Günlerdir beklettiği mektubu açtı sonunda. Korka korka. Kork dedim, hâlâ bir şeylerden korkabilmek de güzel. Hele ki, köşe bucak kaçtıklarınsa…
“Sevgilim,
İstanbul gerçeküstü bir şehir. Dayanılmaz sıcak bugünlerde. Göğü yaran işe yaramaz binalardan ve kalabalıktan olsa gerek. Oldum olası bana huzur vermeyen bir yanı vardı bu şehrin ancak bugünlerde iyice yabancılaşmış hissediyorum. Kalabalığın içinde donakalıp şehrin sesini, müziği, simitçi ve eskici diye bağıran adamları, ayyaşları, ışıkları, istiklali, konserleri, gecenin bir yarısı çevirdiğim taksileri ve içindeki hikayeleri özlüyorum. Her şey yitirdi tadını sanki. Üstelik son zamanlarda evden uzakta uyanıyorum hep. Garip bir alışkanlığa dönüştü bu. İki gündür arkadaştayım. Tarlabaşı’nda tuhaf duvar kağıtları olan eski bir daire. Eve giren çıkan yok. Dün polis geldi kimlik istedi, hiç de sormadım sebebini. Hiçbir şey sormuyorum ki zaten bugünlerde. Her şeye karşı sönen merakımı anlamlandıramıyorum. Tahammülsüz ve sabırsızım sevgilim ama inan meraktan gelen bir sabırsızlık değil bu, oldu bittiye getirdiğim bir sabırsızlık.
Hayat öylesine akarken, her şey olup biterken en mutlu anlarımda ansızın aklıma gelenler gitmiyor sevgilim. Öyle büyük bir sıkıntı ki tünemiş yakamı bırakmıyor. Her şey olup biterken sana bir nasılsın? Diyememek kalıyor geriye. Ağlamamak için kendimi gülmelerle kandırıyorum. Gittiğin gece, neyi tamamlayamadım hayatında diye sorup durdum kendime. O gece kalbimin üstüne yattım, kabullenilmiş sabahlara uyandım. Sana gidemedim, senden gidemedim, iki türlü de gidemediğim günlere yalvardım. Sevgilim, geçmeyeceğini bildiğin bir ağrıyla yaşamak çok zor. Sana bunları vicdan yaptırmak için anlatmıyorum, kısa da olsa hayatına dahil olmuş birinin neler hissettiğini bilme hakkın olduğunu düşünüyorum. Ardında bıraktığın enkazı tanı istiyorum. Bak ben bir sabah uyanıyorum, sensizlik denen şeyin gerçekliği peşimi bırakmamış oluyor. Yazıyorum, çiziyorum, dişlerimi sıkıyorum, nefretimi kusuyorum. Her sabah aynı ağrıya uyanmanın döngüsünde yitiyorum.
Geçen gün bir arkadaşım unutmanın bir lütuf olduğunu söyledi. Unutmak bir lütufsa ben neden yüzünü hatırlamak için kendime yalvarıyorum, neden başka bedenlerle, haklı çıkamadığım gecelerde kendime seni affetmesi için yalvarıyorum? İçimde öyle derin bir ukde bıraktın ki! Zamana yenik düşmüyor, kimsenin sözüne kanmıyor. Şuramda sığlaşmaktan korkan bir ukdem var, olmamışlıklar bağrımda pinekliyor sevgilim.
Senden sonra yaşantımda ve etrafımda bana hitap eden hiçbir şey kalmadı. Beni heyecanlandıran, yaşama tutkumu kamçılayan tek bir kişi, tek bir hadise yok. Bu yüzdendir ki, katı gerçekliklerden kaçınmak için hep hayaller kuruyorum sevgilim. Bazen öyle ileri gidiyorum ki, bu hayaller bilinçli rüyalara dönüşüyor. Ama hayal kurmak da benim için anlık bir heves. Sadece düşlediğim an hissettiğim mutluluk hevesi. Ayrıca düş dünyam hiçbir zaman geleceğe dair umut ve isteklerimden oluşmadı. Ya geçmişi farklı kurguladığım ya da hiç olmayacak olan şeylere bel bağladığım bir yer olarak var oldu hep. Bunun sebebi, hayattan hiçbir şey beklemediğim için mi yoksa içimde umuda, sevgilere ve mutluluğa dair tek bir kırıntı bile kalmadığı için mi bilmiyorum. Belki de asıl mutluluğun umut ve beklentilerde olduğunu düşündüğümden. Anlayacağın parça parça dökülüyorum sevgilim. Böylesi kelimelerle tarif etmek bile güç artık. Hayatla daha fazla inatlaşamam, düzlüğe çıkmalıyım. Her şeyi kabullenip kendi sinemde öylesi beklemeliyim ölümü. Yaşama direnmeyeceğim artık, bir anlam aramayacağım. Aklımda hep hüzünlü mayıslar var. Hüzünlü yüzler, sevdiremediğim kendimi. Hep bana üşengeç eller. Okşanmamış saçlarımın hüznü ve ağırlığıyla göçeceğim buradan. Bir tepede, bir üzüm bağında doya doya tadamadan dünyayı. Çünkü artık başa çıkabileceğim, kaçabileceğim ya da barışabileceğim bir durum olmaktan çıktı yalnızlık. Zaman hiç durmadan, olabildiğince hızlı akarken, çalmadığım bir kapı hiddetle çarpılıyor sanki yüzüme. Kışlar böylesi soğuk muydu sevgilim, nefesim bu denli yakar mıydı içimi? Ama biliyor musun, ne olursa olsun kabullenmiyorum. Kabullenmiyorum beni anlamayanı. Anlayamadığımı. Anlaşmak işteştir bilirsin. Bu yüzden açmıyorum enginlerimi kimseye. Biliyorum çünkü, sevdim. Sen tarafından sevildim mi bilmiyorum ama sevdim. Sevince neye dönüştüğümü, neler yapabildiğimi en iyi sen bilirsin sevgilim. Canım, lütfen senin de sevmek için atsın yüreğin, dolup taşsın. Seni sen yapan, kendini bulduran şey sevgi. Lütfen benden sonra sevgiyi bu denli yücelteni sev. Seveceğiz biliyorum, dolup taşacak yüreklerimiz. Sevgiye edeceğiz itaat!
Sevgilim, gitmeden birkaç gün önce bana “her duygu yakışır sana ama hüzün bir tık daha fazla” demiştin. Şimdi hüznüm dağları denizleri aştı, görsen beni sever miydin?”