- Zengin diliniz, anlatınızı güçlendiriyor. Kelimeleriniz adeta enerji veren bir ruha dönüşüyor. Biz okuyucuları, bu anlamda diri tutarken okuma zevkimizi de yükseltiyor. Sevgili Başar Başarır, siz bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Nazik değerlendirmeler için teşekkür ederim. Yazdıklarım size böyle hissettiriyorsa ne mutlu bana.
Doğrusu tarz olarak içimden geldiği gibi yazıyorum. Bir de şahsen okumak isteyeceğim metinleri yazmaya gayret ediyorum. Yazı bende bir yolculuk. İnişli çıkışlı, maceralı olmalı. Anlık heyecanlara açık tutuyorum kendimi yazarken. Ana hedefi gözden kaybetmeksizin elbette. Yazmak için yazmıyorum, genelde bir meramım oluyor, onu anlatıyorum. Ayrıca Türkçe’nin hakkını verme gayreti içindeyim, diyelim. Bu benim sanatım, elimden başka türlüsü gelmiyor.
- Dünyanın Bütün Fıstıkları kitabınızdan esinlenerek bir soru sormak istiyorum. Her şeyi hızla yok ediyoruz. En çok da doğayı… Doğa ve insanoğlu arasındaki tek bağ neredeyse rantlardan oluşuyor artık. Doğa için destek verenlere ise yaptırımlar uygulanıyor. Günün birinde tekrar sağlıklı ilişki kurmaya mecbur kalacağımız bir doğa hâlâ olacak mı yoksa doğanın gücü ve kendini yenileme özelliği galip mi gelecek, bu konuda siz ne düşünürsünüz?
Tabiat ana dönüşme değişme yeteneğini haizdir. Son derece güçlüdür. İnsan denen türden çok daha uzun yaşamayı, var olmayı başarmıştır. Nereden bakarsanız bakın dünya dediğimiz şu mavi gezegenin kemik yaşı Homo Sapiens’e göre on bin kat daha büyüktür. Denklemi böyle koymamız lazım öncelikle. Böyle bakınca da kolayca anlaşılıyor ki doğaya karşı giriştiğimiz katliamın kazananı elbette ki biz olmayacağız. Tabiat bir düzeltmeye girecek, daha önceki beş buzul çağında olduğu gibi şartlar değişecek, canlıların bir kısmı, büyük ihtimaller insanların büyük bölümü yok olacak ama dünya yerinde durmaya ve dönmeye devam edecek. Ben böyle görüyorum.
- Ülkemiz birçok konuda olduğu gibi eleştirilere de maalesef kapalı. Yapılan yanlışlara tepkimiz, düşüncelerimiz, yorumlarımız zihin süzgecinden kolaylıkla geçemiyor. Edebiyat tam da bu noktada kurtarıcı diyebilir miyiz?
Edebiyat bir kurtarıcı mı bilmiyorum. Ama kesinlikle çok iyi bir başlangıç. Birbirimizi anlamaya, başkasının his ve düşüncelerini fak etmeye açık olduğumuz, en azından hazırlandığımız, biraz da kendimizden arındığımız, benlik cenderesinden sıyrıldığımız bir yer. Edebiyata veya genel olarak sanata bunların dışında bir işlev, görev, hedef yüklenmesini benim zihnim kabul etmiyor.
- Türk Edebiyatında dikkatimi çeken, özellikle erkek yazarların mezun oldukları bölümler içinde, mühendislik baş sırayı alıyor. Sayısal zekadan sözel zekaya geçmeyi tetikleyen etken sizce nedir, nelerdir? Sizi yazmaya iten şey neydi?
Bu böyle mi emin değilim. Bana kalırsa olaylar şöyle gelişti; bir dönem, özellikle memlekette Süleyman Demirel-Necmettin Erbakan-Turgut Özal üçgeninin hüküm sürdüğü yıllarda mühendislik çok moda oldu. Benim gibi bazı kararsızlar da bu rüzgâra kapılıp yörüngesinden saptı. Neyse ki diplomanın ne manasız bir şey olduğu çok kolay fark ediliyor. Örneğin ben mühendislik okudum, diplomamı aldım, lakin hiç mühendislik yapmadım. Yani mühendis olarak bir işte ücret mukabili çalışmadım. Öte yandan roman yazmak da bir tasarımdır ve her tasarım gibi, işlev-estetik-dayanıklılık kriterlerine tabidir. Bu da sizi kaçınılmaz olarak matematiğe getirir. Son olarak, insan zihni sayısal sözel ayrımına kurban edilemeyecek kadar karmaşık bir yapı. Bunu çok iyi biliyorum, bizzat gördüm ve yaşadım.
- Edebiyat dünyasına girişiniz öykü ile oldu. İlerleyen süreçte roman türünde eserler vermeye başladınız. Öykü yazmak, roman yazma sürecinize etki sağladı mı?
Etki mi? Ruhunuza dokunan her şey ama her şey yazdıklarınız üzerinde etkilidir. Eğer “Katkı sağladı mı?” diye soruyorsanız, ben zaten hâlâ öyküler halinde yazmaya devam ediyorum. Üç romandır bunu yapıyorum ve bulduğum bu teknikten fevkalade memnunum. Okurlardan aldığım yorumlara istinaden de öyküler halinde yazılmış bir romanın okuma deneyimine olumlu takviyeler yaptığını söyleyebilirim. Yani ben hâlâ aynı yerdeyim. Sadece öyküleri kırpıp roman yapıyorum.
- 2004 Sait Faik Hikâye Armağanı Getirin O Günleri Yakalım Bu Öyküleri
2014 Yunus Nadi Öykü Ödülü Teklifinizle İlgilenmiyorum
2017 Yunus Nadi Roman Ödülü Sibop
Eserlerinizle ödüller aldınız. 2004 yılı ile 2014 yılları arasında da yazmaya devam ettiniz mi? Ödüllü yazar olmak, Başar Başarır’da nasıl bir etki yarattı? Ödüllerin, edebiyat dünyasında bir basamak olduğunu düşünüyor musunuz?
İlk ödülden sonra sekiz yıl ara verdim yazmaya. 2004’ten 2012’ye kadar. Kişisel sebeplerden. Öyle icap etti, diyelim ama ben sabırlı biriyim. Zaten geri döneceğimi biliyordum. Hiç endişelenmedim. Huzursuzlanmadım. Sadece zamanını bekledim. Ödüllü yazar olma etiketi hem bir onur hem biraz yük. Başlangıçta teşvik edici, güçlendirici oluyor. Neyse ki bu itici güç fazla sürmüyor. Ödül zaten tam manasıyla bir illüzyondur. Kime göre, neye göre iyi? Tabii ki çok hoş bir duygu ama yazar kendini böyle şeylere fazla kaptırmamalı. Unutmamak lazım ki en iyi metnimiz henüz yazmadığımızdır.
“Edebiyat dünyası” meselesine gelince, o da biraz direnmekle, yaşamakla alâkalı. İlk kitabım 1992’de çıktıydı. Aradan bu kadar uzun süre geçince ve hâlâ ısrarla üretmeye devam edince, ister istemez birtakım ilişkiler, dostluklar oluşuyor. Biz buna kabaca “edebiyat dünyası” diyoruz. Fakat inanın, en kıdemli yazar bile yazdıklarının yeterince okunmadığını düşünme eğilimindedir. Haksızlığa uğradığını, edebiyat çevrelerince ihmal edildiğini düşünür. O açlık hiç bitmez, insanın içindeki canavar doymaz. Bence doğrusu bunlara fazla takılmamak, kafa yormamaktır. Şunca yıllık deneyimimle öğrendiğim bir şeyi paylaşmak isterim; Yazarı kim olursa olsun, iyi bir metnin önünde hiçbir güç duramaz. O metin, eğer gerçekten iyiyse, değerliyse, başkaysa, er ya da geç bütün engelleri aşar, bütün duvarları yıkar ve okuyucuya ulaşır. Bazen bu hakikaten çok geç olur. Yazar yazdıklarının mürüvvetini göremez. Zarar yok. İyi bir metin ölümsüzlük demektir. Yazara bundan büyük mükafat olamaz kanımca.
Kişi zaten yazmaya otururken bu işin bizatihi kendisinden başka bir tatmini, yani yazabilme hazzının dışında bir doyumu beklememelidir. Böyle bir beklentiye girme hakkını nasıl kendimizde görebiliriz ki?
- Yazım ve kurgu sürecinizden biraz bahseder misiniz? Karakterlerinizin oluşumunda gözleminiz mi ön planda yoksa aldığınız notlar mı belirleyici oluyor?
Kendime sorduğum ilk soru şudur: Ne anlatacağım? Yani; Bu metni ben neden yazıyorum? Tek cümlelik bir yanıt verebilmem gerekli bu soruya. Bu yanıt varsa, metin vardır. Yoksa, kaybolurum. Cümlemi bulduktan sonra asıl çalışmaya başlarım. Zaten o cümle beni zorlar, “Yürü” der, “Ne duruyorsun, ilerle!”
Sonra olay örgüsünü ve karakterleri düşünürüm. Hepsini birlikte düşünürüm. Hangi insan, hangi durumlarda nasıl davranır, kimin başına ne gelebilir? Çok hesap yaparım bu aşamada. Bunlar karşılıklı etkileşimli şeyler. Karakterlerin de olay örgüsünün de inandırıcı olması gerek. Bakın dikkat buyurun, “gerçek” demiyorum, “inandırıcı” diyorum. İkisi farklı şeyler. Yaklaşık bir yıl boyunca sadece kafamda yazarım. Notlar alırım. Unuturum. Tekrar not alırım. Tenakusa düşerim. Beğenmem, başa döner, değiştiririm.
Kabaca zihnimde kişileri ve olayları oturttuktan sonra zamanı ve mekânı hayal ederim. Film gibi. Nerede geçiyor bu hadise? Metnin “cümle”sine ? en çok hizmet edecek ortamı ararım. ?Ve dil. Her karakter için ayrı Türkçe, ayrı kelime hazinesi gereklidir.
Olaylar ve mekânlar hakkında karar verdikten sonra en küçük detaya kadar araştırma yapıp, hayatın doğal akışına uygun bir çatı kurmaya çalışırım -çünkü inandırıcılık için bu son derece gereklidir- sonra işin fantastik tarafına geçerim. Başka yerde görülmeyen, daha önce yazılmamış bir metin için bu da olmazsa olmazdır. Elbette yolda aldığım notlardan da yararlanırım bu aşamada. Okurun zihninde canlanan, merak uyandıran ve tabii ki ilk başta kurduğum “cümle”ye hizmet eden bir olay örgüsü ve karakterler bulduktan sonra gerisi kolay. Böyle bir yapıda artık istersem pembe kar yağdırabilirim. Konuşan kediler ya da bir zaman makinesi bile yaratabilirim. İşin adı zaten “yaratmak”, uhrevi bir yanı da yok değil.
Yazarken gülmüyorsam, üzülmüyorsam, uçmuyorsam, o işten haz almam. İlk sorunuzdaki gibi, kendime göre bir okumaya yatkın, beni tatmin edecek sözleri, paragrafları ararım.
Sevgili Başar Başarır,
Türkçeye, Türk edebiyatına kazandırdığınız sözleriniz, bunun yanı sıra okuyucuyu düşündüren, başka pencerelerden de bakmayı sağlayan bakış açınız ve en önemlisi de zekice işlenmiş mizahi diliniz, bizlere ışık olmaya devam etsin.
Söyleşimizi kabul etmeniz çok kıymetliydi. Önce kendi adıma daha sonra Aylak Dergisi Ailesi adına teşekkürlerimi sunuyorum.
Asıl ben teşekkür ederim. İnsanın sesinin yankısını duyması kadar güzel bir şey yok.