Bir tren garında boş bir banka oturmuşum. Seyrelmiş kalabalığın uğultusu kalmış duvarlarda. Şimdilik gar boş. Tren gelmek üzere. Az sonra birbirine çarpar insan sesleri. Beklediğim yok kalbim çarpsa, bekleyenim yok binip gitsem. Dönenleri izliyorum. Sırtını dönüp gidenleri, kollarını açıp dönenleri. Yolundan dönüp kaybolanları.. Tütün sarıyorum bir yandan. Ağzımdaki acı tadını sevmem bir yana, ellerimi nereye koyacağımı bilemediğimden sarıyorum. Tek nefeste yarılıyorum. Dumanı genzimi yakıyor, gözlerime doluyor. Uykusuzluktan kıpkırmızı olmuş gözlerimden yaşlar iniyor. Tütün dumanından mı yoksa kollarını açıp gelene, sırtını dönüp gidenlerin merhametsizliğine kızgınlığımdan mı bilmiyorum. Artık bu soruyu kendime sormuyorum. Birbirine geçmiş ince sızıları sorgulamaktan vazgeçeli yıllar oldu. Onun elini tutmaktan başka ne işe yaradığını unuttuğum ellerimi sadece tütün sararken hissediyorum. Öyle hırsla titriyorlar ki onun ellerinden başka ne durdurabilir bilmiyorum. Bileklerime siliyorum akan yaşları.
Bu raylar diyorum, birbirine hiç değmeyen, hiçbir durakta birleşmeyen bu raylar, nasıl da kesiştiriyor yolları.. Ya da nasıl da sert çiziyor çizgisini insanların arasına. Bu iki demir çizgi sonsuzluk gibi..
Uzakta, çok uzakta üzerini sis kaplamış, kırmızı damı akan, düzayak bir evde, sarı sıcak bir mum alevinin arasından yüzümü bulup avuçlarının arasına aldığında “Artık dönmem, dönmeye bahane aradım bulamadım. Bulduğumu aklıma sığdıramadım. Sana yalan söylemeyi de içime sindiremedim. Yüzüne son bir bakayım istedim. Ama bil, artık dönmem” dediği o an ayaklarımın altından kaydı yeryüzü. Ben o gün, bu gün titreyen ellerim, akmaya bahane arayan gözyaşım, avuçlarının içinde tuttuğu için kesmeye kıyamadığım sakalımla her gün aynı saatte, aynı yöne giden o trenin, aynı koltuğuna, hep aynı isimle aldığım biletle burada oturuyorum. Dönmez biliyorum, beklemiyorum. Yokluk canından bezdirmişti uzun zamandır. Hâlbuki ben o gün uzakta, çok uzakta üzerini sis kaplamış, kırmızı damı akan, düzayak bir evde, sarı sıcak bir mum alevinin arasından yüzünü bulup, avuçlarımın arasına aldığımda, “Artık gitme, gitmeye bahane arama. Bir ev buldum. Cereyanı var, damı yüksek, hem akmıyor da. Güneş üzerimize doğacak, aşı boyası bile yapılmış. Bu evi sevmedin. Haklısın. Gözünde yaş değil, yüzünde gülüş olsun isterim evimiz bil ve gitme.” diyecektim. Ama O öyle inançla “Dönmem” dedi ki ben gitme diyemedim.
Öylece yüzünü döktü gitti. İçimden geçenler içimde kayboldu. Uzansam dokunacağım ellerim titreyerek iki yana düştü. “Dönmem” dedi, dönmedi. Bense hep kaldım. Dönmem deyip gittiği yere döndüm. Bilirim o dönmez ama dünya dönerken onu aldığı yere bırakırsa ne âlâ..