AYLAK DERGİ

PROF. DR. ALEV PARSA

BİR ZAMANLAR ANADOLU’DA FİLM ÇÖZÜMLEMESİ

Filmin Künyesi

Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan

Senaryo: Ercan Kesal, Ebru Ceylan, Nuri Bilge Ceylan

Oyuncular: Muhammet Uzuner, Yılmaz Erdoğan, Taner Birsel, Fırat Tanış, Ahmet Mümtaz Taylan, Ercan Kesal

Tür: Dram  

Orijinal Adı: Bir Zamanlar Anadolu’da 

Yapımcı Firma: Zeyno Film

Yapım Yılı: 2011

Yapım Ülkesi: Türkiye, Bosna Hersek

Orijinal Dili: Türkçe

Filmin Süresi: 157 dk. 

Vizyon Tarihi: 23 Eylül 2011

Filmin ÖZETİ

     Filmde ana öykü, zanlı Kenan’ın (Fırat Tanış) ifadesi üzerinden, Komiser Naci (Yılmaz Erdoğan), Savcı Nusret (Taner Birsel) ve Doktor Cemal (Muhammet Uzuner) ile yanlarındaki diğer polis, asker ve işçilerle, cesedin nereye gömüldüğünü zifiri karanlık gece boyunca Anadolu’da Kırıkkale kırsalında bulmaya çalışırlar. Gece ilerledikçe ve grup amacına ulaşamadıkça sinirler gerilir. Olay yerine yakın bir köyde mola verilir, muhtarın (Ercan Kesal) evinde konaklarlar. Zor bir gecenin sonunda cesedi nihayet bulurlar ve kasabaya dönerler. Ana öykü çizgisi izleyiciye açık bir gerçekçilikle sunulan otopsi temasının üzerinden akarken; çerçeve öykü çizgisinde ise, Anadolu’nun toplumsal yapısı işlenir ve filmin diğer temel karakterleri hayatlarını naif biçimde izleyiciye sergiler, sorgular ve sorgulatırlar.

Karakterler: Doktor Cemal (Muhammet Uzuner); Komiser Naci (Yılmaz Erdoğan); Savcı Nusret (Taner Birsel), Şoför Arap Ali (Ahmet Mümtaz Taylan), 

Zanlı Kenan (Fırat Tanış)

Zaman ve Uzam: Günümüz döneme ait zamanda geçmektedir. Mevsimsel olarak sonbahar dönemi işaret edilmektedir. Anadolu kırsalında, Kırıkkale ili Keskin ilçesi ve civar köylerinde geçmektedir.

FİLMDEKİ KARAKTERLERİN

YAPISAL ÇÖZÜMLEMESİ

     Filmin ahlaki temsili ve ana teması Doktor Cemal (Muhammet Uzuner) karakteri üzerinde işler. İçine kapanık, duygusal bir İstanbul göçmeni portresi çizmektedir. Karısından ayrılmış, kendisini İstanbul’dan uzak, Anadolu’nun ortasında, anıları ve acılarıyla baş başa bırakmıştır. Eski karısının solmuş, sararmış siyah-beyaz fotoğraflarına bakarken, gençliğine geri döner. Yalnızlığı ve mutsuzluğuyla yüzleşemez; aynada kendine bakarken bile gözünü kaçırır. Doktor, ana temada kasabaya en yabancı karakterdir. Diğer karakterler başından geçenleri hep onunla paylaşır. Olanı biteni dışarıdan bir gözle izlemektedir. Bu yüzden filmin başlarında Anadolu bozkırının vazgeçilmez rengi sararmış başakları onun gözünden görürüz. Filmin başında Doktor bu manzarayı izlerken, sararmış solmuş gerçek, yaşanmış öykülerin kendisini de kuşatacağından habersizdir. Doktor Cemal’de bilgiye sahip olması, etik değerlere bağlılığı nedeniyle bilge arketipi görülse de, otopsi raporunda delilleri karartması nedeniyle yüzüne sıçrayan kan, işleyen bozuk düzenin ona da bulaştığı belirtisidir.  

     Komiser Naci (Yılmaz Erdoğan), görevini layıkıyla yapmaya çalışan, gördüğü insanlık dışı manzaralara (maktulun domuz bağıyla bağlanması) tahammül edemeyen renkli ve baskın karakterdir. Zanlı Kenan yer göstermede gece olması nedeniyle bir türlü maktulun gömüldüğü yeri bulamaz ve şiddete maruz kalır. Komiser Naci, savcının otoritesi altında ezilmektedir. Özürlü bir çocuğu, sürekli bu yüzden sıkıntı çıkararak onu azarlayan bir karısı olduğu ve mesleğini sürdürmekten başka çaresi olmadığı da filmde kendi ağzından anlatılır. Doktorla yaptığı görüşme de boşanmış olduğunu anladığında, yerinde olsa arkasına bakmadan bu kasabadan gideceğini belirtir. Kaderine boyun eğmiş bir karakter olan Naci, “Herkes yaptığının cezasını çekiyor, çocuklar ise büyüklerin günahlarını…” derken, bilinçsizce kendi özürlü oğluna da gönderme de bulunur. Her şeyin en iyisini yapmaya çalışması, mücadeleci ve inatçı yapısı nedeniyle savaşçı arketipi komiser Naci’de görülmektedir. 

     Sarsılmaz bir gücü ve devlet otoritesini temsil eden Savcı Nusret (Taner Birsel) karakterinin herkesin üzerinde bir egemenliği vardır. Bu anlamda düzenleyici arketipi özellikleri taşır, mutlak güç ve otorite temsilidir. Polis ve komutanla aralarında var olan bürokratik iktidar alanı nedeniyle, kendini her şeyden uzakta tutan Doktor’a yakın hisseder ve ilginç bulduğu bir kadının ölümünü paylaşır. Filmin son sahnesine kadar doktorla süren bu tartışma da izleyici, savcının da kendi karısının katili olduğunu –yine hafifmeşrep bir kadın yüzünden-  anlar. Doktora karşı bir nevi üstünlük sağlamaya çalışırken, kendi kazdığı kuyuya düşer. Doktorla girdiği bu güç oyunundan yenik ayrılır ve gözü yaşlı kendiyle yüzleşir. Savcının “otopsi gerekli mi” sorusunu, o an otopsi masasında yatan cesetten çok, karısını ima eden bir heyecanla cevaplar doktor: “Kesinlikle!” Ve aralarındaki acımasız iktidar oyunu sonlanır. 

 Zanlı Kenan ise sessiz çoğunluğun özelliklerine sahip sıradan insan arketipidir. Bir Zamanlar Anadolu’da filminin asıl öyküsü, polis arabasında dört kişinin arasına sıkışmış olan zanlı Kenan ve sakladığı maktulun hikâyesinde değil, onu çevrelemiş olan diğer insanlarda yatmaktadır. 

FİLMİN YAPISAL

METİN ÇÖZÜMLEMESİ

     Filmin ilk sahnesinde sarı bir ışık, bulanık görüntü netlik kazanır. İsten, kirden bulanmış oto lastikçisinin penceresinden içeri hayatlara bakan kamera ile üç kişinin küçük çilingir sofrasında hararetli konuştukları görülür. Ölen Yaşar’ın (Erol Erarslan) yani maktulun sırtı izleyiciye dönüktür. Zanlı Kenan (Fırat Tanış) ve kardeşi Ramazan’ın (Burhan Yıldız), bu sahnede içki içtikleri Yaşar’ı öldürdüklerini sonradan anlarız, ancak ilk sahnedeki bulanık pencere camı, kin ve nefretin belli belirsiz okunduğu yüzler, anlaşılmayan konuşmalardan aslında başlayacak olan hikayenin de epik ve muğlak yönünü vurgular. Filmin son sahnesi de yine pencere göstergesi ile kapanır. Bu sefer otopsi yapan doktorun penceresinden, ölenin eşi ve çocuğunun belirsiz geleceğine bakılmaktadır. Pencere göstergesiyle hayatlara giriyor ve yine aynı gösterge ile hayat öykülerinden çıkılıyor. Filmin başı ve sonu arasında mutlak bir denge söz konusudur.  Ardından Anadolu kırsalında akşam karanlığı; uzun, dönemeçli bir yol. Yol ve yolculuk insanların doğumdan ölüme kadar olan hayatlarının göstergesi iken, uzunları yanmış otomobil farları da insanların yaşamlarına ışık tutmaktadır. İki araba, bir de jandarma cipi virajları dönerek çeşme başlarında dururlar. Çeşme ve akan su yaşamı, canlılığı simgelerken, çeşme başları da adeta mezar taşlarına benzemektedir. 

  Zanlı, maktulu bir çeşme yakınında gömdüğünü söyler. Burada da alt metinde ölüm-yaşam ikilemi yer almaktadır. Filmde yaşama ve geleceğe dair umudun yokluğu, aksine ölüme yoğunlaşma dinlenilmek üzere uğranılan köyün Muhtarı’nda görülür. Öyle ki, elektriğin bile sık sık kesildiği köyde, muhtarın en önemli projesi köye bir morg yaptırabilmektir. Zira köyün yaşlı nüfusu ölmekte, yurt dışına göç vermesi nedeniyle, akrabaları ölüyü son bir kez görmek için defnin geciktirilmesini istediklerinden ölüleri kokmaktadır. Muhtarın projesi dahi yaşama dair değil, ölülere yöneliktir. 

Filmdeki bir diğer zıtlık da, olay örgüsünde az görülen ama ard alanda ana tema olarak gizli kalmış kadınlar üzerinedir. Köyün genç, bakir ve güzel muhtarın kızının gaz lambasında aydınlanmış yüzü saflık ve masumiyeti temsil ederken, zanlı Fırat’ın da ilk defa pişmanlık duyması ve ağlamasına neden olur. Aydınlanmış bu genç masum yüze karşın, ölen maktulün teşhisi için hastanede bekleyen ayak ayaküstüne atmış kuşkulu kadın, siyah çorap ve ayakkabı içinde sallanan ayağı ile yitirilmiş masumiyetin temsilini oluşturmaktadır. Çünkü Zanlı Fırat cinayeti bu kadın için işlediğini ve çocuğun da kendisine ait olduğunu komisere itiraf eder. Komiser Naci ise yılların verdiği deneyimle büyük suçların arkasında mutlaka kadınların olduğunu söyler; “nerede bir karışıklık görsen orada kadına bakacaksın, muhakkak bir kadın meselesi arayacaksın. Hakikaten de senelerdir bakıyorum, bir kere haksız çıkmadık.” Kadınların ilki yüzü ile filmde görünürken, diğeri ayağı ile. 

     Filmde kadınlar arka planda görülse dahi, aslında ana tema onlar üzerine kurulmuştur.  Filmin adında geçen ‘Anadolu’ da aslında kadının, bereketin, toprağın simgesi ve göstergesidir. Kuşkusuz filmin başrolünde Anadolu vardır. Filmdeki erkeklerin dünyasından kadınları görmek, daha da vurgulayıcı olan bu kadar erkeğin bir kadın yüzünden bir araya gelmesi düşündürücüdür. 

 Filmin merkezindeki tüm ana karakterlerin ard alanında kadınlarla sorunu bulunmaktadır. 

Filmin kilit sahnelerinden biri de üç elma üzerinedir. Elma, bir göstergedir, mittir. Yaratılış efsanelerinde, insanın cennetten kovulmasının nedeni olarak gösterilen yasak ağaçtan yedikleri meyve olarak bilinir. Sadece yaratılış efsanelerinde ya da kutsal kitaplarda değil, birçok mitolojik metinlerde, masallarda da elma meyvesinden bahsedilirken, bilinen önemli masalların değişim öncesi kahramanı olarak da kullanılmıştır; Herakles’in Altın Elma’sı, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler masalı ile Cadı ve Kraliçenin ödül olarak sunduğu kırmızı elma. Masalların sonunda gökten üç elma düşer; biri anlatana, biri dinleyene diğeri de masalın gerçek sahibine. Bu bağlamda, kadere boyun eğen zihniyet filmin ana temalarından biridir. Filmde, elma yüklü bir ağacın dalının sallanması sonucu yere düşen elmalardan biri hızla bayır aşağı yuvarlanır ve cılız bir dereye düşer, çok kısa bir süre derede yüzen elma, bir engele takılır ve daha önce yine aynı yerde takılıp kalmış ve artık çürümeye yüz tutmuş üç elmanın yanında kalır. Bilindiği gibi insan iradesi dışında dünyaya gelir, kaderindeki hayat yolunu yaşayıp bir yerde durur ve ölüme teslim olur. Elmanın yazgısı insanın yazgısına, kaderine boyun eğişin göstergesi gibidir. Filmdeki çürümeye yüz tutmuş üç elma, üç erkek karakterin kadınlarla yaşadığı sorunu simgeler gibidir. Ataerkil kültürde toprak ve kadın en önemli iktidar alanı temsilcileridir; kadını olmayan erkeğin de bir nevi iktidar alanı eksiktir. 

Filmdeki ikilemler sadece bu kadar değildir, gece-gündüz zıtlığı da önemli bir detaydır. Bütün gece zanlının ifadeleri doğrultusunda maktulun gömülü olduğu yer aranır, ancak gün aydınlandığında ona ulaşılır. Filmdeki karakterlerin de öyküleri bu paralellik doğrultusunda aydınlanır. Anadolu’nun toplumsal yapısı işlenir. Maktulü arama sahnelerinin gece olması izleyicinin olayın içine daha iyi girmesine ve olabildiğince karakterlerin yaşadığı stresi hissetmesine neden olur. Filmde yaşanan diğer ironi de, maktulün ite kaka arabanın bagajına neredeyse getirildiği konumda (domuz bağı) sığdırılmaya çalışılması ve başının yanına tarladan toplanan üç kavunun eklenmesidir. Ölümle yaşam arasındaki ironik tezatlığı sergiler bu sahne. 

Filmin son sahnesi de yine zıtlıkları sergiler. Bodrum katında, otopsi odasında ölünün teşhisi eşine yaptırılırken, kadının yüzünde duygusuz bir ifade vardır. Keza maktulün oğlu Adem’e babası ölmüşken yapılan gereksiz şaka bir ironidir aslında. Otopsi teknisyeni yine yersiz şekilde kullanımı daha rahat kesici aletlerden bahseder. Maktulun pantolonu inince iç çamaşırsız olduğu fark edilir ve her an her şeye hazır olduğu vurgulanarak aşağılanır. Çırılçıplak kalınca otopsi sahnesi de tüm çıplaklığıyla başlar. Ünlü yönetmen Semir Aslanyürek’te filmi ve bu sahneyi şu sözlerle tanımlıyor; “Tarkovski’nin deyimiyle NBC insanoğlunun gerçeklerini arıyor… Hem de birçok boyutuyla… En önemlisi görüntüsüyle insanların yüreklerini dağlayarak… Bu filmiyle NBC bu toprağın bir vicdanı gibi hareket ederek ülkenin otopsisini yapıyor.” Yani,  Anadolu’nun kendisi de bir yönüyle masadadır. Göğüs açılır ve adeta görülmek istenmeyen bir şey ortaya çıkar, akciğerde toprak parçaları. Bu da maktulün canlı gömüldüğünün bir göstergesi ve delilidir. Doktor, teknisyenin ısrarına rağmen bunu görmezden gelir ve iş biran önce bitsin tavrındadır. O sırada onun da masumiyetini bozan şey, yani maktulün kanı, yanağına sıçrar. Doktoru başından beri masum ve ahlak temsili görsek de, o da hata yapar.

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.