Yaptığınla yetinmemek, bütün sanat bundadır.
Jules Renard
MUTLU DÖNEM
Yazarlarımızın bütün tiyatrolarımızda yer aldıkları bu yıl, Türk tiyatrosunun bir dönüm noktası olacaktır.
Kendi insanımızın, kendi sorunlarını, soluğunu, gülüşünü, ağlayışını gösterme mutluluğu bu mevsim kazanılacak ve devam edecektir.
Seyircilerimiz, tiyatrolarımıza toplumumuzla, sokağımızla beraber girecekler. Kendilerine gülüp kendilerine ağlayacaklar. Aynada kendilerini çirkin bulurlar ise, aynaya kızmayıp, güzel olmanın yollarını gene tiyatrolarımızda güle eğlene öğrenecekler.
Yazarımızın, tiyatrolarımızın, seyircilerimizin kusurları olacak… Bu kusurları gene yazarlarımız, tiyatrolarımız, seyircilerimiz onaracak.
Tiyatroyu yapan üç öğe elele verip kendi halkımızdan dünya halkları ile birleşme yoluna bu sene çıkıyoruz. Yola çıkan üç kuvvet bir olduktan sonra yolun sonuna varmamaya imkân yoktur.
Tiyatrolarımız içinde bu ödeve katılan tiyatromuz, bu yıl Haldun Taner, Orhan Kemal, Orhan Asena, Recep Bilginer ve Orhan İyiler’den eserler sunacaktır.
Yazarlarımızın, tiyatrolarımızın, seyircilerimizin yeni mevsimleri mutlu, güzel yolları açık olsun.
İKİNCI MUTLU DÖNEM
Yukardaki yazıyı 1960’larda yazmıştım… Bir anlamda belki de bu çağrı idi. Ödenekli, ödeneksiz tiyatrolar sonra yazarlarımıza daha bir kapılarını açtılar. Bilinçli veya bilinçsiz…
Bu kez, yeni bir döneme yönelmek istediğimizi açıklıyoruz.
Yukardaki yazımız, tiyatroların bazı yazarlara, bazı konulara yasak olduğu günlerde yazılmıştı. Tiyatromuz, kanunlardan, yargıcılardan başka yasak koyucu tanımadığı için, yasaklanmış yazarlara sahnesini açtı.
Ulusal Türk tiyatrosuna gitmenin ilk yolu yazarlarımıza tiyatro kapılarını açmakla başlayacaktı, ortada yazar yokken konuşmak gevezelikten başka bir şey olamazdı. (BİZ BİZE BENZERİZ) sözü gibi tiyatromuz var… Tiyatro kökten koparak yapılamaz. Günümüzde, bizim tiyatromuzun dışında, kökten kopmuş bir tiyatro var mı dünyada? Kökten kopmak yeniyi değerlendirirken de yanıltır bizi… Nereden, nereye geldiğimizi görmemekten yanıltır.
Tiyatro, kitaplık gibidir başka ülkelerde. Şiir sevenin evinde en az on şiir kitabı varsa, roman, hikâye seven içinde öyle çekip karıştırıp, okursa onları, Ankara ile İstanbul’a yığılmış tiyatrolarımızda böyle olmalıydı. Yunanistan’ın, Fransa’nın, İngiltere’nin, Almanya’nın, Yugoslavya’nın, Rusya’nın büyük illerinde olduğu gibi, nasıl en az üç yüz seneden günümüze gelmiş tiyatro eserlerini gidip görebiliyorsa seyirci istediğinde, bizde de yüz sene içinden kalan yirmi eseri gidip görebilmeli, seyircinin kitaplığı gibi olmalıydı tiyatromuz. Oysa her yıl yeni başlayan bir tiyatromuz var.
Başta oyun dağarcığı yaparken bir görüşleri olmayan ödenekli tiyatrolarımız «HER TÜRÜN İYİSİNİ OYNARIZ» sloganı altında kırk ambara çevirdiler. Ne ulusal ne de evrensel bir tutumla yönetmediler tiyatrolarımızı. Tiyatro olarak geçmiş’e, yaşadıkları çağ’a, halka sırt çevirdiler.
Tiyatromuz kısaca bundan böyle günümüz yazarlarına sahnesini açık tutarken Türk tiyatrosunu bugüne getiren örneklere de yer verecektir. Köy meydan okurlarından, orta oyunundan, Şinasi’den bu yana kalan eserlerden bir demet yaparak günümüz anlayışı içinde yeniden sunmaya çalışacaktır. Yalnız ödeneksiz tiyatroların oynamasına izin vermeyen vârisler yüzünden halk yazarımız Müsahipzade Celâl’den yararlanamayacağımız için üzgünüz.
Bitirirken şunu da açıklamak isteriz. Ulusal olmak için, Ulusal kaynaklardan mı yoksa Evrensel kaynaklardan mı yararlanılır diye konuşup duruluyor. Ulusal olmayan hiçbir yapıt Evrensel olamaz. Ayrıca her nerede olursa olsun insanın yaptığı insana eşittir. Yalnız biliyoruz ki ulusal Türk tiyatrosu bugün için bir araştırma konusudur, en başta da olanak sorunudur. Ama gene biliyoruz ki, en mutlu tiyatrocu son oyununu seyreden en genç seyircisinin ölümü ile birlikte yok olur.
Öyleyse tiyatrocunun yaşadığı sürece tek ödevi kendisine değil, tiyatro sanatı ile halkına yararlı olmaktır.