Yıl: 1989…
Yer: Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı bahçesi.
Tiyatro bölümü seçme sınavlarına girmeyi bekleyen yüzlerce gencin içinde bir köşede heyecandan titreyenlerin arasında ben de varım. Bir ara okulun kapısı açılıyor ve dışarı biri çıkıyor, çok başka biri. Enerjisi, havası… Oldukça karizmatik. Delici bakışlarla bahçeyi o mavi gözleri ile tarıyor ve el ederek bir genci yanına çağırıyor ve ilk kez orada hem kendisini hem de o çok etkileyici, tamamen ona has sesini duyuyorum. “Bana bir kahve getir!” dediği çocuk hızla fırlayıp kantinin yolunu tutarken o da tekrar binaya giriyor. Bahçedeki her genç için ve tabii ki benim için de o an sanki tüm zaman donuyor. Bir film karesi gibi tüm gözlerin bu karizmatik adama dönmesi ve o tekrar binaya girince de arkasından büyük bir uğultuyla çıkan sesleri dinliyorum. “Evet, evet bu o. Müşfik hoca…” “Müşfik Kenter…”
İşte Müşfik Kenter’i canlı kanlı gördüğüm ilk an budur. Sınavı kazanıp onun dört sene boyunca öğrencisi olacağımı, her ders ona en yakın mesafede oturabilmek için neredeyse arkadaşlarımla köşe kapmaca oynayacağımı, her oyununa koşarak gideceğimi, onun yönettiği oyunlarda oynayacağımı, kendisi ile sohbet edip hatta kimi zaman ondan sağlam fırçalar yiyeceğimi, o fırçalar sayesinde kendimi tekrar keşfedeceğimi, gelişip, dönüşeceğimi, çok başka fikirler ve düşüncelerle donanacağımı, her zaman dediği gibi “Önce insan, sonra oyuncu!” olmak için didineceğimi nereden bilebilirdim? Çok şükürlerim arasında olan bu farklı ve tamamen kendine has davranış, zekâ ve oyunculuğu ve tabii ki hocalığı ile onun öğrencisi olmuş herkese çok şeyler katan Müşfik Kenter’i unutmak, unutturmak asla mümkün değildir. 1989-1993 yıllarında süren okul hayatımda her öğrencisinin olduğu gibi benim de unutulmaz anılarım olmuştur kendisi ile. Öncelikle birçok öğrencisi – şüphesiz ben de – onu çok sever, sayar ve bir o kadar da çekinirdik. Hem saygımızdan hem sevgimizden hem de onun gözünde küçük düşmekten çok korkardık. Müşfik Hoca’m espri yapmasını çok sever ama öğrencilerinin ona espri yapmasından pek hoşlanmazdı. (Çok zekice espriler müstesnadır.) Bunu bildiğimiz halde nasıl olduysa Müşfik Hoca’ya 1 Nisan şakası yapmaya karar verdik hem de sınıfça. Şu an düşündüğümde çok saçma ve anlamsız bulduğum ama o yıllar hepimizi heyecanlandıran; çok komik ve çok matrak bulduğumuz, hatta daha da ileri giderek Müşfik Hoca’mızın da 1 Nisan şakamızı çok beğeneceğini ve eğleneceğini düşündüğümüz bir fikirdi. Bu fikir kimden çıktı inanın hatırlamıyorum ama benim fikrim değildi ondan eminim. Peki Müşfik Kenter’e nasıl 1 Nisan şakası yapacaktık? Bu şaka nerede olacaktı, nasıl gerçekleşecekti? O yıl son sınıf öğrencisiydim ve Müşfik Kenter Hoca’mızla Arthur Miller’in “Cadı Kazanı” adlı oyununu çalışıyorduk. Şakamızı oyun provasında yapmaya karar verdik, 1 Nisan o yıl tam da Müşfik Hoca ile yapacağımız prova gününe denk geliyordu. Bu bizi daha da heyecanlandırdı. Tüm sınıf o gün sabahın erken saatinde “Cadı Kazanı” provasındaydık. Şakayı oyun üzerinden yapmaya karar vermiştik. Oyunun bir yerinde mahkeme sahnesi vardı ve o sahnede mahkemede bulunan kızlar birden bağırmaya, korku içinde sanki doğa dışı varlıklarla karşılaşmış gibi çığlık atmaya başlıyorlardı. İşte şakamız için en güzel an, bu an olacaktı. Tam bu anda, o yıllar çokça çalınan ve popüler olan Michael Jackson’ın “Thriller” adlı şarkısını devreye sokacaktık. Şarkı, oynadığımız “Cadı Kazanı” oyununun atmosferine de çok uygundu. Sahnenin arkasına Müşfik Hoca’nın göremeyeceği şekilde müzik sistemi kurup başına da birini yerleştirmeye karar verdik. Tam mahkeme sahnesini prova etmeye başladığımız anda mahkemedeki kızları oynayan “Bizim sınıfın kızları” bağırmaya, çığlık atmaya başladığı o dakikada, arkadaki arkadaşımız müziğin ‘Play’ tuşuna basacak, “Thriller” şarkısı yüksek perdeden çalınacak ve neredeyse sınıfın tamamı sahneye fırlayarak Zombi dansı yapmaya başlayacaktı. Birçoğumuz farklı kostümler bile düşündük. Yırtık pırtık kıyafetler, hatta yüzlerin beyaza boyanması, garip şapka ve tuhaf aksesuarlar takmış olanlar bile olacaktı. Çok emindik, biz şakamıza başlayınca Müşfik Hoca büyük şok yaşayacak, ağzını açamadan bizim zombi dansımızı izleyecek ve müzik bitince “1 Nisaaaaaan!” diye hep bir ağızdan bağıracaktık. Müşfik Hoca’nın o şaşkın halini hepimiz çok merak ediyorduk. Acaba nasıl bir tepki verecekti? Daha önceki yıllarda kendisinin bazı sınıflara 1 Nisan şakası yaptığını biliyorduk, biz ondan önce davranacak, Hoca’yı gafil avlayacaktık. Birkaç gün öncesinden şakamızla ilgili provaları tamamladık, herkes nerede nasıl ve ne zaman harekete geçeceğini iyice ezberledi. Kızların çığlığı ile müzik başlayacak ve bizler de birer zombi olup dansımıza başlayacaktık. Herkes olabildiğince garip vücut hareketleri ve dans provaları yaptı. Sahnedeki yerlerimizi bile belirledik. Tüm ince detaylara kadar her şey hazırdı. Ve o gün geldi çattı. 1 Nisan sabah saat 7’de herkes üst sahne prova salonundaydı. Heyecan doruktaydı. Tüm hazırlıklar tamamdı. Müşfik Hoca kapıdan içeri girdi, bizler sahnede prova düzeni aldık. ‘‘Nereden başlayalım?’’ diye sordu. ‘’Mahkeme sahnesinden devam edelim hocam.’’ dedik. ‘‘Tamam.’’ dedi. Her şey yolunda idi. Herkes yerini aldı ve prova başladı. Tam kızların bağıracağı o sahneye gelmiştik ki Müşfik Hoca birden provayı durdurdu. Ve o an sahnede olan bir arkadaşımızın oyunu ile ilgili yorum yapmaya ve yönlendirmeye başladı. ‘‘Biraz daha başa sarın’’ dedi. Çaresiz başa sardık. Tam kızların çığlık sahnesine gelmiştik ki Hoca yine durdurdu oyunu. Aynı arkadaşımıza daha da kızarak doğru oynamadığını, nasıl olması gerektiğini nedenleri ve sebepleri ile açıkladıktan ve bizlere de birçok yönlendirme yaptıktan sonra yine başa sarın diyerek gidip sandalyesine oturdu. Her zaman provada elma yerdi Hoca. Bir de çok güzel bir çakısı vardı, onu da çıkardı. Başladı ince dilimler keserek soyup yemeye. Biz de mecbur başa sarıp tekrar başladık oyunu prova etmeye. Bu sefer her şey yolunda gidiyordu, ağır ve emin adımlarla ilerlerken çığlıklarla dolu sahneye gelmiştik. Herkes sabırsız ve heyecan doluydu. İşte o an gelmişti, mahkeme sahnesinin en can alıcı kısmında kızlar hep bir ağızdan öyle büyük bir çığlık attılar ki ben müziğin başladığını zar zor duydum. Kendime geldiğimde sınıf arkadaşlarımın garip hareketler ile sahnede dans ettiklerini gördüm, 1 Nisan şakamız başlamıştı, ben de hemen zombi moduna girip dans etmeye başlamıştım ki korkunç bir ses duydum. İnanılmaz bir bağırış ve çok sert bir tepki… Bunu yapan Müşfik Hoca idi. “Kapatın şu müziği!” diye öyle bir bağırdı ki müziğin başında kim olsa o müziği kapatırdı. Müzik susunca herkes dansı bıraktı. İşin rengi değişmişti. Müşfik Hoca çok kızgındı. Gözlerinden alev çıkıyordu. Önce bana saatlerce sürmüş gibi gelen bir ölüm sessizliği oldu. Sonra Hoca ‘‘Ne yaptığınızı sanıyorsunuz?’’ diye kükredi. Önce korkudan kimse cevap veremedi, Hoca sorusunu yineleyince aramızdan birinin cılız sesini duyduk “1 Nisan hocam.”
‘’Neee?’’ diye bağırdı Hoca. Bu sefer daha da cılız sesle “Şaka Hocam, size 1 Nisan şakası yapmak istedik.” diye söze ben girdim nasıl olduysa. Hoca bir an öylece baktı bana. Ben o an korkudan ve utançtan ne yapacağımı şaşırmış, yer yarılsa da içine girsem diye düşünürken ölüm sessizliğini bozan yine Hoca oldu. O çok tatlı kahkahasını attı ve şöyle dedi: “Tamam yahu, ben de size şaka yaptım zaten.” Önce anlamadan birbirimize baktık, Hoca daha da fazla gülmeye başlayınca bizde de jeton düşmüştü. Hoca yine bize golü atmıştı. Şakalarken şakalandık anlayacağınız. Ya da o an yüksek zekâsı ile bize ‘feyk’ atmayı başarmış, şakalanan değil, şakalayan oluvermişti kim bilir… Bunu hiçbir zaman bilemedik zaten. Ne zaman 1 Nisan gelse aklıma bu hatıra düşer, hem o zamanki halimize acır hem de gülerim. Ve hala aynı soruyu sorarım: Yahu hangi akla hizmet, hem de tüm sınıf birden, bu saçma sapan şakayı, bu fikri, hayata geçirmek gibi lüzumsuz bir şeyin peşinden koştuk? Cevap bulamıyorum ama sonra şöyle düşünmeden de edemiyorum: Biz bu şakayı yapmasak Müşfik Hoca’mızla tüm sınıf olarak ‘başka bir örneği olmayan’ anımız da olmayacaktı.
Canım Hoca’m yokluğun büyük, acın biz öğrencilerinin kalbinde hala taze, bizim için maalesef bedenen olmasan da aklımızda, zihnimizde, öğrettiklerin ve bize kattıklarınla her zaman ÖLÜMSÜZ olacaksın. Yattığın yer incitmesin; özlem, sevgi ve minnetle…
/Cenk Sözeri
Not: 1989-1993 Sınıfı Öğrencileri: Cenk Sözeri, Murat Şen, Günyol Bakoğlu, Esra Akkaya, Yetkin Dikinciler, Ahenk Demir, Devrim Nas, Tuncay Aynur, Selma Bayraktargil, Özlem Denizci, Yasemin Baştan Çonka, Tamer Güler, Kerem Kobanbay, Buket Dereoğlu, Zümrüt Erkin