GÜNDÜZ DÜŞÜ
Omzuna çarpan bir çanta uykusunu böldü. Mahmurluğu üzerinde olmasına rağmen sinema salonunun hala karanlık olduğunu fark etti. En sevdiği filmde uyuyakalmış olması kızdırmıştı onu. Gecesini gündüzüne katıp basıma hazırladığı kitap biter bitmez bu filme ikinci kez gelerek ödüllendirmişti yorgun zihnini. Oysa bedeni bu ödülü anlayamayacak kadar yorgun düşmüştü. Kendine kızmaktan vazgeçtiğinde jeneriğin hala akmakta olduğunun farkına vardı. Seyircilerin filme emek veren insanlara saygı duymadan film biter bitmez çıkıp gitmeleri her zamankinden daha fazla sinirlenmesine neden oldu. Işıklar açıldığında salonda yalnız kalmıştı. Uyuşan bacaklarının üzerinde güçlükle durdu, ceketini düzeltip sinema salonundan çıktı. Dehşet verici bir koku rüzgarı kapladı ciğerlerini. Gözlerini yakan dumana rağmen yangının kaynağını bulmalıydı. İnsanlar hiçbir şey yokmuş gibi gözünün önünden geçerken dumanın bir tezgahtan geldiğini fark etti. Közlenmiş mısır ve kestane satan bir adam, İstiklal Caddesi’nin ortasını duman altında bırakmıştı. Tezgahın üzerindeki fiyat levhasına baktığında dehşete kapıldı. Nasıl olur da bir mısır 15 lira olabilirdi! Satıcıyla bunu tartışmak istedi ama zamanının olmadığını kolundaki saatin ağırlığı hatırlattı ona. Adımları kendisinden önce davranarak yayınevine yönlendirdi Mustafa’yı. Kalabalığın içinde yürümek akıntıya karşı yüzmek gibiydi. Yanından geçip giden, çarptıktan sonra özür dilemeyen insanların büyük bir kısmının yabancı olduğunu anlaması uzun sürmedi. Bir turist kafilesinin geldiğini, onlarla karşılaşmış olduğunu geçirdi içinden. Kalabalık içinde verdiği mücadelenin az sonra biteceği varsayımında bulundu. Fakat yanılmıştı. Üzerine gelen insanların sayısı Taksim Meydanı’na yaklaştıkça artıyor, anlam veremediği kokuların ve konuşmaların arasında boğulacakmış gibi hissediyordu. Markiz’de soluklandıktan sonra yayınevine gitmenin yaşadığı kalp çarpıntısını azaltacağını umdu. Galatasaray Lisesi’ni geçtikten sonra donakaldı. İnsanlar önünden gelip geçerken yerinden emin olduğu pastanenin yerinde ışıklarla donatılmış bir nargileci olduğunu gördü. Hala sinema salonunda uyuyor olabilir miydi?. Sol elini sağ elinin parmak uçlarıyla kıstırdı, canı yanıyordu. Yaşadıklarının tamamının gerçek olduğunu anladıktan sonra yönetmen arkadaşlarından birinin evine yakın olduğunu anımsadı. Koşar adım gittiği tarihi apartmanın yerinde soğan kokuları yüzünden kapısından içeri bile bakamadığı bir lokanta vardı. Lokantanın ismi Türkçe ve İngilizce karışımıydı. Gördüklerini hazmedemeden bakışları sağa kaydı. Tüm tabelaların Arapça ve İngilizce çevirilerle asıldığını, kimi dükkanların isminin Türkçe bile olmadığını fark etti. Aklından şüphe etmeye başlamıştı. Etrafına bakınmadan hızla Karaköy’deki yayınevine yürümeye başladı. Her ne kadar yere bakarak yürümeye çalışsa da gözüne takılanlar yayınevine yaklaşırken nefes alışının güçleşmesine neden oldu. Hedefine vardığında bakışlarını çekinerek üçüncü kata yöneltti. Korktuğu başına gelmişti. Gençliğini adadığı yayınevinin yerinde bir butik vardı. Başı döndü, gözleri karardı. Yığılır gibi kaldırıma bıraktı kendini. Dünyaya ne olduğuna anlam vermeye çalıştı.
Duygularını düşünerek bastırmaya çalışıyor, korkularının yerini çözüm önerilerinin alması için uğraşıyordu. Soğuk kaldırımdan hışımla kalktı. En yakın arkadaşının fotoğraf stüdyosuna atmak istedi kendini. Koştu, nefesi kesildikçe durdu ve tekrar koştu… Başına gelenleri ona nasıl anlatacağını tasarlarken varmıştı bile. Arkadaşının kendisi yerine büyük harflerle yazılmış ismi karşıladı Mustafa’yı. Masalardan birine oturdu, nefes almaya çalışırken çevresine bakındı. Yanındaki çerçevede geçen hafta birlikte çektikleri fotoğraf asılıydı. Garson elinde tuttuğu menüyü umursamazca Mustafa’ya uzattı. Garsonun yüzüne bakmadan arkadaşını görmek istediğini söyledi Mustafa. Bu isteğinin sessizlikle karşılanması rahatsız hissetmesine neden oldu. Başını kaldırdığında şaşkınlıkla dolu bir çift gözle karşılaştı. Garson, arkadaşının seneler önce öldüğünü söyledi. Bu bir kabus olmalıydı. Gözyaşlarını tutamayacak hale gelmişti. O sırada içten bir kahkaha duydu Mustafa. Birkaç masa öteden geldiğini tahmin ettiği bu ses yüreğine su serpti. Sesin bakışlarına yön vermesine izin verdi. Arka masada 20’li yaşlarda dünya güzeli bir kız yaşlı bir adama gülerek bir şeyler anlatıyordu. Bu manzara Mustafa’nın da tüm yaşadıklarını bir an olsun unutup gülümsemesine neden oldu. Önce kızı inceledi uzun uzadıya. Sıra yaşlı adama geldiğinde dehşete kapıldı. Bu adam… Kendisiydi. Zar zor tutan eliyle tatlısını dudaklarının arasına götüren yaşlı adamın bakışları sevgiyle doluydu. Mustafa ayağa kalkıp 80 yaşına doğru bir adım attı. Yaşlı adamın tekerlekli sandalyede olduğunu fark etti.
“Baba. Babacığım.” Gözlerini açtığında düşündeki sevgiyle gülümseyen kızı karşısında buldu. İnce parmakları alnında dolaşıyordu. Gözlerinin tıpkı kendisininkilere benzediğini düşündü. “Film bitmiş kapatayım mı? Baştan mı seyretmek istersin?” Bakışlarını siyah ekrana çevirdiğinde her şeyi anlamıştı. Yatakta geçirdiği uzun zaman boyunca yeniden genç olmak ve yürümekten başka bir şey dilememişti. Yağmurun yağdığını, gecenin olduğunu bile kızından öğreniyordu aylardır. Yeniden sarhoş olduğu çiçek kokularını almak, nefes nefese koşmak için kalan ömrünün tamamını verebileceğini düşünürdü. Dileklerinin gerçek olduğu rüyasında mutsuzluğunun tüm kalbini kapladığını hissetmişti. Bunları düşünürken bacaklarını oynatmaya çalıştı, yapamadı. Bacaklarının ağrısı şükür duygusuyla doldurdu içini. Sağ elini yavaşça yukarı kaldırdı. Üzerindeki yaşlılık lekeleri gülümsemesini sağladı. “Kabus mu gördün?” dedi kızı şefkatle. “Gündüz düşü.” dedi Mustafa. Ona böylesine sevgiyle bakan biri olmasını gençleşip yürümeye hatta koşmaya tercih edeceğini düşündü. Gülümseyerek kızının yanağındaki elini tuttu.