O Sahne’nin ikinci kez hazırladığımız Zeki Demirkubuz yazısıyla tarafımızı belli ettiğimi düşünüyorum. Bu kez lafı fazla uzatmadan başlıyorum.
Bugün, usta yönetmenimizin 2001 yılında vizyona giren “Yazgı” filminden bir sahne seçiyoruz. Tam burada “BEŞİKTAAAŞŞ” diye bağırasım geldi. Bildiğiniz gibi hoca bu filmde Camus’un Yabancı’sını uyarlayarak ona, bambaşka bir hayat veriyor.
Benim de en sevdiğim yabancı romanlardan biri olan “Yabancı” 1942 yılında yayımlanmış ve Dünya klasikleri listesinde yerini kapmış. Nasıl cümle kurdum ama! Bu aralar Onur Doğan’a fazlasıyla maruz kaldım. Onun etkisinden çıkmak ne mümkün!
Kitap şöyle başlıyor: Meursault isimli abimize annesinin kaldığı bakım evinden bir telgraf geliyor. Telgrafta annesinin ölüm haberi yazılıdır. Adam da haliyle “Annem dün mü öldü, bugün mü? Bilmiyorum,” diye kendi kendini sorguluyor. Sonrasında zaten olanlar oluyor. Onları nasıl anlatayım şimdi? Kısaca konusu; Meursault’un, hiçliğe olan yolculuğu diyebiliriz.
Elbette, filmin ve kitabın olay örgüsü birebir aynı değil. Hatta söylediğim gibi kitap direkt annenin ölümüyle başlıyordu ama filmde anneyi önce canlı görüyoruz. Burayı özellikle belirtmek istedim çünkü şimdi bu iki kurmacamızın yanına bir de öykü çağıracağım ve onu da işin içine katacağım. “Hangi öykü?” Dediğinizi duyamadım ama olsun. Tabi ki Sait Faik’in Semaver’ini konuk edeceğiz. Semaver’i bilmeyen yoktur, diye düşünüyor ve hiç anlatmıyorum. Kitabın ve filmin tarihini belirtmiştim. Öykümüz ise onlardan daha eski tarihte 1935’te yazılmış. “Camus abim de Sait dedemden uyarlamış olmasın?” Diye düşünmedim değil.
Film her ne kadar Yabancı’dan uyarlanmış olsa da buram buram Sait Faik kokuyordu. Burada yönetmene bir kez daha saygı duymuştum. Konu dedem olunca kendimi tutamıyorum.
Seçtiğim o sahneye “Küçük Bir Selam” adını verdim. Usta yönetmenimiz bize ne zaman evin salonunu gösterse arkada bize göz kırpan semaveri de göstermeyi ihmal etmiyor. Ben filmi ilk izlediğimde bağımsız olarak gözüm semavere takılmıştı.
Filmin ana karakteri Musa’yı evin içinde gördüğümüz sahnelerin çoğunda, arkada duran bir semaver var, bana ufak ufak göz kırpıyordu. Jetonumun geç düşmesiyle durup, “Ulan bu Sait Faik’in Semaver’i” diye yüksek bir tepki vermiş sonra filmi birkaç kez daha izlemiştim. “Vay be Sait dedeme küçük bir selam göndermiş yönetmenimiz.” Diye mutlu olmuştum. Belki de böyle bir selam falan yoktur, ben kafamda kurmuşumdur. Yönetmenimize sormadan bilemeyiz.
Geçtiğimiz günlerde Sait Faik’in telifi düştü. Artık yayınevleri kitaplarını dilediği gibi yayımlayabilir. Biz de bu konuyu Poddy ve Booky Kitabevi’nin desteğiyle hazırladığım, “İşin Mutfağı” isimli podcast serimin ilk bölümünde Deniz Yüce Başarır ile konuşmuştuk. O kaydın tamamını Poddy uygulamasını ücretsiz olarak indirip dinleyebilirsiniz. Deniz Hanım orada bir anekdot anlatmıştı.
Tamamını uzunca anlatmayayım ama özetle şöyleydi:
Bir okuldan Deniz Hanım’a “bir gün gelseniz de kitap konuşsak” gibi bir teklif geliyor. Deniz Hanım da “Sait Faik konuşalım o halde” diyerek kabul ediyor teklifi. Sait Faik konuşulacaksa onu en iyi şekilde anlatmak için Deniz Hanım, o okula semaver ile gidiyor. Zarifliğe bakar mısınız? Orada bir semaver konusu dönecek ve çocuklar ne işe yaradığını ne için kullanıldığını bilmediği için tam anlamayacak. Deniz Hanım o gün kaç çocuğun gönlüne Sait Faik aşılamıştır kim bilir? Bu arada bahsettiğim bölümü podcaps olarak da paylaşacağım, oradan da dinleyebilirsiniz. Evet, “Podcaps” dedim sevgili okurcuğum. Poddy’nin böyle muazzam özellikleri var. İstediğiniz herhangi bir podcast’in (en fazla bir dakikalık) bölümünü kesip, üzerine istediğinizi yazarak (ya da yazmayarak tamamen size kalmış) paylaşabiliyorsunuz.
Ah! Yine konudan konuya atladım ama olsun. Sizi ve köşemi çok özlemişim. Aylak Dergi’nin yeni sayısı çıkmadan birkaç kez daha baş başa konuşacağız. Sayıda da Pınar’la bir film yazdık. Şimdilik Pazar günlerinizin neşesi, biricik köşenizin sonuna geldik. Kendinize çok iyi bakın. Aylak ile kalın.