilmek enerjisiyle uyanıyorum.
– Ne güzel umarım diğer sanatçı adayları da bu enerjiyi kaybetmezler, sizin izninizle Ulvi hocanın izinizden giderler.
… umarım değil onlarda güzel bir enerji var da. Umarım önleri açılır. Umarım gerekli destekler sağlanır. Umarım salonlar yapılır. Umarım küçümsenmez, umarım ciddiye alınır. Ama gençler yeni başlayanlar da bir hassasiyetle kendilerinden önce bu işleri inşa etmiş olan yazarın, çizerin, oyuncunun, yöneticinin hakkını vermeyi, onların yaptıklarından öğrenmeyi kendilerini prensip edinirler.
Umarım hocam ben de aynı şeyi çok isterim.
… öyle ilerleniyor çünkü ancak. Değişim geçmişi iyi okuyup belleyip ondan öğrenerek kendi duruşunu bakışını oluşturup ileriye yarına taşımak, başka bir şey değil.
Soru: Son bir sorum var benim. Bilmiyorum cevap vermek ister misiniz ama şu şunu çok merak etmiştik biz ekiple. Siz Ulvi Uraz ile aynı oyunu tekrardan oynamak yani bugün olsa onunla yeniden oynamak isterdim dediğiniz bir oyun ya da bir sahne var mı, ya şu anda tekrar geri dönmek isteseniz.
Cevap: Aaa çok. Yani mesela o kadroyla Hababam Sınıfı bir efsaneydi. Ali Poyrazoğlu, Müjdat Gezen, Ulvi Uraz, Zihni Küçümen, Tolga Tiğin, Ali Yalaz, Ahmet Gülhan, Yalçın Gülhan ya Ercan Yazgan efsane bir kadroydu. Ulvi Beyle keşke onu oynasam. Keşke Ulvi Bey sağ olsa da Gözlerimi Kaparım’daki Vicdani rolünü o oynasa. Ben onun karşısında öbür ufak rolleri oynasam, yeter ki onunla sahnede olsam. Keşke geçmişteki ustalarımla Yıldız Kenter’le, Gülriz Sururi ile Engin Cezzar’la keşke onlarla da… Hahh öbür tarafta beraber oynarız artık. Yukarıda büyük kadro var. Ah canım yukarıda Moliere var Shakespeare var Muhsin Ertuğrul var yukarıda ooo Refik Erduran var, Rıfat Ilgaz var, Müşfik Kenter var, Şükran Güngör var, Yıldız Kenter var… Yukarıda kadro büyük.
-Gerçekten şu an imrendim bayağı süper lig orada gibi ama siz bize lazımsınız hocam. Lütfen bunları biz öğrenmeden bizle kalın çünkü bizim bunları geleceğe taşımamız için sizlere ihtiyacımız var.
Sadece bize değil, kayıt altına alınmasına da ihtiyaç var. Oyuncular, oyunlar kaydedilmeli bir sürü usta yazıda, resimde, heykelde, seramikte, tiyatroda, sinemada bir sürü usta göçüp gitmekte. Onlar göçüp gitmeden seslerini kayıt altına alınması, onlarla uzun söyleşiler yapılıp, kayıt altına alınması gerekiyor. Sadece yaptıkları işleri değil, oyunların falan filan değil büyük bir kültür sanat arşivi oluşturulması gerekiyor. Kültür Bakanlığı’nın bu işi ciddi bir biçimde ele alması gerekir. Çok ciddi bir biçimde gidenin arkasından hiçbir şey kalmıyor çünkü. Fotoğraflar solup gidiyor. Sesler uçuşuyor, gidiyor. Yok ondan sonra büyük bir boşluğa düşüyoruz. Milletçe boşluğa düşüyoruz. Hafıza kaybı, ulusal Alzheimer böyle başlıyor.
-Çağımızın hastalığı gerçekten.
…belleğini yitiren bir toplum olmaması için bunlar ciddi bir biçimde kayıt altına almalıyız. Her mesleğe soyunanların da yazmaya, çizmeye, şiire, tiyatroya, resmen sinemaya soyunan genç arkadaşların da hafızalarına onlardan süzüp kaydettiklerini, onlardan öğrendiklerini biriktirip anlatması kayıt altına alması, yazması çizmesi saklaması gerekiyor. Sadece şöhret olmak, oyuncu olmak, fiyaka satmak için bu mesleklere girilmez. Böyle bir mesleği seçmek büyük bir sorumluluk getirir. Bu sorumluluğu taşıyabilecek şekilde davranması gerekiyor genç tiyatrocuların. Bunları Ulvi Uraz’dan öğrendik. Bu bir sorumluluk mesleğidir.
-Gerçekten büyük çınarlarımızın altını çizdiği en önemli şeylerden biri de disiplindi. Günümüz sanatçılarının da bunu arka plana atmaması gerekiyor.
Hayır böyle formüle ederseniz ben genellemelerden korkarım. Böyle bir şey yok disiplin tabii önemli kardeşim, her meslekte çok önemli. Doktor ameliyat yaparken disiplinli değil mi, araba kullanırken hepimiz disiplinli değil miyiz yani. Onun için yani disiplin değil sanatçı olmak bir sorumluluk taşımayı göze almaktır. Bu sorumluluk da geçmişi bugüne bugünü yarına taşıma sorumluluğudur. O zaman en azından yaptığın işin nereden gelip nereye gittiğini, sana nelerin kaldığını hangi görüşlere, deneylere dayanarak kendi bakışını, duruşunu oluşturduğunu ve sende ortaya çıkan değişimi geleceğe aktarman gerekir. Onun için saygılı davranmak gerekir. Yoksa benim saygı konusunda bir şikâyetim yok. Seyirci beni başının üstüne oturtmuş, Allah razı olsun. Benim tiyatronun 53. yılı bu sene 53 yıl. Bir özel tiyatroyu ayakta tutmak nasıl zor bir iş biliyor musunuz? Başka işler yaparak hayatta durabilmek tiyatroyu ayakta tutabilmek için. Ulvi Uraz dedi ki bana, bir sürü filmde oynuyorum, niye yapıyorsun hoca dedim o zaman bizim sinemayla falan alakamız yok tabi. Bir yerde oynamışız. Tiyatroyu ayakta tutmak için dedi, maaşlarınızı verebilmek, kirayı verebilmek iyi günde kötü günde ayakta kalabilmek için. Bu ek işleri yapmak zorunda kalıyorum, dedi. Ondan sonra hepimiz öğrendik ki sadece oynayarak tiyatroda ayakta kalamayacağız. Ben film çeviriyorum. Beğensem de beğenmesem de oynadığım filmler oldu. Gece kulüplerinde çalıştım. Radyo oyunları yazdım. Ya şu anda hâlâ tekrar yayınlıyorlar benim o zaman yazdığım arkası yarınları. 35 tane arkası yarın yazdım ben. Sırf hayatta geçinebilmek için, evin kirasını ödeyebilmek için. Bir sürü ek iş yaparak ayakta durabilmek için. Mücadele ederek yolculuğu sürdürüyoruz. Direnmenin, teslim olmamanın koşullar ne kadar kötü olursa olsun başka işler de yaparak mesleğine asılmanın önemli bir yaşam düsturu olduğunu da Ulvi Uraz’dan öğrendim.
-Gerçekten biz de bunları öğrenmeli ve ona göre davranmalıyız. O kadar çok eksiğimiz var ki.
… en büyük hayali neydi biliyor musunuz?
-Neydi?
… deniz aşığıydı. Denizin kenarında oturuyordu, önü denizdi. Ufacık bir evde oturuyordu. Bir ufacık salon, bir tane yatak odası, bir minik mutfak. Yani evi diyeyim sana 50 metrekare hadi bilemedin 60 metrekareydi. Orada bütün tiyatroyu ağırlardı. Yedirirdi içirirdi sohbet ederdi aydınlatırdı. Hatta paramız yoksa eve gitmek için dolmuş parası da verirdi giderken. Ama en büyük hayali hep söylerdi ya çocuklar karada yaşamamak lazım, denizde yaşamalı. Niye hoca, denizde nasıl yaşayacağız? Tabii ki yat mat alma hayali yok, öyle bir şey yok. Öyle paralar olmadığı için. Derdi ki biliyor musunuz ne yapacağım işte gelecek sene işler iyi olursa. Ne yapacaksın hoca? Mavna alacağım. Böyle evin önünden mavnalar geçerdi. Odun taşıyorlar, kömür taşıyorlar bilmem ne mavna da vardı. Mavna biliyor musunuz? Mavna deyince anlaşılıyor mu?
- Yok, ben ilk defa duydum açıkçası.
- Bak işte mavnalar vardı. Denizde böyle kocaman tahta tekneler onlar. Bayağı şey yapıyor, taşıma yapıyor. Lojistik yapıyor. Odun taşıyorlar, kömür taşıyorlar, sandık taşıyorlar. Yük taşıyorlar ya maden taşıyorlar böyle büyük tekneler tahta tekneler. Marmara’da çok modaydı. Mavna alacağım, ee hoca mavnayı eve çevireceğim. İçini güzelce yaptıracağım. Bir yatak odası, ee hoca Selçuk Hanım’ın piyanosunu da koyacağım oraya. Bak mavnaya koyuyor piyanoyu, başka bir şey istemez bir yatak bir Selçuk Hanım’ıın piyanosu. Ee siz de gelir tayfalık yaparsınız artık. En büyük hayali bir mavna sahibi olmaktı, o kadar.
- Vay be.. Şu an adını bile bilmediğimiz ama kiminin ne büyük hayali. Hocam çok teşekkür ederim, çok çok keyifliydi. Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
- Hayali gerçekleşmeden gitti, yazıyı böyle bitirirsin. Ama bütün hayallerin gerçekleşmesi önemli değil. Önemli olan hayal kurmaktır.
-Çok efsane bir kapanış oldu. Gerçekten çok teşekkür ederim, çok memnun oldum.