AYLAK DERGİ

DÖNEM İŞİ: KULÜP



                                                 “Ben yaşadım, ben istedim. Ben kendimin masalıyım.”
                                                                                                                 Selim Songür


       Ülkenin kaderi, toplumun kaderi ve insanın kederi. Domino taşları gibi tarihimizle üzerimize devrilen ve hayatı sonsuza dek değiştiren her olay her yeni hikayeyle hafızamızda yeniden biçimleniyor. Kulüp de o yeniden biçimlenişlerden biri. Varlık vergisiyle başlayan hikâye, 17 yıl sonra af marifetiyle özgürlüğüne kavuşan Matilda’nın düğümlerini çözüyor 
60 darbesine kadar. Düğüm çözülünce hikâye biter, hikâye biterse hayat biter. Çünkü bize bir isim veren, yüzümüze bir ifade, tenimize bir ruh üfleyen hikayelerimizdir. Ülkemiz hikayemizdir, Mösyö Davit’in de dediği gibi, “Vatan yahu!”
         İşte vatan hiç birbirini tanımamış bir anne-kızın hikayesini yazmaya muktedir olanmış. Nice aşıkların, dostlukların, hepimizin hikayesini yazdığı gibi. İyiler ve kötüler varmış, dengeler değişirmiş. Birileri hep haklı, bazıları hep güçlüymüş. Vatan nefes aldığımız yermiş, ait olduğumuz hayat, çiçek açtığımız toprak ve bir sandalyemiz olduğundan emin olduğumuz o sıcacık sofra. Mesele hep bir aidiyet meselesiymiş. Oysa herkese yetecek kadar sandalye varmış, masa genişmiş ve sofradakiler herkesi doyururmuş.
          
         Kulüpte de sofra kalabalık. Tüm cazibesiyle Fıstık İsmet, yakıcı öfkesiyle yeniyetme Raşel, deniz kızı Tasula, 17 yıllık aşkıyla ilk kez tanışan kalbi kara Çelebi, köyden kente göçenler, yeni bir hayata başlayan Matilda, sonra kapı kapı dolaşıp hayal satan Selim Songür… İşgüzar Ali Şeker’den tut da kimliğini unutmuş Orhan’a kadar. Böylece hepsinin hayatı kulüpte bir araya gelir, dövüşür ve sevişir. Tüm farklılıkların, doğuyla batının kavgası ve aşkı gibi. Anlayacağınız üzere, Kulüp; büyülü ve çok sesli bir hikâye. Türkiye gibi.
           İlk sezon var olmakla, ikinci sezon ise öğrenmekle ve son bulmakla geçiyor. Kalbinin yerini pek bilmeyen bir adama âşık olan her genç kız gibi Raşel de biçim değiştiriyor, Aysel oluyor birdenbire. Fıstık İsmet’in çapkın gözlerinde kendi aksini arıyor, etrafına türlü nahoşluklar yapsa da bir tek ona hoş görünmeyi umuyor. Âşık olarak var olma hikayesi Raşel’e yazılıyor. Kendi olarak var olma hikayesi ise başta Selim olmak üzere herkese. Çünkü var olmak için önce hayal kurmak gerekiyor. Selim de hayal kuruyor, üstelik bu işi öyle incelikli yapıyor ki hayalleri planlara, planları gerçeklere dönüşürken gazeteler onun nasıl “Türk eğlence sektörünü feza mertebesine çıkarttığını” yazıyor. Bu başarı yalnızca Selim’in değil, aşçısından dansçısına tüm kulübün oluyor. Madam Matilda ve Selim dostluğu ise her sahne arasında adeta kısık ateşte demleniyor. Bütün “Öteki” ler gibi bir şekilde birbirlerine dokunmanın bir yolunu buluyorlar elbette. Kapıları gibi hatıraları da kırmızı boyayla işaretlenmiş bu insanlara daha yakından bakıyoruz. Edebiyatımızda ve sinemamızda uzunca bir dönem kötü karakterize edilmiş azınlıkların insandan ibaret olduğunu hatırlıyoruz böylece. İnsan işte, hepsi iyi olamaz ki! Öyleyse hepsi kötü de olamaz. Hangi dilde söylendiğinin önemi var mı kulağa çalınan hoş bir şarkıysa? Şarkılar ve hikayeler hediye ediyor bize Kulüp. Sorular soruyor, “İlk taşı hanginiz attı? Hanginiz en günahsız şu Cadde-i Kebir’de? Kundurasında Anadolu’nun tozu toprağı, dostunu düşman bellemiş, hanginiz?” İşte yine toplumun kaderi insanınkine hükmediyor. İsimler değişiyor, kesimler değişiyor fakat kader hep aynı. Abiler başka hikâye bilmiyor. Kulüp, kapılarını açıyor. Mahşerden kaçış kapısı oluyor Kulüp, İstanbul’un kapısı. Kimseye kimlik sormuyor, sarıyor hepimizin yarasını. Yaralar sarılıyor, takvimler değişiyor, yaşam ağır aksak devam ediyor tüm kayıplarıyla. Selim Songür kendi olabilme cesareti gösterebilenlere has bir ışıltıyla yine Kulüp İstanbul’un vitrininde parlıyor. Salih Bademci burada oyunculuğun kitabını yazıyor! 
         Pencereden Pera’yı izliyor solmuş bir çiçek, güneş görse açar mı? O güzel Cadde-i Kebir’in bir film platosu olduğunu bilmek içimi örseliyor. Fıstık İsmet gazeteye bakıyor, “Bu sene bahar geç gelecekmiş. Memleketin tek derdi de baharın geç gelmesiydi.” deyip atıyor kenara. Sahi memleketin derdi neydi? Oturamadığı sofrayı dağıtanların, bir eve, mahalleye, ülkeye ve hayata ait olamamanın acısını güzelim memleketten çıkaranların bitmeyen zulmüydü belki de. Çünkü ait olamayanlar, kendileri tutunamadıkları için diğerlerinin ayaklarının altından yeri çekecek kadar cüretkâr ve gözü kara olabilirlerdi. Keriman bize tam da bu hikâyeyi anlatıyor. 8 Eylül günü her şeye sahip olanlar, bir sofraya ait olamamanın azabını çekiyor. Kürşat gidiyor, Fikret geliyor. Halil Babür’den enfes bir “Kötü adam” çıkıyor. İşte Kulüp, ona bile ait olmayı öğretiyor, yer bulmayı, herkese yetecek kadar büyük olan bu sofrada sandalye kapmaca oynamanın tehlikeli sonuçlarını. 
        Hayat, bir yaşamak meselesi değil bir öğrenmek meselesiydi çünkü. İş o ki, öğrendiğini unutmayasın. “Hayatın ödülü de laneti de aynıdır.” diyor Matilda. “Unutmak.” 
Gökçe Bahadır, Matilda’yı üzerine şık bir elbiseyi geçirir gibi giyiniyor. Elbise çıktığında ise, kıyılarına ölüm vuran tüm sahiller gibi öfkeli, mahzun bakıyor Çelebi’nin gönlü. Raşel şimdi kimle kavga edecek? Kadehler kalkıyor Matilda’nın sessiz ve görünmez varlığına, Kütahya’da Menderes tutuklanıyor. Tanklar iniyor Cadde-i Kebir’e, radyoda bir bildiri okunuyor. Askerlerin ayak seslerini duyan Rana’nın çocuk yüzü mütereddit kımıldanıyor. Yine de çocuk aklıyla “Keşke dünya hepimizin sığabileceği kadar büyük olsaymış.” diyor, izleyen. 
             Muhteşem müzikleri ve verdiği iyi fotoğraflarla Kulüp, son dönemde dijitale yapılan en iyi işlerden biri oldu. Gerek hikayesi gerekse sinematografisiyle göz dolduran dizinin yönetmenliğini Zeynep Günay Tan ve birkaç bölüm için Seren Yüce üstlenmiş. Başrollerde başarılı oyunculuklarıyla Gökçe Bahadır, Fırat Tanış, Salih Bademci, Asude Kelebek, 
Barış Arduç ve Metin Akdülger’i görüyoruz. 
Bu unutulmaz hikâyenin yaratıcıları ise Rana Denizer ve Necati Şahin. Böyle bir dönem işini dijitalde izlemenin seyirciye ayrıca bir keyif verdiğini de söylemeden edemeyece

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.