İÇİMİZDEKİ YARGI
“İyi olmak kolaydır. Zor olan adil olmaktır. En mükemmel adalet ise, vicdandır.”
Victor HUGO
Ilık bir perşembe günü, Lili’yle birlikte, ahşap ökçelerimizi toprak yola aceleyle vurarak yürüyorduk. İlerideki kalabalıktan gelen uğultu, sanki günün anlamını vurguluyordu. Lili’nin koluna sıkı sıkı yapıştım. Greve Meydanı’nın siyah örtüsü kalkmıştı ve özgür kalan can alıcı bıçak, insanlara akıl almaz bir coşku bahşediyordu. Lili’ye baktım. Yüzünde meraklı bir tebessüm vardı.
Heyecanlı bir ses tonuyla, “Céleste şuraya baksana idam kurbanı göreceğiz!” dedi.
“Fark ettim Lili, daha hızlı yürüyelim lütfen.”
“Hadi ama Céleste, herkes nasıl da merakla bekliyor.”
Meydanı geçmeyi neredeyse başaracaktık. Ancak arkadaşım da diğerleri gibi salyasını akıtmaya başlayınca durmayı kabul ettim. Lili sağa sola “mahkûm kimmiş” diye soruyordu. “Erkekmiş,” dedi arada birisi, “Kesin bir halt etmiştir.”
Bir anda, “Senin vicdanını da giyotin mi kesti?” deyiverdim.
Lili, önüne gelen siyah saçlarını toplayarak, “Biraz yürekli ol, sepete topu topu bir kelle düşecek, bu kadar korkma,” dedi. Yüreksizlikle ne alakası olsun, cana üzülmez mi insan? Fakat ya o da başka canlar yakmışsa, öyleyse neden üzülmeli?
“Aslında sen de infazı görmek için can atıyorsun, itiraf et Céleste.”
“O da nerden çıktı. Hem sen demedin mi ‘kurban’ diye, yazık değil mi adama?”
“Yahu kurban dediysem, lafın gelişi… Kim bilir o da kime ne yaptı bakalım,” dedi Lili.
İçim sıkıldı. Burada toplaşan insan seli ve Lili, olacakları sıradan bir tiyatro oyunu izler gibi izleyecekti. Çelik bıçağın soğuğu tene değecek, eli kolu bağlı bir insanın ödü patlayacaktı.
“Arabayla getirilecek olan sen olsaydın Lili, ölümü ya senin kucağına atsalardı, ne yapardın?” derken şapkamın tülünü düzelttim. Çantamı bileğime asıp, kollarımı önümde birleştirdim.
Lili’nin cevabı gecikmedi, “Bir suç işlemediğime göre ölümü kucağıma atamazlar,” deyip kahkaha attı.
Kahkaha… Kalabalık arasında idam mahkûmunun bir yakını var mıdır acaba? Annesi, kardeşi, karısı, çocuğu… İçleri ağlarken, Lili’nin gülme sesini duymuşlar mıdır? Utandım. Arkadaşıma dönüp gitmek istediğimi söyleyecekken o, heyecanla beni sarsmaya başladı, “Geliyorlar…”
Sıralı mağazaların olduğu tarafa doğru baktım. Araba görünmüştü. Tekerlek takırtıları meydana doğru yaklaştıkça kalabalığın tezahüratları artarak tanıdık bir ses kulağımı tırmaladı. Etrafıma bakındım, sesin sahibini arıyordum. Buldum. Biraz ötede, o da bize doğru bakıyordu. Bize, Lili ve bana… Aynı anda… Daha önce de aynı anda kalbimizi çalmıştı.
Lili, tepkisizliğimden şüphelenip dikkatini bana vermiş olmalıydı. Beni hafifçe dürttü, “Hey, dalmışsın.” Bakışlarımı takip edip, “Bu da mı buradaymış?” dedi.
“Öyle,” diye cevap verdim. Uzun zaman önce Victor’a öyle kızmıştım ki ona, nefret dâhil hiçbir duygu beslememek için kendimi sıkı sıkı tembihlemiştim. Çünkü hissettiğim her duygu, onu hâlâ gönlümde yaşatmak demek olacaktı. Ancak şimdi, içimde başını ezdiğim bütün menfi duygular hürriyetini ilan ediyordu. Dönüp “Bize doğru geliyor,” dedim.
Victor, “Merhaba hanımlar, sizi görmek ne güzel,” dedi. Nasıl da rahat konuşuyor, sanki canımı hiç yakmamış gibi… Sanki oyunbazlık yapmamış gibi… Yine de tebessüm ettim.
“Merhaba Victor, seni de öyle…” dedi Lili. Şaşırdım. O zamanlar olanların üstünü kapatıp, aramızda konuşmamayı tercih etmiştik. Belli ki Lili, her şeyi daha kolay kabullenip, üstesinden gelmeyi başarmıştı. Dikkatini önceden olduğu gibi yine esas mevzuya çekme niyetiyle, “Baksana mahkûmu arabadan indiriyorlar,” dedim. İşe yaradı. Lili’nin heyecanı geri geldi, yine ağzı sulanmaya başladı. Gösteri(!) başlamak üzereydi.
Ben de olacaklara dikkat kesildim ama içim içimi yiyordu. Görüş mesafemiz biraz uzak olduğundan fazlaca çaba sarf ediyorduk. Vakit öğlenden sonra, akşamdan önceydi. Lili, ellerini gözüne siper edip mahkûmu markaja almıştı. Bense hâlâ ruhunu teslim edecek oluşuna üzülüyordum. Bir şans daha hak etmez mi insan? Belki de etmez. Mahkûmu arabadan indiriyorlardı. Rahip, elinden tutmuştu. Görevli memur da yanlarında gelerek onları yönlendiriyordu. Mahkûmun ayakları geri geri gidiyor gibiydi… Kalabalık sabırsızdı, mümkün olsa mahkûmu sırtından iteleyip, akışı hızlandıracaklardı. Uğultulu sesler daha da çoğalmıştı. Birden etraf flulaştı. Yalnızca Victor’u net görüyordum, kalabalığı yara yara bıçaklı düzeneğe doğru yürüyordu. Giyotine yaklaştıkça içimi tatlı bir duygu kapladı. Mutluluk… Victor platformun merdivenlerini çıkıyordu. İnfaz memurları şaşkındı fakat duruma da müdahale etmiyorlardı. Victor, kendi rızasıyla idamını istiyordu. Bakışlarını bana çevirdi, gözleri özür diler gibiydi… Her şey akışa çok uygun ve olması gerektiği gibiydi… Victor, bir kalbi paramparça ederek cezasını çekmeyi hak etmişti!
Lili’nin sesiyle kendime geldim, “İnfazı kaçıracaksın yine neden daldın?” Toparlanıp etrafa bakındım. Victor’u göremiyordum. Lili aklımı okumuş gibi cevap verdi, “Victor önlere doğru ilerledi. Oradan daha güzel görünüyordur tabii,” dedi. Ne kadar süre hayale dalmıştım bilmiyorum ama o sırada mahkûmu düzeneğe yatırmışlardı bile, sonrası zaten alışılmış bir ritüeldi. Bıçak hızla düşerken ıslığını çaldı ve cellat sepete düşen insan başını kaldırıp elinde sallandırdı. Sahneyi hayalimde değiştirdim. Bir gün Victor’un başını celladın elinde görebilmek, kırılan kalbimin diyeti olmalıydı.
Özge TETİK TERZİ