Tiyatroyla İlk Tanışma ve Sahneye İlk Adım
– Tiyatroyla nasıl tanıştınız? Amatör tiyatro topluluğundaki deneyimleriniz nasıldı?
Üniversite eğitimi için İstanbul’dan Bursa’ya gittim, işletme okumaya. Açıkçası bu tercihi çok bilinçli yapmadım, öyle gelişti. O dönemde ne yapacağıma dair pek fikrim yoktu. Aklımda sadece iki olasılık vardı: Radyocu ya da spor muhabiri olabilirim, diye düşünüyordum.
Bir gün Facebook’ta bir ilan gördüm: “Uzun metraj filmimiz için oyuncu arıyoruz.” Hemen seçmelere gittim. İlk başta kendime güveniyordum ama seçme sırasında çok heyecanlandım. O an, bu işin eğitimini almam gerektiğini düşündüm.
Bunun hemen ardından, okulda tiyatro topluluğunun standına denk geldim. Başvurumu yaptım. Bu karar, hayatımın en güzel dönemlerinden birine açılan kapı oldu. Bursa’da kimseyi tanımıyordum ama tiyatro sayesinde bir anda kendimi 100 kişilik bir topluluğun içinde buldum. Müthiş bir arkadaşlık ortamı vardı.
Tiyatro bana her anlamda iyi geldi. En büyük katkılarından biri de okumaya başlamam oldu. Tiyatroya girdikten sonra okumalar yaptıkça sosyolojiye, psikolojiye ve felsefeye ilgi duymaya başladım. Hem hayata bakış açım hem de karakterim tiyatro topluluğunda şekillendi, diyebilirim.
– Peki, sahnedeki ilk deneyiminiz nasıldı? O an nasıl hissettiniz?
İlk sahne deneyimim Guguk Kuşu oyunuyla oldu. O oyun benim için dönüm noktasıydı. Hem oyunculuk açısından hem de tiyatroya olan tutkum açısından çok şey öğrendim. O deneyim, tiyatroyu meslek olarak seçmemde büyük rol oynadı.

– Yazarlık maceranız nasıl başladı?
İlk yazdığım şey, ilkokulda İngilizce öğretmenimizin verdiği bir ödevdi. “Bir doğa olayını mitleştirin,” demişti. Ben de kelebeğin neden sadece bir gün yaşadığını anlatan bir hikâye yazmıştım. O gün yazı yazmanın, beni ne kadar mutlu ettiğini fark ettim ama bunu mesleğe dönüştürmem çok sonra, üniversite yıllarında oldu.
Sadri Alışık’ta oyunculuk eğitimi aldığım dönemde Şakir Gürzumar hocamız bize belli ressamların tablolarını verip, bunların öykülerini yazmamızı istemişti. Yazdıkça yapabildiğimi fark ettim ve bu beni yazmaya daha da teşvik etti. Şimdi geriye dönüp baktığımda, bu sürecin doğal bir şekilde geliştiğini görüyorum.
Bursa’dan İstanbul’a: Oyunculuktan Yazarlığa
– İstanbul’a dönüş süreciniz nasıl gelişti? Oyunculuktan yazarlığa geçiş nasıl oldu?
Bursa’daki imkanlar kısıtlıydı ve tiyatro sektörü İstanbul merkezliydi. Bu yüzden İstanbul’a döndüm ve bir oyunda oynadım, bir diğerine hazırlanıyordum ki, pandemi başladı. O süreçte şunu fark ettim: Oyunculuk mental olarak çok yorucu bir meslek. Sürekli birinin karar vermesini beklemek gerekiyor. Çok az sayıda seçme yapılıyordu o dönem ve onlarda da uygun görülmezsen, o yıl sahneye çıkamayabilirsin. O belirsizlik bana iyi gelmedi.
O yüzden ipleri biraz daha elime almak istedim. Bursa’dayken oyun yazma ve yönetme konusunda deneyimim olmuştu. Pandemi dönemini fırsata çevirmeye karar verdim ve yazarlık üzerine yoğunlaştım. Kendimi bu alanda geliştirdim ve böylece oyun yazarlığı kariyerim başlamış oldu.

Tiyatronun Her Alanında Yer Almak
– Oyunculuk, yazarlık, yönetmenlik… Tiyatronun farklı alanlarında deneyimleriniz oldu. Bunlar birbirini nasıl besledi?
Bence tiyatronun her alanını deneyimlemek büyük bir avantaj. Karakter yaratımında, oyunculuk geçmişimin olmasının faydasını görüyorum. Yönetmenlikte ise oyuncularla kurduğum ilişki daha sağlıklı oluyor çünkü daha önce sahne tarafında da bulundum.
Üniversite tiyatro topluluğunda çalışmak da bana çok şey kattı. Orada sadece oyunculuk yapmazsın; kostüm, dekor, ışık gibi her şeyi kolektif bir şekilde halledersin. Bu yüzden alaylı olmanın getirdiği bazı güvensizlikler zamanla kayboldu. İstanbul’da farklı ekollerden gelen meslektaşlarımla çalıştığımda, üniversite topluluğunun bana ne kadar değerli bir deneyim kazandırdığını anladım.

Tiyatro Figür’ün Doğuşu
– Tiyatro Figür nasıl ortaya çıktı?
Üniversite tiyatro topluluğunda maalesef tek gündem, tiyatro olmuyor. Bitmek bilmeyen tartışmaların içinde bulabiliyorsunuz kendinizi. Çeşitli sebeplerden topluluktan ayrılmış arkadaşlarım, Fidan ve Yahya ile Boş Şehir oyununu oynamak için bir araya geldik. Oyunu oynayabilmek için bir ekip ismine ihtiyacımız vardı, adını Tiyatro Figür koyduk. İlk oyunumuz Boş Şehir oldu.
Tiyatro Figür’ün ikinci oyunu da yazıp yönettiğim Bahtsız Cumhur oldu. Benim için çok kıymetli bir deneyimdi. Ardından da İstanbul’a döndüm. Kuvayi Milliye oyunuyla sahneye çıktım.

Senaryo Yazarlığı ve Televizyon
– Tiyatrodan senaryo yazımına geçişiniz nasıl oldu?
Tiyatro yazarlığını geliştirdiğim dönemde, birlikte çalıştığım Deniz Karaoğlu bana ‘Kopuk’ dizisinin senaryo ekibine katılmamı teklif etti. Bu, benim için büyük bir fırsattı. Televizyona yazmak tamamen farklı bir disiplin ve ilk başta çok zorlandım. Tiyatroda daha özgürsün ama televizyonda belli talepleri karşılaman gerekiyor. Yine de kendi tarzımızı yansıtmaya çalıştık.

BAM İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu? Buradaki deneyimleriniz size neler kattı?
İstanbul’a gelirken ki en büyük motivasyonum; iyi yazarlar, yönetmenler ve oyuncularla temas etmekti. BAM İstanbul tamamen tesadüfen girdiğim ama hayatımın en büyük şanslarından biri oldu. Bir İnstagram ilanıyla, asistan olarak başladım ve Murat Mahmutyazıcıoğlu’yla tanıştım. Onunla çalışmak, yazdıklarımı paylaşabilmek, asistanlığını yaptığım Kader Can oyununu defalarca izlemek benim için şahane bir öğrenim sürecine dönüştü. Aynı ekipte yer alan Deniz Karaoğlu ve Sevda Deniz Karali gibi isimlerden de çok şey öğrendim. Hem yazarlık hem yönetmenlik açısından beni en çok besleyen yerlerden biri oldu burası.

Haydi Dergi’nin Doğuşu
– Haydi Dergi nasıl ortaya çıktı?
Pandemi döneminde, Uludağ Üniversitesi tiyatro topluluğunda tanışmış dört arkadaş olarak bir şeyler üretmeye devam etmek istedik. Hepimiz farklı şehirlerdeydik ama yazdıklarımızı bir araya getirebileceğimiz bir platform oluşturabiliriz diye düşündük. Böylece Haydi Dergi doğdu. Beş yıl boyunca birçok yazılı ve görsel eser yayımladık. Haydi Dergi bana çok fazla öykü hediye etti.

Son Olarak…
Hızlı Sorular
– Tiyatro dünyasında size en çok ilham veren kişiler?
Ferhan Şensoy, Haldun Taner, Berkun Oya ve Murat Mahmutyazıcıoğlu.
– En sevdiğiniz yemek?
Karnıyarık.
– Sporla ilgili misiniz?
Eskiden Beşiktaş’ın basketbol, voleybol ve hentbol maçlarına gidip pankart hazırlayacak kadar ilgiliydim. Şimdi sadece futbol izleyicisiyim.
– Son zamanlarda takip ettiğiniz dizi veya program?
YouTube’da her kategoriden, hemen her şeyi izliyorum. Ruşen Çakır, Kutsal Motor, Mesut Süre, Socrates Dergi, Htalks bunlardan bazıları… Yakın zamanda Sopranos’a başladım.
– Bir adaya düşecek olsanız yanınıza alacağınız yazar, şair ve müzisyen kimler olurdu?
Şair olarak Nazım Hikmet, yazar olarak Murat Mahmutyazıcıoğlu, müzisyen de Bartu Küçükçağlayan olurdu.
– Yazar veya yönetmen olmasaydınız hangi mesleği yapardınız?
Muhtemelen radyocu olurdum. Zaten üniversiteye başlarken de aklımda olan bir meslekti.
Özden Selim Karadana, geçtiğimiz sezon yazıp yönettiği Tilkiler ve Kötü Kalpli İtler ile sahnedeydi. Bu sezon Ceviz Ağacı ile devam ediyor. Gelecek sezon için de yeni projeler üzerinde çalışmalara başladı. Keyifli sohbeti için teşekkür ederiz.