1-Beyoğlu on yılda bir kimlik değiştiriyor demiştiniz “Şıngır da Şıngır Beyoğlu” oyununuzda, Beyoğlu’nun tiyatroları da öyle. Peki, genel olarak tiyatronun seyri ve matematiği nasıl değişiyor? Seyirciyle artık nasıl buluşuyorsunuz?
Tiyatronun ne seyri ne matematiği kaldı Beyoğlu’nda. Şu anda Beyoğlu’nda tiyatro yok artık. Bütün tiyatrolar kapandı, kapanmasına göz yumuldu, kapatıldı. Son tiyatro Ferhan Şensoy’un tiyatrosuydu; Ses Tiyatrosu. Ferhan ölünce, orası da kapandı. Şu anda Beyoğlu’nda bir şey yok, Tünel’e giderken Devlet Tiyatrosu’nun ufak sahnesi var. Bu soruya çok keyifli bir cevap vermek mümkün değil. Çok üzgünüm böyle olduğu için. Umarım eski enerjiyi yerine getirebilecek çalışmalar yapılır, destekler sağlanır. İnsanlar ikna edilir, tiyatrocular ikna edilir, desteklenir, maddi destek sağlanır, Beyoğlu’na gelmek için yönlendirilir ve kabul eden arkadaşlar oyunlarını Beyoğlu’nda oyunların sahnelenebileceği mekânlarda sahneleyebilirler. Eskiden 20 tiyatro vardı Beyoğlu’nda. Ben de tiyatromu orada, Küçük Sahne’de açtım ve sekiz yıl orada oynadım. Benden önce Haldun Dormen oradaydı; Haldun Dormen Tiyatrosu, sonra Gülriz Sururi – Engin Cezzar Tiyatrosu, Ulvi Uraz Tiyatrosu, Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Ferhan Şensoy Tiyatrosu. Ben gittim oradan, Ferhan’a verdim Küçük Sahne’yi, orada devam etti. Daha sonra karşıya, Ses Tiyatrosu’na geçti. Ses Tiyatrosu’nda muhteşem ekipler, eşsiz oyunlar sergilediler. Tiyatro tarihinin çok önemli oyunları orada sergilendi. Tünel’de Karaca Tiyatro vardı. Zannediyorum Karaca Tiyatrosu şu anda İstanbul Belediyesi tarafından yenilenme sürecinde. Orası, özel tiyatroların oyunlarını sergilediği önemli bir odak noktasıydı, yeniden özel tiyatrolara tahsis edileceğine inancım sonsuz.
2-“Gençler sisteme başkaldırır.” dediniz. Günümüz gençleri bunu yapamıyor mu? Siz gençlerde bu mihenk taşını görüyor musunuz?
Gençler sisteme başkaldırmıyor, demedim. “Gençler sisteme başkaldırılar!” diye anlattım başımızdan geçen bir olayda. Biz kendi çapımızda Şehir Tiyatrolarında Hamlet oyunu oynanırken ezilip büzülmekten, aşağılanmaktan, devamlı figüran muamelesi görmekten dolayı ufak bir başkaldırma hareketi yapmıştık. Sisteme başkaldırdık, oyunda da söylediğim gibi. Sistem ertesi sabah erkenden cevap verdi; hepimiz kovulduk.
3-Peki gençlerde bu enerjiyi görüyor musunuz siz?
Görmez olur muyum? Türkiye’nin dört bir karışında genç tiyatrolar var, oyunlar sergiliyorlar bütün zorluklara rağmen. Hele bu pandemi döneminde, kriz döneminde ki genci ortası ihtiyarı yok, bütün tiyatroların perdelerini kapatmak zorunda kaldığı bir dönemde onlar da büyük kayıplara uğradılar. Şimdi yeniden açtılar perdelerini ve herkes direniyor. Tiyatronun genci yaşlısı yoktur. Hep “genç, genç, genç” diyerek bir ayrımcılık yapıldığını düşünüyorum. Hayır, iyi tiyatro vardır, kötü tiyatro vardır. Genç ya da eskiden kurulmuş olması önemli değil.
4-Usta-Çırak ilişkisi sizce günümüzde nasıl işleniyor? Dijitalleşme bu ilişkiyi körüklüyor mu? Yoksa köstekliyor mu?
Dijitalleşme ile bunun bir alakası yok. Dijitalleşmeden vazgeçilemeyeceği, ona karşı durulamayacağı anlaşıldığı için aklı başında herkes dijitalleşmenin olanaklarından faydalanmayı öğrendi, herkes kendi çalışma alanına dâhil etti. Dijitalleşmenin tanıtım konusunda, oyunları duyurma konusunda, seyirci çekme konusunda tiyatrolara kolaylık getirdiği unutulmamalı. Eskiden oyunlarımızı duyurmak için gazetelere “Ya yazsanıza, oyunu duyursanıza” diye devamlı telefon ederdik. “Duyurun, sizin göreviniz kültür ve sanatı duyurmak.” derdik, bayağı uğraşırdık ve gazetelere paralı ilanlar verirdik. Biz her ay kazancımızın aşağı yukarı %20’sine yakınını tiyatroyu duyurmak için ilan parası olarak gazeteye verirdik. Ama dijitalleşmenin açtığı olanaklarla artık benim şahsi takipçi sayım bir milyonu geçmiş vaziyette, çeşitli hesaplarda bir milyona yakın takipçim var. Türkiye’de hiçbir gazetenin öyle bir tirajı artık yok. Benim tirajım gazetelerden fazla, gazeteye para vermeye lüzum kalmadı. Üç senedir ilan vermiyoruz gazetelere. Twitter’dan Instagram’dan Facebook’tan oyunlarımızı duyuruyoruz. Bitti, gitti! Dijitalleşmenin sağladığı nimetlerden birisi bu; duyurma, reklam maliyetlerimizi sıfıra indirdi. Bu da az bir şey değil.
Usta-çırak ilişkisiyle dijitalleşmenin bir alakası yok ki usta olsun, çırak olsun herkes dijital dünyayı uzaktan değil artık yakından takip etmek zorunda. Her işte, her meslekte, sadece bizim işte değil…
5- Biraz da reji anlamında konuşmak istiyorum. Bu coğrafyada reji anlamında sizce neler oluyor? Nasıl bir değişim görüyorsunuz? Siz neleri değiştiriyorsunuz reji anlamında?
Bu coğrafyada yapılan her işi görmediğim için bir şey söylemem doğru olmaz. Bir sürü arkadaşımız, yüzlerce oyunu sahneliyor her sene. Yüzlerce, evet; beş yüz, altı yüz, sekiz yüz prodüksiyon yapılıyor Türkiye’de her sene. Onların tamamını izlemediğim için bir şey söylemem doğru olmaz. Ama kuralları, konulmuş kalıpları ve alışkanlıkları yıkarak farklı oyunlara yorumlar getirmeye çalışan reji çalışmaları olduğunu hepimiz biliyoruz. Ben de kendi tiyatromda iki senedir dekor olgusunu kaldırarak eski usul ağır dekorları kaldırıp çok daha minimalize ve stilize edilmiş dekorlarla ve seyirciyi de sahnenin içine alarak, onu sahnede oturtarak ve oyunun büyük bir kısmını salona taşıyarak interaktif bir biçim uyguluyorum. Çok da mutluyum böyle bir şey yaptığım için, farklı bir dokunuş bu. Çok seyirciden çok iyi tepki alıyor. “Tak Tak Takıntı” oyunumuzu, “Ali Harikalar Diyarı”nı “Asi Kuş”u, şimdi “Hayatım Roman”ı ve “Tamamla Bizi Ey Aşk” oyunlarımızı böyle sergiledik. Hele “Tak Tak Takıntı”da seyirci sahnede oturuyor, iskemleler diziyoruz, 60-70 seyirci de sahnede oturuyor. 60-70 seyirci demek ufak bir tiyatronun dolusu demektir. Seyirci sahnede artık. Onların ortasında oynuyoruz her şeyi.
6-Peki, oyunlarınıza çıkmadan önce eskiden beri yaptığınız bir ritüeliniz var mı?
Vallahi ben ritüel filan yapmıyorum ama tiyatroya erken giderim, en az iki saat önce giderim. Elbiselerimi, aksesuarlarımı kontrol ederim. Ben, her oyunu sanki ilk defa oynuyormuşum gibi heyecanlanarak oynayan, her oyuna birinci oyunummuş gibi başlayıp son oyunummuş gibi iyice asılıp oynayan bir oyuncuyum. Her koşulda işe çok asılırım. İdmanlı bir profesyonelim, biraz jimnastik yaparım, spor yaparım tiyatroya gidince. Isınma hareketleri yaparım. Sesim açık zaten daha da açmak için sesime dikkat gösteririm. Ondan sonra fırlarım sahneye! Benim ritüelim profesyonel oyuna hazırlanma yöntemleri.
7-“Şıngır da Şıngır Beyoğlu” oyununuzda çok kıymetli tiyatrolardan söz ettiniz. Peki, sizin yeniden çıraklığa döndüğünüzü hissettiğiniz sahne neresi?
Ben usta olduğumu hiçbir zaman söylemedim. Öyle bir şey yok. Usta, usta olduğuna karar verdiği anda yeniden çıraklığa dönüp bilgiyi yeniden keşfeder, hep gözden geçiren ve kendini yenileyen bir insandır. Ben böyle bir insanım. “Usta oldum” dediğin anda çıraklığa geri dönersin. Ben devamlı çırağım, usta değilim ben. Devamlı öğrenen, ömür boyu öğrenen, deneyen, anlamaya çalışan, insanı sevgiyle kucaklayıp yeni baştan okumaya çalışan, dünyadaki değişiklikleri takip eden, çağının tanığı olan bir çırak olarak dünyadan geçmeyi tercih ettim. Ustalık gibi bir işin peşinde değilim ama ustalık mertebesine erişince, yeniden çıraklığa döner aklı başında olan ustalar.
8-Hikâyelere inanmak, hikâyeleri anlatmak, buluşmak nerede başlıyor? İçinizdeki renk nereden fışkırıyor?
Benim işim bu, benim işim hikâyeler anlatmak. Ben insana bakarım, dünyaya bakarım, bakarım, bakarım, bakarım sonra insanlarla ilgili, doğayla ilgili, hayvanla ilgili biriktirdiğim bütün malzemeyi hayal gücümün emrine veririm. Çünkü biliyoruz ki hayal gücü bilgiden daha kıymetlidir, daha önemlidir. Hayal gücünün dokunuşuyla öyküleri yeniden yaratırım. İşim bu benim! Gerçeği hayal gücünün emrine verip oradan çıkacak hikâyeyi anlatmaktır önemli olan. Önemli olan gerçeği, gerçek gibi anlatmak değildir. Önemli olan sanatın emrinde derinleştirilmiş, yeniden keşfedilmiş gerçeği anlatmaktır. Gerçek diye gördüğünü yeni baştan yazmaktır.
RÖPORTAJ: MİRAY KOTİL