GERÇEK VE YANILSAMA
Bana doğru açılan onca iştahlı gözlere rağmen yürümeye devam ediyordum. Şimdi anımsadığım kadarıyla yürürken vücudumda salınan ritimle ruhumdaki aynı değildi. Aklımdan geçirmeden edemiyordum. Acaba hissettiklerim bu kadar mı şeffaf da bütün bu insanlar mütemadiyen bakıyordu? Eğer iç organlarımdan daha çok belli oluyorsa hissettiklerim, peki neden hiç kimse yanıma gelmiyordu? Oysa ne kadar ihtiyacım vardı, birisinin yanıma gelip de ‘Yardım ister misin?’ diye sormasına. Bakmak ve görmek dedikleri bu olsa gerek. Herkes bakıyordu. Kimse görmüyordu. Herkes bana bakıyor, kimse beni görmüyordu. Bir zamandır bu böyle sürüp gidiyordu.
Sonra kendime şöyle bir savunma mekanizması geliştirdim. Bütün bu kadınlar, erkekler, yaşlılar, yetişkinler ve gençler kör olmalıydı!
Çıplak ayaklarımın altında derimi kanatan her ne varsa ayaklarımdan sızan kanlarla beraber bütün bu insanların ruhundaki çatlakları tıkıyordu. Yoksa bu kadar insan bir insana bu kadar yabancı olamazdı!
Tek yaptığım yürümekti. Sanırım iki saattir yalınayak, başı kabak yürüyordum. İşten dönen, çocuğunu parka götüren, kahve içmek için dışarı çıkan, stok fotoğraf çekmek için güneşin havalı ışıklarını yakalamaya çalışan, gece yarısı soyacağı mahallede keşfe çıkan ya da eşini aldattığı için duyduğu hazzı bastırmaya çalışan insanların adımladığı bu kaldırımlarda ben de yürüyordum. Aynı yollardan geçince aynı ‘şeyi’ tüketmiş olur muyduk acaba? Hayır, hayır tüm bu kalabalığın adımları benimkilerden daha erdemli olsa gerek.
Ayaklarımda olmayan pabuçlarım kadar, ilgilenmiyorlardı gövdemin geri kalanıyla. Mesela kalbimle. Benim bir kalbim vardı. Ayaklarım kadar ilgi görmese de benim bir kalbim vardı. Ayaklarım gibi çıplak ve ayaklarım gibi kan revan içinde. Ama ruhu sağır olan insanlar göremez ki!
Sonra kendime bir savunma mekanizması daha oluşturdum. Ben kimseye iyi gelmiyordum. Ben kendime iyi gelmiyordum. Ben bana bakan bu insanlara iyi gelmiyordum. Bana baktıkları anda beni görmemeleri benim suçumdu! Bir zaman bu böyle sürüp gitti.
İnsanlığı temize çekmek için hep böyle kendimi törpüledim. Ben küçüldükçe onlar sivrildi. Şu an ayaklarımın altını kanatan kaldırımın tümsekleri değil, insanların sivrildikçe sivrilen köşeleriydi.
Tek yaptığım yürümekti ama ben durmak istiyordum. Durmak, yavaşlamak, sakin kalmak ve buna benzer şeyler benliğimi talan etsin istiyordum. Ayaklarımdan dışarı akan son kan damlası da vücudumu terk edince uyandım.
Gözlerimi açtığımda sabahın ilk serinliği günü usulca kucaklıyordu. İçimde muazzam bir yazma isteği vardı. Zihnim kadar boş olan masanın başına oturdum. Kalemi ileri geri parmaklarımın arasında gezdiriyordum ki bastığım yerde bir sıcaklık ve ıslaklık duyumsadım. Nasıl olduğunu anlayamadım ama baş parmağımdan sızan inatçı kan beni banyoya doğru götürüyordu.