AYLAK DERGİ

HEBE DÜNYASI NASIL BUHARLAŞTI? II.

“Ahmet’i nasıl unuttum?” diline yerleşmiş o kekremsi tatla telefonuna uzandı. Telefonunun ekranına baktı. Ferfiçkin’den gelen bildirimleri görünce yüzünde bir gevşeme oldu. Takipçi sayısı sevgilisinden çok daha önemliydi. Sonucu görünce ardına yaslandı. Göz kapakları durumdan hoşnut kendini kapadı. Kapanan gözün ardında beliren görüntü, Zeynep’i yerinden oynattı. “Ben ne yapıyorum böyle?” derken sistemin kendi üzerindeki etkisinden nefret etti. Eliyle bütünleşmiş telefonuna tekrar baktı. Ahmet’in bir mesajı vardı. “Hazır mısın?” O kadar… Midesinden yüzüne dağılan yanma ve kızarma hissi Zeynep’in unuttuğu bir şeydi. Bu duygunun tekrar ortaya çıkması onun değişimi için ilk adım sayılabilir miydi? Bir süre ona yazmamaya karar verdi.  Onu merak eden, önemseyen veya endişe eden birisi yoktu karşısında. Bu sistemde değişmeyen tek şey cinsel dürtüydü. Geriye kalan dürtülere ne olduğunu sorgulamaya başladı.

Morali bozulan Zeynep keyifsizce yerinden kalktı. Elbisesini seçmek için bu defa kumandayı kullanmadı. Gözüne kestirdiği pratik şeyleri alıp düşünmeden giydi. On iki saattir kapsül almadığını fark ettiğinde panikledi ama bu his çok kısa sürdü. Beyni, kapsülü istemiyordu. Oysa uzmanlar özellikle en geç altı saat arayla alınması gerektiğini dile getiriyordu. O ise kapsülünü almadan evden ayrıldı.

İşe ne çabuk geldiğini fark ettiğinde düşünmenin gücünün ne denli önemli olduğunu hatırladı. İçeri girdi. Birilerini görmek ve selam vermek için can attı. Hatta sohbet etmeye bile hazırdı. Ama herkes kendi halindeydi ve kimse kimseyi görmüyordu. 

Odasına girip masasına oturduğunda kendini çok yalnız hissetti. O ara dev ekran otomatik açıldı, yine bilindik sözler ekrana döküldü. Oysa Zeynep bugün bakımsız dışarıya çıkmıştı. Yüzü gözü kalıcı makyajlı olsa da çok solgundu. İnsanların gözünü büyülemek yerine bir an önce evine gitmeyi diledi. Verimsiz geçirdiğini düşündüğü zamanı, ara ara hatırlanan geçmişiyle doldurdu. Tek kare şeklinde hatırlıyordu gerçi ama o karedeki duyguyu hissedebiliyordu. Ve rüyanın hâlâ etkisinden olmalı! Canı zeytin istedi. 

“Tuluman. Orada gerçek besinleri satan ve onları yiyen insanlar olduğu söyleniyordu, gerçi oraya girmek çok tehlikeli. Büyükler gün içinde sürekli anons geçiyordu. Neydi o anons?” derken dev ekrandan güçlü bir ses, “Tuluman! Sapkın ruhların toplandığı bir mahalledir. Oraya adım atmak, ölümle eş değer olacaktır. Mahalleye girdiğiniz anda oradaki insanlar size saldıracak, sizi lime lime etmekten çekinmeyecektir,” diye hatırlattı. Zeynep, sesleri dinleyen sistemin varlığını tamamen unutmuştu. Bir dakika geçmeden içeriye insan görünümündeki robot girdi. “Zeynep 724! En son ne zaman kapsülünüzü aldınız, öğrenebilir miyim?” diye sordu. (Hebe’de her insanın bir kod numarası vardı. Bu numara ile tüm işler seri bir şekilde ilerlerdi.)

Zeynep şaşkınlık içinde “Sabah” dedi, ne olacağını içten içe merak ediyordu. “Benimle laboratuvara kadar gelebilir misiniz? Uzun süredir değerlerinize bakılmadı. Bir kontrol edelim” dedi. Sesi, parazit yapan bir radyo frekansından farksızdı. “Tabii ki gelirim. En son geçen hafta bakılmıştı aslında olması gerektiği tarihte! Siz gidin hemen geliyorum.” dedi. Komut alan görevli robot, odadan ayrıldı. Zeynep büyük bir şok yaşadı. Yerinden önce kalkamadı. Sonra kendisini toparladığı gibi odasından fırladı. Arabasına bindi. Eve gitse onu hemen oradan alırlardı. Arabayla sokakta dolaşmak da büyük riskti. Aklına Tuluman Mahallesi geldi. Oraya girmek çok korkutucuydu. Neler olacağını az çok biliyordu. Belki hepsi birer zombi görünümüne sahipti. Giderse bile onu orada bulmaları çok basit olacaktı. Çünkü yüksek sesle zaten bunu dile getirmişti. Tüm gücünü topladı. Rotasını oraya çevirdiğinde, egosunda ciddi düşüş yaşadı. Bir yandan ilerliyor diğer yandan egosunu tamamlama yollarını düşünüyordu. Uzun yollardan sonra ormanlık bir alana geldi. Burada her şeyin eskisi gibi kalmasına çok şaşırdı. Hiçbir gelişim yoktu. “Bu insanlar burada nasıl yaşıyor? Bu eski yapılar tarihi eserden farksız.” Çekinerek yoluna devam etti. Arabasının ekranına -araba gizleme kodunu- yazdı. Eline çantasını ve telefonunu aldı. Bacakları titriyordu. Yanında onu koruyabilecek telefonu dışında hiçbir şey yoktu. Mahalleye girerken telefonuna baktı. Gossenin olmadığını görünce endişelendi. Acil bir durumda kimseye ulaşamayacak olma fikri onu kararından vazgeçirmek üzereydi ki egosunu tekrar yükleyecek bir yol buldu. O insanların fotoğraflarını çekmek! “Sonra da Ferfiçkin’de paylaşırım. Rekor beğenilerin sahibi olarak kendi dünyamda popüler olurum ve sonrasında bana bir anı kalır. Anı kalmak mı?” 

Mahalleye girdiği andan itibaren ortalıkta gezinen birçok normal insana şahit oldu. Hemen hemen hepsinin elinde birer kitap ya da gazete vardı. Zeynep şaşkınlığını gizleyemedi. Biraz daha içlerine doğru temkinli adımlarla ilerledi. İnsanlar sürekli selamlaşıyor, sohbet ediyordu. Merakı ağır bastı. Ve yanlarına kadar gitti. Zeynep’e herkes “Hoş geldiniz, şeref verdiniz.” derken o anonstaki bildiriyi düşündü. “Burada farklı olan tek şey, insanların geçmişten kalma olmaları!” 

Gördüğü ilgi karşısında boğulmaya başlayan Zeynep, “Yeter! Neden ben yokmuşum gibi davranamıyorsunuz?” diye bağırdı. Ama insanlar, merakla hatta hayranlıkla çevresini sarmaya devam etti.  Bir adam kadına doğru yaklaştı. Askılı pantolonu ile geçmişte kalan babasını anımsatmıştı. “Ama seni görüyoruz. Bizim mahallemize sizin gibi insanlar gelmez. Gelirse de merak ederiz. Bir şeye mi ihtiyacı oldu ya da bir derdi mi var? İlgilenmek isteriz.”

O an Zeynep’in gözlerinde yaşlar belirdi. Daha sabahında çok sevdiği adam onu merak etmezken, tanımadığı bu insanlar onu merak ediyordu. Zeynep’in saygısızlığına rağmen bir tanesi bile saygısızlık etmemişti. “Beni güvenli bir yere götürebilir misiniz?” Düşünmeden sormuştu. 

Aynı grup Zeynep’i alıp bir antikacıya götürdü. Nedeni; Hebe’deki insanların geçmişini çoktan unutmasıydı. 

Ağzından çıkan “Zeytin hâlâ var mı?” sorusu, insanları yine gülümsetti. Yaşlıca olan bir adam, “Tabii ki var kızım. Biz besinlerimize sahip çıkıyoruz.”

Zeynep ilk defa utandığını hissetti. Normal insan olmanın getirdiği incelikleri anımsamaya başlayınca tedirgin oldu. Ama hâlâ kendisini oradaki insanlardan üstün görmeyi de aklından çıkaramıyordu.

“Besinlerinize sahip çıkmış olabilirsiniz ama bu mucizevî teknoloji döneminin çok gerisindesiniz. Her şeyi sizin gibi birebir yapmak yerine, biz bu işi robotlara bıraktık. Kendimize ayıracak bir sürü zaman kalıyor. Sizler her şeyi tek başınıza yapmaktan kendinize ayıracak zaman bulamıyorsunuz. Gosseniniz bile yok. Nasıl kültürlü olabilirsiniz ki ve nasıl ilerleyebilirsiniz? Üstelik hepiniz birbirinizden çok ayrısınız. Şişman, zayıf, kısa, uzun hatta bakımsızsınız.” dedi. Arkadan gelen boğuk bir ses,  “Bizler evet, birbirimizden çok farklıyız. Ama bu farklılık sadece görüntümüzde de değil. Düşüncelerimiz, duygularımız, hissettiklerimiz de çok ayrı. Bu şekilde birbirimizi tamamlıyoruz. Okuyoruz, araştırıyoruz, yaratıcılığımızı kullanıyoruz ve en önemlisi de hissediyoruz. Sizin gibi yapaylık içinde yaşamıyoruz.” cevabını verdi. 

“Ender Antikacı” tabelası olan dükkânın önündeki sohbet ilerledikçe kalabalık da çoğalmıştı. Beyaz saçlı, hafif kamburu çıkmış, yüzünde kırışıklıkları olan bir kadın, Zeynep’in dinlenmesi için araya girdi. “Burada tamamen güvendesin. Sen rahatına bak. İstediğin zeytini sana bir çocuk getirecek.” dedi. Kadın konuşurken, Zeynep kadını inceledi. Bu kırışıklıklar, bu beyaz saçlar… “Neden genç kalmak varken, yaşlanmak isteyeyim ki?” diye düşünmeden edemedi.

Dükkândan içeri girdiği anda yılların sinmiş kokusu, Zeynep’in yüzüne şimşek gibi çarptı. Başı döndü, oturmak için bir yer aradı. Dükkân sahibi, burnunun ucuna bıraktığı gözlüğü, boynuna taktığı papyonu ile tamamen geçmişten kalma izler taşıyordu. Yaşı da epey vardı. Yürürken zorlanıyordu. Ama her şeyi bir başına yaptığı çok açıktı. Üstelik zevk alarak yaptığı da düzgün ve temiz istiflediği eşyalarından belliydi. Az ilerideki yosun yeşili, kadife koltuğu işaret edip, “Buyur kızım buraya otur. Yorulmuşsun belli.” dedi. 

Ardına dönen Zeynep birden olduğu yerde sarsıldı. Ama bir şey demeden gidip koltuğa oturdu. Ellerini dirseğe koyduğu anda tekrar sarsıldı. Eğildi ve altına baktı. Evet. Yanılıyor olamazdı. Birden yerinden kalktı ve o kazınan şekli inceledi. Elini üzerinde gezdirdi. Ve uzun bir dönemden sonra hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Antikacı, “İyi misiniz, yapabileceğim bir şey var mı?” diye sordu. Zeynep uzun hıçkırıklardan sonra, “Bu koltuk, anneannemin koltuğu.” dedi. Ses tonu, söyleyiş tarzı adamın da gözlerinin dolmasına sebep oldu. “Ah! Bu koltuktan o dönemde hemen hemen her evde vardı. Seni anlıyorum.” cevabını verdi. Zeynep birden ayağa kalktı. “Hayır, anlamıyorsunuz, bu anneannemin koltuğu. Ben çocukken hep bu koltuğa otururdum. Ve kimse oturmasın diye çocuk aklımla buraya işaret koymuştum. Bakın, adım yazılı.”

2.BÖLÜM SONU

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.