“Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkanını vermiyor.”
Ahmet Hamdi Tanpınar
1957 yılında Menderes’in Londra uçağının düşmesiyle başlayan öykü bize 1980lere kadar eşlik ederken politik yaşayışın yanı sıra kültürel atmosferin de kapılarını aralıyor. Kimi zaman Necdet’in plak koleksiyonuna göz gezdiriyoruz, Yasemin’le sergilere gidiyoruz, Ayla ile bir Yılmaz Güney filminden çıkıyoruz. Sonra Yaşar’la karşılaşıyoruz Necip Fazıl’ın şiir dinletisinde. Işık’ın parmakları deklanşöre her gittiğinde biz o günlerin fotoğrafını çekiyoruz.
Batılılaşma yolundaki Türkiye’yi tanımamıza bir pastane vitrini bile yetiyor artık.
Cordon Bleu’dan yeni dönen Güzide, tabağındaki pastaya bakarak
“Antep fıstığı daha ziyade baklavaya yakışır, pasta bize batıdan gelmiştir ve bademi daha çok sever.” dediğinde ona tümüyle hak veriyoruz.
Zaten Yasemin’e de hak vermiştik Michelle ile aşkı tartıştığında. Aşk yaşama biçimimiz bir Avrupalıya göre arabesk ve platonik bulunup dudak bükülse de bizim için yaşamın kendisi kadar gerçek, hassas ve onurluydu. Demek ki toplumlar söz konusu olduğunda aşk bile başka suretlere bürünebiliyordu. Nihayetinde bize Büyükada manzaraları eşliğinde sunulan Ahmet ve Yasemin’in aşkı da 27 Mayıs sabahı aniden kaçınılmaz bir ayrılık suretine bürünmüştü. Toplumsal cepheleşmenin had safhada olduğu o günlerde, karşıt iki politik tarafın temsili olan Ünsal ve Gürsoy aileleri bu kırılmayla birlikte öyle karşı karşıya geleceklerdi ki, bu iki ailenin evlatlarının yan yana gelmesi artık mümkün olmayacaktı. Öyle ki Yassıada’da idam hükümleri verilirken Şevket Gürsoy, çocukluk arkadaşı Rıza Ünsal’ın kalemini kıran heyetin içinde yer alacaktı.
O sabah ihtilal halk tarafından sevinçle karşılanırken, Demokrat Parti milletvekillerinden Rıza Ünsal da diğer partililer gibi tutuklanmıştı. Tutuklama sahnesinin dramatik bir atmosferde sunulması, bize tarihin “tarih” olmadan önce bir “an” olduğunu anlatmanın en becerikli yoluydu. Menderes’e ihtilalin tebliğ edilmesi ve tutukluların Yassıada’ya götürülmesiyle politika ve ceza hukukunun talihsiz bir çarpışması olan Yassıada Davası’na seyirci oluyoruz. İktidarlarının son düzlüğünde antidemokratik bir tavra bürünen Menderes hükümeti, dış borçlarla çıkmaza giren ülke ekonomisi, öğrenci olayları ve yolsuzluk iddialarının toplumda infial yarattığının farkındaydı. Yine de askeri cunta eliyle kurulan bu mahkemede neredeyse 1 yıl süren ağır hesap günlerini kim öngörebilirdi? Yargılama sonunda verilecek kararlar yasayla belirlendiği üzere kesindi. Kararlara karşı temyiz, itiraz veya başkaca bir kanun yolu tanınmamıştı. Bir istisna vardı, eğer mahkeme idam kararı verecek olursa, askerlerden oluşan Milli Birlik Komitesi’nin onayı olmadan ölüm cezaları infaz edilemeyecekti. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes de dahil olmak üzere
Demokrat Parti mensupları sert bir yargılama sürecinden geçtiler. Sanıklar hakkında açılmış olan pek çok dava sırasıyla ve birbiriyle ilintili şekilde görüldü.
Davaların bazıları yolsuzluk iddialarını, diğer bazı davalar ise partililerin siyasi tasarruflarını konu alıyordu. Birtakım davalar da sanıkların özel hayatlarına ilişkin iddialardan oluşan itibar suikastı denebilecek türden davalardı. “Yassıada” sadece yargılamanın adı değildi, ciddi ve sistematik bir itibarsızlaştırma hareketiydi. Sinemalarda, okullarda izletilen “Düşükler Yassıada’da” adlı filmin çekildiği kasvetli, kötücül bir film platosuydu Yassıada. Alaycı seslendirmesiyle bu film belki de sinema tarihimizin en acıklı filmiydi. Üstelik oyuncuların hiçbiri Yeşilçam aktörü değildi. Kendilerine zorla çektirilen filme beklenmedik yeni bir son yazmak isteyen Celal Bayar, olanları onuruna yedirememiş ve intihara kalkışmıştı. Dizide Bayar’ın hatırasına hürmetle, olay Rıza Ünsal karakterinin temsiliyle canlandırılmıştır. Rıza Ünsal, sanıklar hakkındaki en önemli suçlamalardan biri olan ve ölüm cezasını gerektiren “Anayasayı İhlal” suçundan yargılanmıştır. Menderes hükümetinin aldığı siyasi kararlar bu suçun unsurları olarak gösterilse de ihlal edildiği ileri sürülen 1924 Anayasası’nın 17. maddesine göre bunlar yasama sorumsuzluğu kapsamındaydı ve suç unsuru olarak görülemezdi. 15 Eylül 1961’de kararlar açıklandı. 592 kişinin yargılandığı davada çeşitli hapis cezaları, 31 sanık hakkında müebbet hapis cezası ve 15 sanık hakkında idam kararı verildi.
YASEMİN: “Ahmet’in babası Şevket Gürsoy, Yasemin’in babası Rıza Ünsal’ın idam hükmünü imzaladı. Asıl gerçek bu, bizim bir türlü görmek istemediğimiz gerçek. Bu gerçekle nasıl yaşanır? Bu hatıra nasıl unutulur? Hangi zaman bize ilaç olabilir? Birlikte olmamızı istemediler ve artık haklılar.”
Komite sadece Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu hakkındaki ölüm cezalarını onadı. İsmet Paşa bu üç idam kararının hapis cezasına çevrilmesi için çok çabalasa da sonuç değişmedi.
16-17 Eylül tarihlerinde Polatkan, Zorlu ve Menderes’in ölüm cezaları infaz edildi. Celal Bayar 65 yaşın üzerinde olduğundan ölüm cezası müebbet hapis cezasına çevrildi. Hapis cezasına çarptırılanlar, çıkan af yasalarıyla ceza süreleri dolmadan serbest bırakıldılar. İnfazlarından neredeyse 30 yıl sonra Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın itibarları iade edildi.
Bugün artık yasal dayanağı olmayan, yokluk ile malul olan dava, seçilmiş başbakan ve iki bakanını ipe götüren korkunç hatırasıyla toplumun hafızasına kazındı. Her dönemde bir ölüm kalım meselesi olan siyaset, bu haliyle Necdet’in vicdanında kendine yer bulamıyordu.
NECDET: “Ama bu da bir çeşit insan öldürmek değil mi? Bir grup devlet görevlisinin bunu tasdik etmesi neyi değiştirir?”
YASEMİN: “Üstelik hukuki hata karşısında geri dönüşü yok.”
Anılan tarihsel dönem, geçmişi geleceğe taşıma gücünü bize anlattığı hikayelerden alıyor. Bu travmatik hatıraların belleğimizde nasıl konumlanacağı, bugünün kutuplaşmalarına bakışımızı doğrudan etkileyeceğinden kendini tarihte arayan bizlerin kolektif kimliğine de bir zemin oluşturuyor. Kitle iletişim araçlarından alınan bilgilerle biçimlenen belleğimiz, ihtiyaç duyduğu şifalanmaya bu yüzleşmelerle kavuşuyor. Tüm bunlar, tarihi ezber olmaktan çıkarıp kader çizgimizi belirleyen güçlü takvim yaprakları olarak tanımamıza aracı olmaktadır. Hatırla Sevgili tarihsel olayların içerisine yerleştirdiği kurgusal karakterleri, dönemin gerçek karakterlerinin arkadaşları olarak konumlandırıyor. Böylece kurgusal karakterler, o dönemde yaşamış kişilerin sessiz varlığıyla kimlik kazanıyorlar. Hikâye içerisinde kavramsal yapı bozulmadan karakterlerin öyküleriyle olayların net bir şekilde anlaşılması olanaklı kılınıyor.
Yıllar sonra Yasemin ve Ahmet arasında geçen konuşma, 27 Mayıs sabahının bedelini yıllarıyla ödemiş çok sayıda insanın varlığına işaret ediyor.
YASEMİN: “11 yıl önce evlenmek için Paris’e gidebilseydik, 27 Mayıs’ta yani…”
AHMET: “11 senedir evli olacaktık. Tam da o güne denk gelmesi nasıl bir tesadüf sence?”
2006-2008 yılları arasında seyirciyle buluşan dizi; işçi ve öğrenci hareketleri, salgın hastalıklar, Almanya’ya işçi göçü, sendikacılık faaliyetleri, 12 Eylül darbesi gibi konuları da kapsayıcı bir dille ele alıyor. Kaçınılmaz olan toplumsal kutuplaşmalar,
ikinci sezonda da varlığını sürdürüyor.
NECDET: “Peki o zaman benim gibi şiir seven bir zavallı bu durumda ne yapar? İkisinin de şair olarak kıymetinin anlaşılacağı günü bekler herhalde. Denizciğim, şiirler taraf tutmaz. Kelimeler taraf tutmaz. İnsanlar taraf tutar. Ben Nazım Hikmet’in şiirleri sebebiyle sürülmesine ne kadar çok üzülüyorsam Necip Fazıl’ın da sağcı damgası yemesine o kadar üzülürüm. Ben ikisini de şair olarak çok severim”
Işık ve Deniz’in bir şiir kitabı yüzünden girdiği hararetli tartışmaya şahit olan Necdet, beklediği o günleri gördü mü bilmesek de onun baktığı yerden bakınca gördüğümüz resim epey hoşumuza gidiyor. Her şeyin sonuna geldiğimizde Necip Fazıl’ı da tanıyoruz artık Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını da. Yusuf, Hüseyin, Sinan, Taylan Özgür…
Sonra bir soru beliriyor zihnimizde:
“2 sezon süren Hatırla Sevgili’nin 68. bölümde son bulması 68 kuşağına ince bir saygı duruşu muydu?”
Başrollerinde Beren Saat, Cansel Elçin ve Okan Yalabık’ı gördüğümüz dizinin kadrosunda Nergis Öztürk, Belçim Bilgin, Engin Şenkan ve Ayda Aksel gibi seyir zevki yüksek oyuncular yer alıyor. Özgün müzikleri ve nakış gibi işlenmiş senaryosuyla göz dolduran Hatırla Sevgili’nin yönetmenliğini Ümmü Burhan ve Faruk Teber üstlenmiş.