AYLAK DERGİ

KAMBUR

Sabah ezanı yankılandığında sokaklarda, bir elinde dikişleri patlamış derme çatma bir bavul, diğer elinde sıkıca kavradığı minik parmaklarım. İlk defa gün doğumuna şahit oluyordum, sekiz yaşındaydım.  Babamın “seni almaya mutlaka geleceğim” demesinin üzerinden bir yıl geçmişti.

Sessiz ve karanlık yolda hızla ilerliyorduk. Bir ıslık sesiyle durduk. Hızlı bir el işareti görmüştüm. Koşar adımlarla bizi bekleyen adama doğru ilerledik. Yetişecek bir yerimiz var gibi adımlarımız giderek hızlanıyordu, oysa aylardır evden dahi çıkmamıştık. Sessizlik merakımı ateşliyor, merak korkmama neden oluyordu. “Babama mı gidiyoruz anne?” diyebildiğimde, annemin öldürücü bakışları sesimi kesmişti. Aynadan bana bakan kısık kahverengi gözleri, annemin ateş püsküren bakışlarından daha keskindi. Sesini dahi duymadığım birinin bağırışlarını hissediyordum.

Böyle hayatımıza girmişti, annemin ikinci baharım dediği Kemal abi. Bahçesinde kurumuş otların, yanmış çöplerin olduğu tek katlı bir evi vardı. İçeri girdiğinde gelen keskin rutubet kokusu tüm evi sarmıştı. Duvardan dökülen alçıyla karışmış boyalar böceklerin yuvası olmuştu. Bu harabe artık bizim evimizdi. Annemin hayal kırıklıklarıyla dolu bakışı, nemli gözlerinden akan yaşlarla buluşmuştu.

“Göreceksin, burayı saray yapacağım sana.” Elleri annemin omzunda, çatallı sesiyle teselli ediyordu.

“Hele şu işler yoluna bir girsin, neler alacağım sana.” Annem gözyaşlarını silip omzundaki ele tutunup avundu. 

O ev anneme hiç saray olamadı. Yıllar geçtikçe ancak kırılan bir yer onarılabiliyordu, o da ancak günler sonra. 

Kemal abinin hayatına dâhil olduktan iki yıl sonra, onu ilk defa gülerken görmüştüm. Sigaranın sararttığı dişleri birbirine çarpıyordu. Kısık kahverengi gözleri, güldüğünde iyice kaybolmuştu. Annemin ona verdiği müjdeli haberle ev bayram yerine dönmüştü. Bu evde yaşamamızı garantileyen bir evlat geliyordu Kemal’e.

Ali doğduğunda Kemal abi yerinde duramıyor, annem ilk defa çocuk sahibi olmuş gibi biriciğim diye bağrına basıyordu.

O günden sonra annemin de ilgisi benden iyice uzaklaşmıştı. Bir evlattan çok yardımcı gibi görüyordu. Bağıracak bir sebep mutlaka buluyor, işler istediği gibi gitmediğinde şiddete başvurmaktan hiç kaçınmıyordu. 

“Benim kamburum da sensin, bitmedi çilem, kurtulamadım bu yükten.” 

Sözleri yumruklarından daha çok canımı yakıyordu. Hem vuruyor hem bağırıyordu her seferinde. Kemal abi gelip almasa onun elinden, öleceğimi sanıyordum. Odama geçebildiğimde bağırmaya devam ediyordu. 

Karanlık iyice çöktüğünde sokaktaki loş lamba odamı aydınlatıyordu. Odamın kapısı aralandığında Kemal abinin yüzü göründü, elindeki yarım ekmeği komodine bırakıp bana doğru yaklaştı. 

“Bunları yiyip ilacını da içersen yarına hiçbir şeyin kalmaz.” dedi, alnımdaki yarayı temizlerken. Saçımı okşadığında, bana acıyarak bakıyordu. Gerçekten üzgün gibiydi, bunu hissedebiliyordum. Bulunduğum duruma mı yoksa annemin benden kurtulmak istemesine mi üzülüyordu, bilemiyordum. Tek bildiğim o gün üzüntümü yalnız yaşamadığımdı.

Şimdi o dökük bahçeye baktığımda içimde kalan tek şey, o geç kalmışlık hissiydi.

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.