Dünyada Kalan Üzgün Ruhlara Bir Miyazaki Tesellisi: Çocuk ve Balıkçıl
Yolunu gözlediğimiz Miyazaki’nin yeni filmi Çocuk ve Balıkçıl (The Boy and The Heron) vizyona girdi. Bu film, trajik biçimde annesini kaybeden küçük Mahito’nun dünyaya sığmayan içini bir balıkçıl kuşunun peşinden sürüklemesiyle ilgili. Zaten filmin orijinal adı İngilizceye ve Türkçeye çevrildiğinden farklı olarak “Nasıl Yaşıyorsun?” Çok sevdiğin birini kaybetmenin yasına dair uzun zamandır beklenen bir öyküydü. Aslında yas süreci dediğin sonsuzluğa açılan kapılar. Miyazaki’nin kalemiyle bu kapılar açılıyor filmde. Kaybedileni aradığımız bela tünelinden dünyaya bakıyoruz. Kalmak mı, dönmek mi? Bu film aynı zamanda çocukluğunda anne yoksunluğu çeken 82 yaşındaki Miyazaki’nin torununa da veda hediyesi.
Olay İkinci Dünya Savaşı sırasında geçer. Aslında Mahito’nun savaşı Mahito’ya yeter. Annesine veda ettikten sonra taşraya, babasının yanına taşınır. Her biri dünyada mazur kaldığımız abartılı davranışlar sergileyen hizmetçilerle dolu devasa evde yeni hayatı başlar. Bir türlü uyumlanamayacağı okuluyla da başı derttedir. Bu arada babasının eşi şaşırtıcı derecede annesine benzemektedir. Mahito’ya karşı her ne kadar müşfikse de çocuk ona mesafelidir. Burada analığının dışında kendisini karşılayan biri daha vardır. Sürekli karşısına çıkan, odasının camına vuran gri bir balıkçıl kuşu. Mahito’nun içine gömdüğü hüznü gibi kasvetli ve zamansızdır. En kıymetlisini kaybedenler için hayat gözü karartmaya uygundur. Mahito’nun da balıkçılın peşinden evin yakınlarındaki metruk kuleye gitmemesi için bir neden yoktur.
Hayao Miyazaki çizimleri için çok az bilgisayar kullanıyor, çünkü elle çizmeye başladığında dünyayı durdurabiliyor. Belki çoğu kez sevemediği bir dünyadan, kurallarını kendi koyduğu hayali bir dünyada dinleniyor. İnanılacak sağlam şeylerle dolu bir dünya. Yalnızca Miyazaki hakkında yazıp, yalnızca ondan konuşabilirim saatler boyu. Joe Hisaishi’nin bir bestesini tekrara alıp, her resmine bir şiir yazmaya çalışabilirim. Kimse beni bunun için romantik bulmamalı. Günbegün çirkinleşen insan ruhuna direniş biçimim bu benim. Çocukları ve annelerini bin yerinden bıçaklayan haramilerle dövüşemem. Ama saltanatlarını yıkmak için bildiğim tek yol, hayattan uzun olduğunu bildiğim sanat.
Ve çocukların acı çekmediği bir dünya düşlemeye ne çok ihtiyacımız var şimdileri. İhtiyar Miyazaki’nin önlüğünü geçirip resimlediği kitaplardaki çocuk hislerini içimizde duymaya başlamak bir nebze sağaltabilir yaralarımızı. “Yarayla alay eder yaralanmamış olan” demişti Shakespeare. Yaralı Miyazaki ise dünyayla alay eder. İnsandan umudumu kesmişken insanlığa inancımı Miyazaki gibilerle korurum. İnsanlara umut dağıtırken bile yarasını gizleyemez yaranın anlamını bilen. İşte en uzak yaralarımıza bile dokunmak için daima orada durur Miyazaki’nin filmleri. Takahata ile beraber çalıştığı Heidi’den beri.
Miyazaki canlı cansız betimlediği karakterlerini tek tip kurgulamıyor. Her iyinin içinde kötülük, her kötünün içinde iyilik taşıdığı düsturuyla onlara yön veriyor. İnsanlar değişir, bugün sevdiğini başka gün sevmeyebilir. Miyazaki kalbin ağır bir yük olduğunu çok iyi biliyor. Son birkaç yıl hepimiz için ağırdı. Pandemi ve depremle ölüm kıyılarımıza çok yaklaştı. İki büyük felaketle üzerimize yağmur gibi acı yağdı. Ben filmi pandeminin ilk günlerinde kaybettiğim en iyi arkadaşımın özlemiyle izledim. Hayranı olduğu Miyazaki’nin kaleminden bana ulaşan bir selam gibiydi film. Özellikle çok sevdiği birini kaybetmenin ağırlığıyla hayata devam edenler izlemeli Çocuk ve Balıkçıl’ı. Başka alemlerde gezinmekte olan hayatlardan bu dünyada kalan üzgün ruhlara samimi bir teselli sunuyor. Filmin bir yerinde geçtiği gibi, “hepimiz bu dünyadanız ve ölüm kokuyoruz.”