Keşke sigarayı hiç içmemiş, seni hiç sevmemiş olasıydım, o zaman ikinizin de yokluğunu çekmezdim.
Hayatın kursağımıza geçirdiği o sağlam yumruk.
Ve ciğerlerimize saldığı o berbat duman.
Kimi zaman keyfine diyecek yoktur bu boktan hayatın.
Çünkü alçakça alay eder bizimle.
Bizim diz çöküşümüz güç verir ona.
Egosunu tatmin eder bizim düşüşümüzle.
Sabahın köründe, bir istasyonda, bir treni beklerken yaktığımız o sigara.
Ve ya bir otobüs durağında tek başına otururken.
Ağzımızdan çıkan o dumansı buhar anlatır o sabahların ne kadar soğuk, ne kadar ıssız olduğunu.
Ya da, birini beklerken, bir banka oturup, okuyup bitirdiğimiz kitap.
Anlarız bir an için, ne kadar da yalnız olduğumuzu.
Bir hamalın sırtındaki kocaman yük ve önündeki uzun bir yokuş.
Kim ister ki o yükü başkası için taşımayı.
Ruhsal yüklerimiz için fiziksel yüklere katlanmayı.
Kim ister emirler yağdıran mülk sahibinin yüzünü güldürmeyi.
Nasırlı ellerinin, evladının yüzüne batmasını.
Kim ister?
İnsan istiyor, elinde olmayan bir şeyi istemsizce istiyor.
Hep daha fazlasını istiyor, insanoğlunun yaratıldığından beri, yaradılışında var istemek.
Daha çok parası olsun istiyor.
Daha büyük evi olsun istiyor.
Daha lüks arabaya binmek istiyor.
Daha güzel yemekler yemek, daha güzel içkiler içmek istiyor.
Ama kimse daha fazla çalışmak istemiyor.
“Sen sanki istiyor musun?”
Diye sormayın, ben de bir insanoğluyum.
Ben balkonda rakı içen emekli bir amca olmak isterdim.
Geçmişime bakıp kadeh kaldırmak gibi.
Ben bahçesinde gül ve sümbül yetiştiren amca olmak isterdim.
Güllere eşimin adını, sümbüllere.
torunumun adını vermek gibi.
Ben ölmek isterdim.
Bir daha hiç uyanmayacakmışçasına uyumak gibi.