Yeşil koltukta doğrulup ardına doğru yaslandı Zülfikar. Sırtından indirmediği sazının boşluğunu hissetti sağ omuzundan itibaren, hemen dizinin dibindeydi, biraz olsun sakinledi, gelir gelmez ikram edilen çayını artık soğuk olmasına rağmen bitirdi, taze demin sıcak kokusu bizim oraların kokusu bu soğuk çay da sizin buraların diyecekti, vazgeçti. Yüreği soğumamıştı hâlâ, demini almıştı yıllar evvel cayır cayır yanan ateşten…
Nisan Hanım son zamanlarda karşılaştığı en kibar insanlardandı, bu buluşmayı ayarlayan dostlarına minnet duydu içinden, yalnızlık zor zanaattı bu şehirde çünkü. Her yer megaların megası, herkes bir şeylerin ultrası. En kalabalık olma yarışında koca bir güruh delirmişçesine. Bir dağ başını mesken tutan dervişinki değil marifet, asıl mesele burada, bu delirmiş milyonların arasında yapayalnız kalabilmek, diye düşündü. Nisan Hanım sormuştu az evvel; “Gitmek isteseniz en çok nereye gitmek, dönmek isteseniz en çok nereye dönmek istersiniz? ” diye. Çayından bir yudum alır almaz buğulu gözleri yaşla doldu, anlatayım dedi Zülfikar.
25 sene evvel bizim oraların meşhur binalarının birinin önünde saat tam sekizde bekliyorduk annemle, hava buz, ciğer kesen derler bizim oralarda ama ciğerimize kavuşacağız birazdan diye işlemiyor bize soğuk, kar, kış, kıyamet! Abime gelmişiz var mı ötesi? Baktım annemin çakır gözlerine, tuttum üşümüş ellerinden çocuk halimle; “Gireceğiz şimdi beş dakika kaldı, dediklerimi unutmadın değil mi, ört sırtına şu şalını da üşüme e mi güzel annem benim.” dedim. İçeri aldılar sırayla oturduk bir Sırat’ın dibine, az evvel binadan içeri girmemişiz gibi burası da soğuktu her zamanki gibi. Bu defa demirler var… Soğuk demirler… Dokunuyorum… Biz gibi insanlar etrafta, herkes bir ürkek, pasta, börek kokuyor ortalık tepsi tepsi, ama kimse yemiyor, nasıl kokuyor biliyor musunuz? Anne poğaçası taze taze, annem yaptı elleriyle…Birkaç siyah kıyafetli adam var bıyıkları aklımda kalmış niyeyse yüzleri yok zihnimde ve bir koku vardı onlardan yayılan taze böreklerin üzerine, pis bir kokuydu, vicdansızlık kokuyordu. Gardiyanı duydum!
” Sen çocuk, heyyyy kadınla mısın? “
” Annem o benim. “
” Neyse ne lan geçiyorsanız geçin, çantaları bırakın.”
” Ama annem baklava yaptı.”
” Sıçarım lan sizin çöreğinize de böreğinize de…”
Bağırdıkça tanıyorum insanları, ölmemi istiyorlar doğmadan evvel, doğduğum yer yüzünden. Her şeye değecekti abimi görmek, sırayla içeri girenlerle sarıldılar bekleyen diğerleri, uzun bir ara kimse gelmedi kapıdan, beş dakika belki, belki beş saniyeydi, zaman kiminle yaşadığınıza ve kimi beklediğinize göre değişiyormuş, o gün anladım, geldi işte…
” Abi ! “
Abim zayıflamış, gözleri aynı ama hala, saçları kısacık, babama benzemiş ne kadar da, umut olsaydı adın ne de güzel olurmuş, kim seçti Ahmet’i? Bizim oraların adetleri… Önemlidir isim bizim oralarda, kimin ne olacağı doğuştan bellidir, kimin nasıl öleceği isminden nasiplidir, ‘HASRET’ koyarsa bir ana hasret kalır oğluna, diri diri yanar ciğer…
“Zülfikar, kardeşim “
Çok dövmüşler onu, mahvetmişler abimi, yüreğini bilmesem tanımazdım, sana ne yaptılar böyle ciğerim, sana neler ettiler abi, diyemedim.
” Üşüyor musun abi? “
” Artık ısındım aslanım sizi gördüm… Aslanım benim koca adamsın artık koçum benim. Anaacımmm!”
Ağlıyor annem, tepsi yok bu defa az evvel yere fırlattı kovboylar, söz verdim abime elime kitaptan gayrısını almayacam diye yoksa dıkşın dıkşın… Elleri demirde birleşiyor annemle abimin, hasretin ateşi bu, üçümüz üşüyoruz cayır cayır..
” Heyyyy dokunmak yok atarım. “
Evladına dokunmak yasaktır bizim oralarda, soğuktur, vicdanlar sıcaktır sadece, kimse görmez ama, uzaktır, bizim derler ama gelmezler, biziz halbuki, dıkşın dıkşın kötülerle savaşırız, abimin dudakları titriyor… O gün olduğu gibi… Demirlerde ellerimiz, ölüm ayıramaz bizi, annemin dudakları kımıldıyor yıllar sonra… Abim sessizce ağlıyor, yalvarıyor yıllar sonra tek kelime eden anneme sussun diye!
” Ana sus, ana ne olur sus ana, ana iter kakarlar sizi yapma ana, ne olur ana “
Durmuyor annem, duyuyorum onu, duyuyorum annemi, abimi ilk kez korkarken görüyorum, üşüyorum, duyuyorum annemi, onlar da duyuyor… Duydu gardiyan!
” Sen, hey sen, çek elini oradan kadın, ne dedin bir daha söyle.”
” Bıraksana anneme dokunma.”
” Sus lan piç kurusu.”
” Zülfikaaar… Yapmayın o daha çocuk dokunma laaaann…Vurma lan el kadar sabiye, Zülfikar KARDEŞİM ! “
” Nece konuştun sen kadın bir daha söyle.”
Annemin doğduğu dilde sevmesi suç oğlunu… Annem köyünden sadece mahpushaneye gitmek için çıktı ömrü boyunca…Baklavayı çok severmiş büyüyünce anladım, biz yiyelim diye sevmem demiş… Kendi dilinde söylemiş…
” Dokunma lan anneme şerefsiz, dokunma çocuğa, bırak onları gitsinler, hiç mi Allah’tan korkmazsınız? Cennet cennet diye yalvardığınız onun da ayakları dibinde değil mi? Bizi de Allah yaratmadı mı? “
” Senin gibi piçleri küçükken yok edeceksin küçükken, Allah ne verdiyse döveceksin böyle itleri…”
Bam …Bam…Kemik sesleri…Bakma lan…Gülme ağla lan…Komutan geliyor…Toplan! Gardiyanların korkak sesleri…Yerdeyim sıcak bir sızı var yüzümde, annemin yırtılmış yemenisi,yine de söylüyor söyleyeceğini…Geceden hazırladığı tepsi yerlerde, herkes bizi izliyor, herkes izliyor sadece!
Götürüyolar abimi…Sesleniyor bana yine fakat bu defa demirlerin ardından gözlerimin ta içine bakarak haykırıyor.
” ZÜLFİKAAAR ! “
Hiç canım acımadı, kimse kimsesizlikten daha sert vuramadı…Annem yerde uzanıyor, kan var yüzünde. Annem! Abim ciğerlerinden sesleniyor duyuyorum, ağlıyor görüyorum, götürüyorlar ciğerimi, öyle severdi beni küçükken, gel hele ciğerim ALİ’m.
” ZÜLFİKAR…Ölüm Ölür, Biz Ölmeyiz…”
” Abiiiii dıkşın dıkşınnn abiiiiii…Bırakma beniii üşürüm…”
…
” Zülfikar Bey hadi konuyu biraz dağıtalım, hem bunu not alırken biz de toparlanmış oluruz, şimdi size birkaç resim göstereceğim, bu resimlerde gördüklerinizle aklınıza gelen şeyi söylemenizi isteyeceğim, bu resme biraz bakın Zülfikar Bey ne görüyorsunuz ? “
” Kendini asan bir baba görüyorum ya pantolon alamadı evladına ya başa çıkamadı hayatla.”
” Zülfikar Bey burada bir ip var sadece, salıncak yapılamaz mı bir iple? Peki burada ne görüyorsunuz? “
” Köşe başında mendil sattığı için soğuktan akan burnunu koluna silen bir kız çocuğu.”
” Zülfikar Bey burada örtü var yalnızca… Burada ne var? Bu kez basit.”
” Annesinin mezarı başında bir kızcağız selam veriyor “
” Burada sadece beyaz bir kapının önünde kız çocuğu gülümsüyor, burada peki?”
” Mülteci botundan az evvel denize düşen bebeklerinin peşinden atlayan anne baba var. “
” Zülfikar Bey, bir kadın ve adam güzel bir günde yüzüyor sadece resimde. Peki ben anladım sizi, özel olmazsa bir şey soracağım, hiç gördünüz mü gardiyanı? Görseydiniz ona ne demek isterdiniz? O zaman ya da şu an fark etmez.
” Gördüm, her gün… Hatta her saniye bazen… Gardiyan her yerdedir, gardiyanlar her yerdedir iyi bakarsanız görürsünüz, iyi bir çocuk olursanız onlar bulur sizi… Gazete alırım sabahları alışamadım telefondan okumaya, gazetede görürüm her sayfada, televizyonu açarım illaki konuşur bana, bir çocuk çığlığında duyarım sesini, bir köpek can verirken inlemesinde bir kürek çirkinliğiyle, bir annenin feryadında, bir babanın mahçupluğunda, yoksulluğunda, garibanlığında…Her yerde o, her yerdedir onlar.
Bakarlar bana bazen, yan yanadırlar, bazen el ele bazen yumruk yumruğa girerler ama inanmam onlara, nihayetinde hep karşımdadırlar, izlerler her şeyi, asla kımıldamazlar.
O gün o dakika neden kötü bir insandı o gardiyan demedim hiç, neden diğerleri iyi değildi dedim, kötülük yapmak mı daha fazla acı verir? Hiçbir şey yapmamak mı? Uğruna her şeyi yaptığınız ama bir türlü insan olamadığınız o cennete girerken, hiçbir şey yapmamak kurtaracak mı sizi?
Yine karşımdasınız, ben miyim cehennemlik? O hesaba göre hiçbir şey yapmayan kötü değilse ve girmediyse cennete, şimdi siz böyle yine yan yana, yine masumca karşımızdayken biz yine gardiyanla baş başa kaldık iyi mi ?
Sizin hesabınız bu işte, siz busunuz. Zalimliğe dur demezsiniz, muhakkak bi şeycisinizdir ya da bişeyist, siz muhakkak bişeyli veya bişeydensinizdir, sadece insan değilsinizdir, çünkü bilirsiniz bir kere insan olursanız, zalime dur derseniz iyi olursunuz, korkunuz da bundandır esasında. Ben gardiyanı size tercih ederim bilir misiniz, ne olduğu bellidir, vurur, umut vermez, gülümsemez, oturup izlemez, yapar yapacağını. Küçüktüm abim bağırıyordu, annem susuyordu, vurdunuz, düştüm. Şimdi olsa… Bi vursanıza, denesenize bi… Mesele düşmek de değil ya anlamazsınız… Ne de güzelsiniz yan yana, el ele. Ne büyük insanlarsınız, ne kadar yücesiniz, pahalı kıyafetler, pahalı telefonlar parfümler… Saygınlığınız şöyle dursun alemi cihansınız, kurt kuş kedi köpek eşrefi mahlukat size hizmet için yaratılmıştır,siz her şeyden üstünsünüzdür.
Ben mi? Ben gardiyanım, gardiyan ben. Cehennemliğiz, ama asla siz değiliz. Buyrun cennetinize haydi, durmayın koşun, cehennemin dibinde de olsam duyarım siziii çünkü ordaydınızzzz, hepiniz oradaydınızzzz, hiçbiriniz dur demediniz, ben düştüm, köpek dövüldü, kadın öldü, çocuklara tecavüz edildi, bana vurmadınız, köpeği dövmediniz, kadını öldürmediniz, çocuğa tecavüz etmediniz. Kötü değildiniz kabul ama iyi de değildiniz! Çünkü dur demediniz. Neden dur demediniz? Gidin cennetinize haydi haydi haydi, kalkınnn gidinnn…Derim onlara. “
” Gardiyan,siz ve ben , üçümüz kaldık o zaman, sonra ne oldu ? O günden sonra, gardiyandan sonra? “
” Sonra abimi astılar, cennette diyorlar, onların cennetinde değil ama…”
…
Mahallede onu seven bir iki insan haline acıyıp da sokakta değil de artık hastanede yatsın, iyileşsin diye çabalayıp, araya bir iki insan koyup kurula çıkartmışlardı Zülfikar’ı. Başhekim Nisan Hanım raporunu onayladı. Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde tedavisine başlandı. Soğuk bir kış sabahı kaldığı odanın tavanına, sırtından hiç çıkarmadığı baba yadigarı sazının telleriyle astı kendini Zülfikar. Cebinden çıkan kağıtta şöyle yazıyordu annesinin dilinde;
“Zülfikar doğmak değil maharet, mesele Yezid olmamakta
Yezid doğmak değil kabahat, Zülfikar olamamakta
Her günahın var elbet tövbesi de
Mesele gidemeyeceğini bile bile Cennete, namaz kılmakta “