AYLAK DERGİ

SEVTAP ÇAPAN

Sanatıyla birçok dalda ödül almış başarılı oyuncumuz Sevtap Çapan ile röportajımıza geçmeden önce sevgili okuyucularımıza sanat eleştirmeni ve yazar Hamdi Gültekin’in “Aktris Sevtap Çapan” kitabını okumayı tavsiye ediyorum.

  1. Sevtap Hanım, tiyatro aşkınız nasıl başladı? İzlediğiniz bir oyuncunun veyahut oyunun etkisi oldu mu?

Benim aşkım aslında sanat aşkı. Çocukken müziğe, dansa, resme, heykele, şiire oldukça yoğun bir ilgim vardı. Tiyatro ile ortaokul yıllarımda tanıştım. Daha önce müsamerelerde yer almıştım lakin başlı başına bir tiyatro oyununun içinde ilk kez bulunuyordum. Fark ettim ki tiyatronun kapsamında tüm sanat dalları var. Bu beni çok heyecanlandırmıştı. Daha o yıllarda aldığım oyunculuk başarı belgeleri de oyuncu olma kararımda epey etkili oldu. İzlediğim bir oyun ya da oyuncunun değil de kendi varlığımın o tahtada hayat bulmasıyla tiyatro aşkım başladı diyebilirim. Sahne tozunu yuttum ve saçımdan tırnağıma o büyülü toza bulandım. 

  • Gerek eğitiminiz, gerek yaptığınız işler oldukça donanımlı… İlk gençliğinizde kendinizi nasıl yetiştirdiniz? Şu an oyuncu adayı olan okuyucularımıza neler tavsiye edersiniz?

Öncelikle teşekkür ederim. Çünkü şu an donanımlı, donanımsız ayrımı yapılmadan herkes oyuncu olarak boy gösterebiliyor. Ben oyuncu olmaya karar verdikten sonra bu mesleği öğrenmeyi ve layığıyla yapabilmeyi isteyip seçtim. Yetenek olsa da o yeteneğin bilgiyle donatılması gerektiğini hissettim, buna ihtiyaç duydum. Eğitim yıllarımda ise tek bir rol model edinmedim kendime; özgür ve özgünlük imkânı sunan her ustadan öğrendiğimi kendi potamda eriterek kendime has bir oyuncu olmak için çalıştım. Dolayısıyla oyuncu adaylarına tavsiyemin ilki şudur: “Kendimi yetenekli mi sanıyorum yoksa gerçekten yetenekli miyim?” sorusunun cevabını samimice kendilerine vermeleri. Bir sanrı içinde değillerse oyunculuğun bilimsel verilerle yapılan bir meslek olduğunu bilmeleri, eğitim almaları ve hayal etmekten asla vazgeçmemeleridir. 

  • Dizi, sinema ve tiyatro oyunculuğu yapmanızın yanı sıra sanat yönetmenliği ve oyuncu koçluğu yapıyorsunuz. Çok tempolu, işin mutfağına hâkimiyet gerektiren bir çalışma yapınız var. Dahası köşe yazarlığı ve yazarlık yapıyorsunuz. Kendinizi en rahat hissettiğiniz, sizi en mutlu hissettiren alan hangisi?

Bu çok yönlü oluşumda ruhumun, merakımın, düşünce hızı ve çeşitliliğimin, hayal gücümün sonsuzluğunun, disiplinimin, cesaretimin ve gelişime–değişime açık oluşumun etkisi büyük! Tüm bu sahip olduğum özellikleri fark edip yerinde kullanmama olanak sağlayan şey ise aldığım eğitimin beni sınırlamayan çeşitliliği ve kalitesidir. Bana göre bir oyuncu, oyunculuğun yan uzantısı her şeyi bilmelidir. Hepsinden ayrı bir keyif alıyorum ve mutlu hissediyorum. Temel olarak elbette oyunculuk ilk göz ağrım ve en büyük heyecanım.  

  • Yıllarını sanata adamış bir oyuncusunuz, sahne deneyimleriniz çok kıymetli… Merak ettiğim bir sorum var. Sahnede yaşadığınız garip bir olay oldu mu?

Sahnedeki anılarım konusunda biraz zayıfım.  Hatırlayamıyorum nedense… Belki de başımıza çok şey geldiği içindir. Şimdi düşününce; Gelman’ın “Bankta İki Kişi” adlı oyununu oynarken yaşadığımız bir olay geldi aklıma. Büyük bir salonda oynuyoruz. Seyirci de epey kalabalık… Mizansen gereği ben bankın üstünde seyirciye yüzüm dönük duruyorum, rol arkadaşım (aynı zamanda eşim ve tiyatromuzun kurucusu Murat Batıkan Avcı) da seyirciye sırtı dönük bana bakıyor. Elimdeki çantayla ona vuruyorum. Bir an yüzü değişti, ben ne olduğunu anlayamadım. Seyircide bir kıpırdanma oldu o sırada. Beni kucakladı ve yere indirdi. Yengeç gibi yan yan yürümeye başladı.  Hem repliklerini söylüyor hem de sakince ceketini çıkartıp beline bağlıyor. Bir an göbek atmaya başlayacak sandım. Seyirci gülüyor. Sonra anladım ki benim çanta darbelerimden kaçmak için eğilince pantolonunun arkası boydan boya yırtılmış… Tek perdelik oyunumuzun yarısındaydık ve bütün oyunu o şekilde, beline bağlı ceketle tamamlamak zorunda kaldık. Seyirci çok eğlendi.    

  • Peki, sizin ve diğer oyuncuların yaşadıkları büyük zorluklar nelerdir?

Buna sözler, o sözlere sayfalar yetmez.  Şunu söyleyebilirim: Biz oyuncular sahne üstünde ya da altında (kuliste) çıkabilecek her türlü zorluğu aşabiliriz. Bunun için sahne supleksine sahip olmak yeterli. Pratik zekâsını kullanmayı öğrenen herkes bu güçlükleri aşabilir. Oyuncuların yaşadığı en büyük zorluk ülkemizde sanat politikası olmayışıdır. Bedavacı zihniyetin çoğalması, ücretsiz gösterimlerin buna yol açıyor olması. Tiyatro sanatının ‘sanat’ değil ‘etkinlik’ adıyla değersizleştirilmesi… Oyunculuğun meslekten sayılmaması ki bu hukuki bir mesele, çözülmelidir. Yetenek ve donanım yerine ilişkilere dayalı bir ödül ve eleştiri çarpıklığının yerleşmiş olması, tiyatronun magazinsel bir platforma dönüştürülmeye çalışılması, tiyatro organizatörlerinin de bunda payının oluşu, kurum tiyatrolarında da özel tiyatrolarda da oyuncunun değerinin yeterince farkında olunmaması, liyakat meselesinin çözümlenememesi ve usta çırak ilişkisinin unutulması gibi pek çok sebepten ötürü, biz, diğer oyuncular ve tüm tiyatro mekân sahipleri büyük zorluklarla mücadele içindeyiz. 

  • Oynamayı çok istediğiniz bir karakter / oyun var mı?

Mesleğe daha başlamadan, okul yıllarımın başında “Matmazel Julie” oyunu ve karakteri beni çok etkilemişti. Hep oynamak istemiştim fakat denk gelmedi. Strindberg sevdiğim bir yazardır. 

  • Rollerinizi kabul ederken dikkat ettiğiniz kriterler nelerdir?

Uzun yıllar kurum tiyatrosunda çalıştım. Yarı ömrüm boyunca… Orada rol teklif edilmez verilirdi, ne verilirse oynamakla yükümlüydük. Fakat ben şanslıydım ve oyunculuğumu geliştiren çok iyi roller oynadım. TV, sinema ya da özel tiyatrolardan bir teklif geldiğinde rolün ‘dişi rol’ olmasına dikkat ediyorum. Rolün büyüklüğünden/küçüklüğünden ziyade, ağırlığının olması ve oyuncu için avantaj sağlaması benim için önemlidir. Bir de ekip, kiminle oynayacağım, kim yönetecek? Çalışma koşulları neler? Diğer her şey, ücret dahil daha altta yer alıyor benim için…

  • Yanında rol almaktan zevk aldığınız veya ilham aldığınız bir oyuncu var mı?

Meslek hayatım boyunca birlikte oynamaktan zevk aldığım pek çok oyuncu oldu. 

  • Kamera karşısında olmak ve sahnede olmanın farkları sizce nelerdir?

Oyunculuğu seyirciye aktarım açısından sadece teknik farklılıklar var. Bir karakter yaratırken sahne ya da kamera için aynı oyunculuk çalışmamı yapıyorum. Elbette sahnede sergilenen canlı performans ile seyirciden o anda alınan reaksiyon çok keyifli ve kıymetli… 

  1. Türkiye’de tiyatroların geçmişi, bugünü ve geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz Sevtap Hanım?

Cevabı oldukça uzun bir soru.  Çağ değişiyor, değişen her çağa göre sanat şekilleniyor. Bu şekillenişi ve atılımları bizler ülkemizden seyrediyor ve taklit ederek, çoğunlukla uyarlamalar yolu ile bünyemizde yaşatmaya çalışıyoruz. Yeniliklere ayak uydurabilmek, dünya sanatında yer bulabilmek için sanata bakışımızın iyileştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özgün bir “Türk Tiyatrosu” ekolüne ihtiyacımız var. Etnik köken kaygılarıyla “Türkiye Tiyatrosu” demekle bir şeyleri iyileştiremediğimizin farkında olmamızın, ülkemizdeki tiyatronun geleceğine yönelik kafa yormamızın vaktidir diye düşünüyorum. Aksi takdirde, tiyatro sanatı bu kısır döngüden ve tekelleştirme girişimlerinden çok zarar görecek. 

  1. Pandeminin en çok etkilediği alanlardan biri özel tiyatrolar oldu. Siz de Tiyatro P.A.S’ın sahibi ve genel sanat yönetmenisiniz. Bu süreçte neler yaşadınız? 

Herkesin yaşadığı zorlukları ve hayatın normale dönme esnasında kimsenin yaşamadığı zorlukları yaşadık ve yaşıyoruz. Küresel salgına rağmen güç bela tiyatromuzu, sahnemizi ayakta tutmayı başardık. Fakat önümüzdeki sezonda da dünyada, ekonomide iyileşme görülmezse bunu başaramayabiliriz. Kaygı duymaktan yoruldum açıkçası… Çok emek veriyoruz ama bazen bu süreçte bile dışlandığımızı görmek, pek çok şeyin kişisel bağlantılarla ilerlediğine şahit olmak can sıkıntısı yaratıyor artık. Hastalık değil insanlar sorun. Çünkü hastalık için gerekli tedbirleri aldık, sahnelerden evet uzak kaldık ama kendimizi salgından korumayı başardık. Asıl sorun sanata dair iyileşme için herhangi bir aşının bulunmayışı.

  1. Sanatın dijitalleşmesi kimileri için çok kaygılıyken kimileri için oldukça keyifli. Siz dijital projeleri nasıl buluyorsunuz?

Tiyatro kadraja sığmaz. Kadraja girdiği an tiyatro tiyatro değildir artık. Binlerce yıldır devam eden yakın temaslı oyuncu–seyirci alışverişi tiyatronun temel ve vazgeçilmez özelliğidir. Benim gözlemlediğim kadarıyla çoğunluk da dijitalleşmeye çok rağbet etmedi. 

  1. Türk Kadınlar Birliği, tarihsel bir değerimiz. Cumhuriyet kadar eski, Cumhuriyet kadar ehemmiyetli…  Siz de Türk Kadınlar Birliği Beykoz Şubesi kurucularındansınız. Süreç nasıl ilerledi?

Türk Kadınlar Birliği Derneği benim için çok özeldir. İlk başrolümle ilk ödülümü bu dernekten aldım. Her zaman bir vefa borcum olduğunu düşündüm ve Beykoz Şubesinin kurucusu, Yönetim Kurulu Başkanı oldum. Fakat dernek işi oldukça meşakkatli bir iş ve sanat hayatımın yoğunluğu nedeniyle benim titizlik gerektiren bu çalışmaya vaktim olamıyordu. Sonra fark ettim ki ben zaten kadın için, erkek için, çocuk için, gençler için, tüm toplum için yoluna baş koyduğum oyunculuğumla, yazarlığımla, sanatımla yararlı olmak adına fazlasıyla emek harcıyorum. O sebeple 3 yıllık dernek macerasından sonra pandemi döneminde şube için fesih kararını alarak kapattık. Yine de her koşulda desteğim istendiğinde yanlarındayım. 

  1. Sanatınızı icra ederken de “kadın” odaklı oluşunuzu çok takdir ediyorum. Son projelerinizden olan “Ben Kara Fatma” üzerine konuşmak istiyorum bilhassa… Bu eser nasıl ortaya çıktı?

Teşekkür ediyorum. Aslında ben tamamı ile insan odaklıyım. Sanatta ise kendi özümüzden olana yönelmemiz gerektiğini düşündüm her zaman. Kadınların ülkemizdeki durumu da maalesef malum ve bir o kadar da nahoş! Bu iki konunun birleşmesiyle kadınlarımız için ilham kaynağı olacak bir proje yaratmak için kolları sıvadık. Kadının kendi gücünün farkına varmasını sağlayabileceğimiz en uygun rol modelin bir ‘kahraman’ olabileceğini düşündüm. Kahraman, hem de ‘kadın kahraman’, hem de bizim içimizden… Tüm kadın kahramanların hayatına odaklanıyorken dedim ki “Biz de ayrımcılık yapıyoruz. Yapmayalım. Erkek ve kadın tüm kahramanlarımızın hayatını ele alalım.” Derken, “Nasıl yapacağız?” sorusuyla meşgul olduk. Özel tiyatro, hem de yeni kurulmuş bir özel tiyatro olarak bütçemiz kısıtlı. Kahramanları tek tek ele alma ama bu kahramanları tek bir konsepte oturtma fikri doğdu. Düşünmelerimiz, araştırmalarımız ve hayal gücümüz neticesinde ‘tek kişilik seri oyunlar’ koymaya karar verdik. Dünyada ve ülkemizde bu tarz bir çalışma var mı yok mu araştırmasından sonra olmadığı sağlamasıyla “Kurtuluş Savaşı Kahramanlarını” simgeleyen adıyla “Ben Serisi Kurtuluş” projesi ortaya çıktı. Projeye özel yazılmasını istedik metinlerin. “Ben Kara Fatma”, “Ben Kazım Karabekir” ve “Ben Hasan Tahsin” Her biri seri oyun projesi için yazarlarımız tarafından yeni ve özgün tek kişilik metinler olarak uzun araştırmalar ve paslaşmalar neticesinde kaleme alındı. 

  1. Böylesine bir kahramanı tek başınıza canlandırmak çok onurlu ve zor olsa gerek. Kadın olarak tüm alanlarda mücadelelerimiz çok hassas ve önemli. Sizin hassasiyetinize de oldukça hâkimim. Gelecekte “kadın” odaklı başka projeleriniz var mı?

Biraz önce de belirttiğim gibi aslında ben ‘insan’ odaklıyım. Kara Fatma yani Fatma Seher Erden gönüllü toplamak için köylere gittiğinde, kadın olarak karşılarında onu gören halkın şaşkınlığı üzerine şöyle seslenmiş:

            -Artık kadın – erkek yok! Artık istiklal var!

Bunun üzerine halk harekete geçmiş ve onun önderliğinde savaşa katılmış. Üzücü olan şu ki; savaştan sonra ve hâlâ günümüzde bu ayrım yapılıyor, yapılmamalı… Ne var ki insanların bu olgunluğa varabilmesine yardımcı olmak için  ‘var olan kadın sorununa insani bir yaklaşımla’ eğilmemiz de şart. O yüzden “Kadınım Ulan” adlı kitabımdan yola çıkarak, kadın meselesine daha güncel bir yaklaşımla “Kadınım Ulan”ı kitaptan sahneye taşıma düşüncem var. 

  1. Vaktiniz çok kıymetli biliyorum ancak biraz da kitaplarınıza değinmek istiyorum. Öncelikle babanızın hayatından esinlenerek yazdığınız “Memed” kitabı Kıbrıs Savaşı’nın bir erkeğin üzerinde bıraktığı ağır izleri yansıtmakta. Bu kitabı yazarken en büyük motivasyonunuz neydi? 

Elbette babamın yavru vatan için ve sonrasında biz evlatları için verdiği onurlu mücadelesi en büyük motivasyonumdu. Sanatsal yaklaşımda gerçek bir yaşam öyküsüne yer verilmesi (Biyografi filmleri, oyunları) ilgimi epey çeken bir türdür. Babamın hikâyesini ve savaşın olumsuz etkilerini ve bu olumsuzlukla mücadeleden bile zaferle çıkmayı anlatmak fikri benim için önemliydi. Çocukluğum ve gençliğimin görgü tanıklığı da motivasyonum oldu. 

  1. Bir diğer kitabınız olan deneme türünde yazdığınız “Kadınım Ulan”, kadının insanlığını haykırdığınız bir kitap… Bu kitap aynı zamanda seslendirildi ve DVD’si ile birlikte bizlerle buluştu. Seslendirme aşamalarında birçok isim  “Kadının İnsanlığına” ses oldu. Kadının hayatta bir şeyleri hep ‘seçmek’ zorunda bırakılması ile ilgili ne söylemek istersiniz?

Benim için çok özel bir çalışma oldu. Emeği geçen tüm değerli sanatçı dostlarımın desteği de öyle değerli ki… Kitap belirttiğiniz gibi bir deneme, dolayısıyla temele oturtulan konular çeşitlilik gösteriyor. Başlığı yazılarımdan biri aslında… Fakat kitabın içeriğinde sıkça kadın olma ve insan olma kavramlarına değindiğim gerçek tabii… Hâlâ kadınlar öldürülüyor ve benimki bir isyan! Sorunuz kadının hayatta hep bir şeyleri seçmek zorunda bırakılmasına dair ama benim gördüğüm, ülkemiz genelinde kadının bir seçme hakkının olmayışı… Okul okumayı seçemiyor, çocuk yaşta evlenmemeyi seçemiyor, bir iş sahibi olmayı seçemiyor, tek başına yaşamayı seçemiyor, vs. Elbette bu benim gözlemim ve düşüncem. Şehirli kadınlarımız ise seçim yapma konusunda biraz daha özgür gibi dursa da dediğiniz gibi ‘zorunda bırakılma’ durumunu yaşayabiliyor. Biliyor musunuz aslında erkekler de hayatın içinde özgür seçimler yapamıyor bence… Şu cinsiyet, dil, din, ırk vs. ayrımından kurtulabilse tüm dünya, hayatı ve nimetlerini doyasıya yaşayacağız. Ama hepimiz o ilkel karanlığa mahkûmuz şimdilik.

  1. Son olarak, şiirin, dansın, müziğin harmonisiyle sahnelenmiş, daha sonra da kitaba dönmüş teatral eseriniz hakkında konuşmak istiyorum. Beni kıpır kıpır eden çalışmanız “Peri Kız Müzikali” çocuklara yönelik oldukça öğretici ve çocukları küçümsemeden yazılmış bir eser. Tiyatro eserlerinin çocuk üzerinde oldukça etkili olduğunu düşünüyorum. Şehir Tiyatrolarında çocuklara yönelik başka eserlerinizi görecek miyiz? 

Ne kadar mutlu oldum.  Teşekkür ederim. Yeni Çağın çocukları onları birey olarak kabul eden bir anlayışı hak ediyor. Bizler sanat insanları da olsak bazen içimizde yeniliklere sıcak bakamayanlarımızla karşılaşıyoruz. Artık günümüz çocukları teknoloji sayesinde daha çabuk olgunlaşıyor ve 7 yaşın üzerindeki yaş grubu çocuklarımız için yazılmış eserler neredeyse yok! Bunun için çalışmalarıma devam edeceğim elbette… Ama Şehir Tiyatroları mı olur, Devlet Tiyatroları mı yoksa özel tiyatro mu olur, bilmiyorum. İki kardeşin hikâyesine odaklanan bir oyunum sırada, sahnelenmeyi bekliyor. Yenisi de yazılıyor. Ben buradayım ve çalışmaya devam ediyorum. Umarım hepsi sahnede ve çocukların hayatında yerini, değerini bulur. 

*Röportajınız ve değerli vaktiniz için çok teşekkür ediyorum Sevtap Hanım…

Ben teşekkür ediyorum, yolunuz açık, kaleminiz engelsiz olsun!

RÖPORTAJ: SU KARATAŞ

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.