Sen gülümserdin benim damağıma bir tatlılık yapışır uzun süre orada kalırdı. Bir şey yemek, içmek istemeyişim ondandı. Bana her baktığında toprağa bir yağmur damlası düşer, doğa yeniden canlanırdı. Dokunduğunda ise kara sağanlar, havalanır ve havada uzun süre asılı kalırdı.
Gittiğinde bir kelebek, kozasına yumurtalarını yerleştiriyordu. Coşkuyla okuduğun o şiirler seninle birlikte bir avuç kumun altında kaldı. Benim can kulağım işte o gün kapandı.
********
Kolundaki saatine bakarken bileğini oynattı. Saatin kordonunu çekiştirdi. Boğulup sıkışan bilek, bu hareketle derin bir nefes aldı. Üzerindeki terini atması saniyeler sürdü. Kadın huzursuz bir şekilde duvardaki saate baktı. Saatin kadranı kendisine bu kadar çok bakılmasından sıkıldı. Değişmiyordu işte değişemiyordu. Adamın gidişine rastlıyordu saatin 14:05’ de kalışı…
Kadın saatin önüne geldiğinde koluna tekrar baktı. Sonra elini duvardaki saate doğru uzattı. Yine zaman bir milim oynamadı. Eğer onu oradan kaldırırsa gözü oraya bir daha takılmaz, böylece sevdiği adamın gidişini rakamlar değil zihnindeki kalıntılar anımsatır diye düşündü. Onu yerinden kaldırılırken duvar; çıplak yakalanmış biri gibi sıkıldı ve utandı. Saat; yılların verdiği yorgunluğu kadının ellerine bıraktı. Kadın ise şaşkın, o boşlukta yaşama dair bir iz aradı. Sonra adamın sözleri odada yankılandı. “Bahar gelince duvarları istediğin renge boyarız.”
“Eğer sen o gün saat 14:05’ de kalbine yenik düşmeseydin bugün bu duvarlar odamızı maviyle saracaktı.”
O minicik eller, istem dışı titremeye yenik düştü. Saat bu depremsi sarsıntıyla kendini yerde buldu. Kadın kollarını kaldırabileceğine inansa eğilip saati alabilirdi. Gücü yetmeyince bir süre yere baktı. Bunca yıl akrebin peşine takılmış yelkovan ilk kez, akrebini yalnız bıraktı. Sarkaç; adamın gittiği o an emekliye ayrılmıştı zaten. Kendisine son kez bakıldığının farkında olan parçalanmış nesne ise bu defa çıkaracak bir ses bulamadı.
Kadın cam kırıklarının içinde kalan bir yara gibi bir süre kanadı. Altındaki parke, illüzyon gösterimini başarıyla tamamlarken kadın telaş dolu gözlerle tutunacak bir yer aradı. Sarsılarak dışarıya çıktığında derin bir nefes aldı. Meltem, yüzüne usulca dokunduğunda kadın irkildi. Etrafına bakındı. Görünmeyen bir el ona dokunmuş ve sakin olmasını fısıldamıştı. Kadının elleri kulaklarına yerleştiğinde, parmaklarına dolanan saç tellerinden bir inilti duyuldu. “Başka bir neden arama sadece benim.” Diye sızlandı rüzgar… Karadaki hüznü denize doğru usulca bıraktığı bir vakitte kadın koşar adımlarla evinden uzaklaştı. Yol boyu ilerlerken serserice salınan aklını başına devşirmek istedi. Gerçi ayakları yolu çoktan ezberlemişti. Ezberleyemediği tek bir şey vardı. Onun yokluğu… Aklına gelen bu hatırlatma her defasında geri kaçıveriyordu. Hem yüreği de bunu hiç kabul etmemişti ki! Çocuksu göz bebekleri vardı sadece onun gidişine şahit olan. O da o an histerik bir körlük yaşamamış mıydı, bu kadar tutarsızlık içindeyken kim inanırdı ki bu gidişe? Havaya atılan metal bir paraya denk düşmüyordu yazı ya da tura oluşu varlığının…
Gözü kapalı geçtiği o sokağa girdiğinde ilk kez durdu. Nefesi, bu duruşa bir süre uyum sağlayamadı. Kadın bu uyumsuzluk içinde garip bir tını edindi kendinde. Bu tınıyla önce etrafında salınmaya başladı ardından ona bakan gözlere karşılık verdi. O gözler, duvara yaslanmış, kollarını kavuşturmuş onu izleyen adamla buluştu. Hızlı adımlarla yanı başında bitti. Adam doğruldu, kollarını aşağı doğru indirdi. Titrek gözleri çevresinden yardım dilenirken kadın adamın kulağına fısıldadı. “Yazık, sevdiğinin ölümüyle yıkıldı, bu genç yaşında kafasını oynattı zavallı.” Demeyecek misin? Adamın benzi uçtu. Dilinde oynaşan kelimeleri ağız boşluğunda kekemeliğe boyun eğdi. “Ne ne ne?” Bir türlü “Ne diyorsun?” da toplanamadı. Her gün tekrarlanan o sözleri kadın bu kez işitmeyince sesini göğe çıkardı. İki elini saçlarının arasında kilitlediğinde sanki daha önce hiç fark etmediği bir şeyi yakaladı. Bir ay önce kapı dışarı kaçan gülüşü o günden sonra ilk kez yüzüne geri geldi. Kaskatı kesilmiş kaslar ne yapacağını şaşırıp önce çekindi sonra rahatlamaya koyuldu. Gözleri, bir şey arar gibi yerlerinden fırlayıp arayışa geçti. Sağ gözü sol gözünden ayrı gidemeyeceğini anladığı vakitte bir olup tek noktaya takılı kaldılar. Kadın aldığı bu komutla o noktaya doğru koştu. Yüzüne yayılan gevşeme kulaklarına kadar yayıldı. Hissettiği her şey sonunda hep onlara çarpmıyor muydu? Aklı yönetimini o minik ellere teslim edip kaçarak uzaklaştı. Eller acemiydi ama bu sorumluluğu almanın verdiği güçle çite saplanmış bıçağı çekerek aldı. Kadının saçını tek harekette kaldırıp önce sağ ardından sol kulağı kesti. Onu izleyen adam duvardan yardım dilenirken kadın, avucuna yerleştirdiği iki kulağı yumruk yapıp yoluna devam etti. Mezarlığa ulaşana kadar kadının yüzündeki gülümseme devam etti. Mezarın başına geldiğinde nefes nefese kalmıştı. Hali halsizliğe meyil halde dizlerinin üzerine çöktü. Yumruk yapılan avuç açıldı. Sevdiğinin son nefeslerini hisseden, onu kurtarmayı beceremeyen, saati düşüren, sıvıya bulanmış o eller bu defa toprağı kazdı. İki parça, toprak altında kaldığında kadın bir nefes daha aldı.
“Can kulağım seninle birlikte kapandı. Geriye bedenleri kaldı. Çok ses işitiyorlar. Duymak istemiyorum. Benim ruhuma eşlik eden, can veren tek şey senin sesindi. Şimdi sen orada, o bir avuç kumun altında, onlara şiirler okumaya devam et sevdiğim. ”
M. Özden ÇELİK