Balenin duayeni, ana kraliçesi Meriç Sümen ile keyifli bir sohbet ettik.
Öncelikle sevgili okuyucularımıza bu değerli ismi daha yakından tanımaları için TUTKU isimli belgeseli ve DansaAşık Bir Kuğu kitabını tavsiye ediyorum.
-Meriç Hanım öncelikle balenin sizin için ne anlama geldiğinden bahseder misiniz?
Çok genç yaşta başladığım için, 8 yaşında, yaşam biçimi haline geldiğini söylemek isterim. Tamamen balenin verdiği aşk, hırs, romantizm, disiplin, çalışma hırsı, bakış açıları, farklılığı özel hayatıma da çok yansımış durumda. Tabi şikayetçi değilim. Bu nedenle de çoğu bakımdan da kendimi şanslı atfediyorum canım.
-Kaç sene bale yaptınız?
8 yaş, gerisini söylemeyeyim. 8 yaşında başladım, 9 yaşında Ankara devlet konservatuarı…1961 mezunuyum. Ondan sonra da 45 sene… Hemen hemen hayatımın yüzde yüze yakını baleyle geçmiş. Tabi dans hayatı kısadır derler. Ne kadar çalışabilirsiniz sadece vücudunuzla? Bacaklarınız, elleriniz, kemikleriniz belli bir yaşa kadar size yardımcı oluyor. Ama zor bir sanat koludur bale. Fevkalade iyi bakılmış bir vücut, güzel çalışan bir beyin olması, bedeninizin iyi ve müsait olması lazım, balenin akademik çizgilerine uyması için. Disiplinli bir hayat ve bilinçli hocalarla eğitim alınmış olması lazım. Birtakım şeylerin bir araya gelmesi lazım balede. Kaç sene dans ettiniz suali biraz zor. Nasıl dans ettiniz, “Nasıl dansçıydınız?” demeniz daha doğruydu. Çünkü devamlı başroller oynayan dansçılar başkadır; yaşamları, eğitimleri, süreleri… Grup danslarında oynayan dansçıların da yaşamları, eğitimleri, süreleri farklıdır, ağırlıkları farklıdır. Bu bakımdan tam arzu ettiğiniz cevabı veremedim ama izah etmeye çalıştım. Devamlı başrolleri oynayan dansçıların yaşamları, eğitimleri, oynadığı eserlerdeki teknikleri, zorlukları, mesuliyetleri, tek başına olmaları farklıdır tabi tahmin edeceğiniz üzere.
-Peki ilginiz ve yeteneğiniz nasıl fark edildi? Nasıl bir yol izlediniz?
Ben ilkokulda milli dansa gidiyordum. Annem beni o sıralarda Ankara’da milli dansa, abimi de mandoline yazdırmıştı. Milli dansa gidiyordum yani 1. veyahut 2. sınıfta. Benim dans hocam da devamlı beni çağırıp gösteriyordu. Sonra ailemle görüşmüş ve “Ankara konservatuarı bale bölümü var, lütfen Meriç çok yetenekli, onu oraya verin binbaşım” demiş. Babam asker, binbaşı o zaman. Öyle başladı ama annem hep bahsederdi hiç yerimde durmadığımı, bebeklerle oynamadığımı devamlı dans ettiğimi, koştuğumu… Bir çocuk olarak hareketli olduğumdan bahsederdi, müzikleri çok sevdiğimi; müzik çaldığı anda alafranga veya alaturka müzik ne çalarsa çalsın onun ritmine uygun olarak dans etmeye çalıştığımı… Annemin dikkatini çekmiş. Ama tabi bilmiyormuş o da konservatuarda bale bölümünün olduğunu. Sonra o hocanın ısrarıyla imtihana girdim kazandım. Ankara Devlet Konservatuarı Bale Bölümünü 9 sene okudum. Bizde öyle birincilik ikincilik gibi bir şey yok ama çok çok iyi şekilde, çok çok iyi puanlarla bitirdim. Hocalarımız İngiliz idi o zaman, İngiltere’den geliyordu. Türk balesinin kurucusu, çok değerli hocamız Dame Ninette de Valois… Ankara Türk balesini kuran. Kendisi de gelirdi yılda iki kere. Bizleri kontrol ederdi, nasıl yapılıyor ne yapılıyor ne ediliyor diye. Çünkü o dönemde Ankara Devlet Konservatuarı’nın zaten tiyatro opera müzik bölümleri vardı. Bale bölümü sonradan katıldı. Ve İlk 1947’de bale okulu açıldı, Yeşilköy’de. Ankara’da değildi. Onun kontrolünde açılmıştı. Oradan da talebeler Ankara’ya gelmişlerdi. 1947’de açılmış, ben 1952’de girdim.
-Peki, çocuklarını baleye yönlendiren aileler için öneriler istesem…
Bakış açıları farklı. Ben baleye gidiyorum; zıplamaya mı hoplamaya mı? Bale nedir diye çocuğu çok iyi bilgilendirmek lazım. Şimdiki özel bale okullarında bir hareketli müzikle beraber ve grupla beraber hareket etmeyi öğretmek bale değildir. 3-5 yaşında başlayan çocuklar için sadece müzikli oynama zıplama desek o bile çocuklar için çok faydalıdır. Baleye gidiyor lafı çok ciddidir. Çocuk çok genç yaşta buna inanabilir. Kendisinin çok iyi bir balerin olacağına da inanabilir. Bale çok ciddi bir sanat koludur. Sonra en basit bir müsaitsizliği çıkarsa vücudunda, bir hoca diyelim ki şurası uygun değilmiş baleye devam etmesin derse, bu durum çocuğu çok üzebilir. Onun için benim çocuğum baleye gidiyor lafını çok düşünerek kullansınlar derim. Ama hani küçük yaşlarda şimdiki anaokullarında, ilkokullarda bale dersi var, duyuyorum yani. Onlar faydalıdır…
-Bale sıkı bir diyeti gerekli kılıyor mu profesyonel şekilde yapıldığında?
Yani diyet, yemek için mi?
-Evet
Diyorum bakın ama, ben börekleri, balıkları, zeytinyağlı barbunyaları yiyen, pekmez sütleri içen günde de en az altı saat zıplayan bir dansçıyım. Ne yesem zaten bir lokma durmaz ki. Diyet derken doğru bakım demek istiyorsanız; bu kadar çok bakılmaya, yağlanmaya ihtiyacı olan vücudun proteinleri, demirleri alması için çok dikkatli yemeniz lazım. Az yemeniz lazım diye bir şey yok. Şişmanlarım diye bir şey yok balede. Şişmanlayamazsınız, aktiviteniz çok daha öndedir, çok fazladır. Çok büyük çalışmalar arasındaki duraklamalarda o mideyi aynı şekilde beslerseniz kilo alırsınız. Çünkü yakıt yok o zaman.
-Anladım, siz ve diğer balerinlerimize uzaktan baktığımızda o efsane vücut için hiç mi yağlı yenmiyor, çok sıkı diyet mi var diye düşündürüyor insanı.
Yok, yok canım, hiç alakası yok. Tam tersi. Yalnız hani bu kötü alışkanlıklarla değil, çünkü olmaz. Arada cipsler yemek, hiç yememek, sosisli sandviçler yemek, işte gazoz içmek falan öyle bir beslenme olmaz bir dansçı için. Mutlaka sabah çok güzel yumurtalı bir kahvaltı. Bir tane muz, tekrar akşamüstü hafif bir ekmek, karbonhidrat. Tekrar bir akşam yemeği bol protein bol yeşillik vs.… Diyet değil, diyet diye bir şey yok. Bale yaparken aslında mide açılıyor çok da iştahlı oluyorsunuz. Ondan sonra bakın bu kadar aktivite bitiyor. Mesela ben hocalığa geçtiğim zaman bu kadar dans etmedim tabi. O zaman pıt pıt pıt, hafif kilo almaya başladım. Şimdi diyet yapıyorum kendimce. Ama yine de yapamıyorum, az yemeye çalışıyorum.
Çok güzelsiniz Meriç Hanım. Peki içinizde kalan, oynamak isteyip oynayamadığınız roller oldu mu ?
Olmaz olur mu, Allah Allah. Manon balesi vardır, MacMillan’ın koyduğu… İngiliz Royal Bale oynamıştır. Çok da pahalıydı alamamıştık. Çok güzeldir müziği, operası, romanı… Manon Lescaut… Balesi de çok güzeldir. Onu çok istemiştim, onu oynayamadım. Başka ne istedim diye soracak olursam da kendime pek aklımda yok valla fazla, o kadar çok oynamışım ki. Öyle bir şey kalmamış kafamda. Allah’a şükür hepsini oynamışım binlerce kere… Yine hepsi benim ayrı aşkım. Kalbimde hepsinin, bütün eserlerin ayrı ayrı yerleri vardır. Onları hatırladıkça böyle içim titrer, yanarım, çok özlerim. Bir gün Giselle olurum, bir gün Swan olurum, bir gün Juliet olurum. Olurum, olurum, ben hep olurum. Oynarım, durakta da oynarım, her yerde oynarım. Ben kendi hayatımı çok seviyorum. Benim kendime ait özel bir kutum var. Benim hayatım onun ismi. Orada hiçbir kötülük yok, saklandığım zaman çok mutlu bir kişi oluyorum. Çok fazla katılmıyorum normal hayattaki yaşantıma. Onlardan da ayrı kalmıyorum tabi, ama benim kutumda yaşamak beni rahatlıyor canım.
-Öncelikle, Devlet Opera ve Baleleri Genel müdürlüğü yapmış biri olarak bürokraside çok yoğun çalıştığınızı ve bale için büyük emekler sarf ettiğinizi okuyucularımızla paylaşmak istiyorum. Ve diğer soruma geçiyorum; sizce ülkemizde baleye olan ilgi artıyor mu azalıyor mu ? Ayrıca şu an mevcut 6 adet Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü bulunmakta bu sayı yeterli mi? Bu sanatın geleceğini Türkiye açısından nasıl görüyorsunuz?
Şöyle bir şey, hayır hiçbir şekilde azalmıyor ilgi. Kendimi bildim bileli baleye merak kesinlikle azalmıyor. Çünkü Biz Türk milleti olarak çok güzel folk danslara sahibiz. Dans etmeyi seven bir milletiz. Dans müziklerimiz de var. Bale de bunların en terbiyelisi. Bize ait olmayan bir evrensel sanat. Yani bale bizim midir, İngiliz midir, Rus mudur falan… Hayır, bütün sanat kolları herkesindir tek bir yere ait değildir. Her türlü sanat icra ettiğiniz zaman keyif alırsınız. Dolayısıyla seyirci açısından da müracaat açısından da bir azalma olmamıştır. Bizde en fazla azalma benim genel müdürlük yaptığım dönemdedir. Kadro problemleri çok vardı. Çünkü devamlı aldığın sözleşmeli sanatçılara belli bir yıldan sonra o sanatçıyı beğeniyorsan kadro vermen icap ediyordu. Bu durum ilk başlarda problem arz etmiyordu. Ama sonra sonra kadro çıkışları yavaşlamaya başlayınca yığılmalar ve sualler başladı haklı olarak. “Hocam biz ne zaman kadroya gireceğiz?’’, ‘’Hocam kadro imtihanı ne zaman açılacak?’’ gibi. Orada bir itişme kapışma oluyor. Hâlen de bilhassa oturmuş da değil. Pandemi dönemi de fevkalade rahatsız etti, bütün bizim gibi aktif bölümleri. Onlinedan bale opera falan olmaz öyle şeyler. Yapıldı, edildi de yok çok zor. Çok gerilim oldu. Dünyanın her yerinde böyle, sadece Türkiye’den bahsetmiyorum. Bu bölümlerin ihtiyacı olan şey hiç durmaksızın kendi bale salonlarında, sahnelerinde, orkestralarıyla, opera da dahil bale de dahil devamlı aktif olmalarıdır. Bir sanatçıyı sahneden çekersen olmaz; onun öğretimi de sahnede olur. Onun okulu yok. Sadece baştan bir okul var. Falanca bölümde okuyorum cümlesi var. Ondan sonraki okul hayattaki başarı okuludur. Yani bu okulun ismi sahne. Sahneye çıkmadan çoğu şeyi öğrenemez çocuk. Çünkü o kitapta değildir. Zaten hiçbir sanat kitaptan öğretilmez de. Bazı anlaşılması güç hareketleri yazıyla ifade etmek belki zaman zaman yararlı olabilir. Ama tecrübe dediğimiz şey, yani hocanın kendi vücudunda geliştirdiği eğitimi, zaten o kendi anlatabilir. Bunlar o kişinin tecrübesiyle büyüyor. Çünkü öyle stepler vardır ki balede, herkes o stepleri yapacak anatomiye sahip değildir. Adalesi kopar, jübileni kırılır. Bütün herkese her adımı yaptırtamazsınız. Velhasıl soruya dönecek olursak, hiçbir şekilde seyircimiz azalmıyor, gayet biletler bitiyor. Ankara’da, İstanbul’da dolaşıyorum devamlı, keza İzmir’de de. Hiçbir azalma falan yok. Zaten çıkmasıyla burada da tüm biletler bitiyor. N’oldu hiçbir şey olmadı.
-İş Bankası tarafından çekilen bir belgeseliniz olduğunu, bunun arşivlerde tutulduğunu ancak ölümünüzden sonra yayınlanacağını duymuştum. Bu bilgi doğru mu Meriç Hanım?
Evet, yani bana öyle demişlerdi. Ben seyrettim ama. Böyle bir teklif gelmişti. O zaman çok hoşuma gitmişti, yıllar evvel. Hatta doğduğum eve falan gittik. Çok çok güzel. Ben de kendimi gördüm. Şaşırmıştım. Ama bizde saklı kalacak dediler, imzalamıştım. Kalsın ne olacak dedim. Şimdi göremiyoruz tabi ama, işte öyle birtakım şeyler oluyor.
-Düştüğünüzde sizi tekrar ayağa kaldıran şey nedir?
Ben. İki tane Meriç var kafamda. Bir tanesi ön beyin Meriç. Bir tanesi arka beyin Meriç. Bir tanesi aşkı ve romantizmi veren, ruhumu veren Meriç. Bir tanesi aklımı çok iyi kullanan Meriç. Düşersin tabi düşmez olur musun? Bence benim mesleğim… Tabi bak ben 9-10 yaşımdayken, düşünsene parmak ucu pabuçları giyiyorsun ve onlara çıktığımız zaman bu arada hocalar hafif tutuyor tabi, sen biraz aptallaşıyorsun daha küçüksün, nasıl duracaksın falan. Hoca İngiliz bir de tercüman teyzemiz vardı yanında. Tutuyorlar tabi, ben böyle bütün şeyimle durmaya çalışıyorum. Dedi ki hoca, “Meriç bak duruyorsun ne güzel. Korkma, panik yapma çok güzel yapacaksın. “Şunu hiç unutma” dedi, “Hayatta da iki ayağının üzerinde sen duracaksın. Kimse sana yardım etmeyecek. Sen şimdi dans ederken ben tutamayacağım ben yokum yanında. Sen kendi 2 ayağının üstünde duracaksın. Hayat da böyledir.’’ İşte o kadar doğru demiş ki aslında. Dolayısıyla ben kendim düşerim kendim kalkarım. Hiç de öyle etraftan yardım alayım falan …Yok yani. Zaten genelde de biz balerinler öyle disiplinli yetişiriz. Çok yardımlar falan yoktur. Kendin kalkacaksın yani.
-Ruhunuza iyi gelen, en çok dinlediğiniz müziği sorsam…
Ben bale müziklerini çok arka arkaya dinlerim oynayacağım zaman, özlediysem. Ama bu demek değildir ki her zaman bale müziği dinlerim. Bütün müzikleri dinlerim. Bazen çok böyle, yani nasıl anlatsam… romantik de olabilir, ya o anki moduma bağlı aslında. Müziğin ne olduğu önemli değil. Çok güzel bir müzik bana anında tesir edebilir. Beni nasıl titreşime götürdüğü önemlidir. “Aaa, ne kadar hoş!” derim. Şu müzik, bu müzik ayırmam. Bazen kendimi sallarım oynarım, bazen çok ciddi konçertolar dinlerim. Mesela çoğu konserlere gittiğimde çok rahatsız oluyorum. Neden? Çünkü müzik dinlediğim için vücudum otomatikman harekete geçiyor. Ve ben oturamıyorum, ayaklarım pıtır pıtır bir sağa bir sola … yanımdakini rahatsız ettiğim için üzülüyorum. Fenalık basıyor kalbime. Müziği oturup dinleyemem ki ben. Müzik olduğu zaman ayağa fırlayan bir kadınım. Bak şimdi bile yürüyorum evin içinde. Biraz tuhaf ama böyle olmuş. Bu yaşa kadar böyle olmuş, bu yaştan sonra değişecek halim yok. Değil mi canım?
Ben de genelde müzik dinlediğimde dans etmeyi tercih ediyorum veyahut sokakta ritim tutmayı…
Bir laf vardır müzik ruhun gıdasıdır diye. Çok klasiktir. Ve doğru söyler. Seni başka dünyaya götürür eğer müziği doğru dinlersen, hissedersen. Bu çok büyük bir şans, bunu hissediyor olman. İlla baleci olmak şart değildir.
-Bale dışında ilgilendiğiniz başka bir sanat dalı var mı?
Hayır canım yok. Hepsine saygılıyım ama kabiliyetim olduğunu sanmıyorum. Ben öyle resim çalışamam. Oturamam çünkü, oturmak demek benim için çıldırmak demek. Onun için ben oturarak hiçbir şey yapamam ya koşarım ya da mesela pilatese gideceğim şimdi, oradan provaya… Bir sürü işim var. Hareket halindeyim yani hep. Kafam da öyledir, beynim de. Kararlarımı bütün riskleri alarak derhal veririm. O anda, derhal. Eğer yanlış görüyorsam oradan çok kolay dönerim çünkü. Ama sonu ne olacak, ben şimdi ya düşersem ya öyle olursa… Öyle yok, hayat öyle değil. Hayat öyle senin eline her şeyi sundu da ortayı da anlatarak diye bir şey yok. Her şey gelebilir başına. Sahnede bin kere benim basıma gelmişse. Orkestra çok yavaş çaldı, birdenbire muşambanın orası toplandı, oraya da dönüşüm geldi falan. Ne olacak? Ah affedersiniz sayın seyircilerim inanın ben normalde çok iyi yapıyordum ama muşamba toplanmış ayağım takıldı falan mı diyeceğim. İnisiyatif akıl hep önde olması lazım. Hayatta da öyle, göreceksin kendi riskini alacaksın. Adım atacaksın. Risksiz hiçbir şey olmaz. Yani şahsen bu benim görüşüm ve tecrübem.
-Oğlunuz TUNCA BAKAN da kıymetli bir baletimiz.
Evet. O da bizden.
Ona balet olma sürecinde verdiğiniz telkinler nelerdi? Veya bugün balerin/balet olmayı arzulayan gençlere ne önerirsiniz?
Evde hiçbir şekilde bale konusu olmadı ama Tunca tabi ister istemez benim yanımda çok bulundu. Bırakacağımız kimsemiz olmadığı için… Anne ve babam da Ankara’daydı, ben İstanbul’dayken. Dolayısıyla Tunca’yı da içim rahat etsin diye İstanbul’a getirirdim beraberimde. Ankara’da oynarken de getirirdim. İsterdim ki annesinin ne yaptığını bilsin. Çok ilgilenirdi ama genellikle futbol oynardı o. Spora çok fazla ilgisi vardı. Ben hatta spor hocası falan olsun istiyordum. Baleyi düşünmedim demeyeyim ama çok istemedim. Onun birdenbire talebi oldu, “anne ben bale imtihanına girmek istiyorum” dedi. “Oğlum zor, hele erkekle çok zor” dedim. “Ama anne arkadaşlarım imtihana giriyor” dedi. “Çok istiyorsan gir Tunca ama benden bir şey bekleme yani, nasıl istiyorsan” dedim. Futbol oynamayacaksın, belin ağrıyacak vs gibi bir şeyler dedim. Hiç olmadı, gitti kazandı. Sonra çok zor bir mesleği seçtin, dayanacaksın her şeye dedim. Biri beğenecek, biri beğenmeyecek. Anne dedi, ben dedi çok seviyorum baleyi, sen bana ne anlatıyorsun dedi. Ben 3’lü de oynarım grup da oynarım, tek de oynarım, ben bu sanatı seviyorum dedi. Allah Allah, peki evladım dedim. Erkek de olduğu için bir yere kadar ilgilenebildim, bir yerden sonra erkek hocalarla çalışıyorlar. Elimden geldiği kadar ama zaten azimliydi de. Benim gibi titizlenir, 10 saat uğraşır bir şeyle. Ben biliyorum onun başına geleceklerini. Bale hocalığı yapıyor şimdi. O da çok zor bir iş. Kendi kendine karar vermiş. Bana sonradan söyledi. Çalıştım anne dedi, lütfedip göster dedim ne çalıştın. Gönderdi çalışmaları. Baktım zor bayağı, Tunca dedim bayağı zor. Biliyorum anne dedi. Bana kızar, sanki ben bilmiyormuşum gibi der. Fazla anlaşamayız yani. Şimdi çok keyifle hocalık yapıyor. Bunu daha çok seviyor. Yani balenin hocalığı var, koreograflığı var, editörlüğü var. Var da var… Mesela ben koreografı hiç yapmadım. Yapamam yani, içimden gelmiyor. Benim üzerime baleler yapıldı. Karşımdaki koreografa yardımcı oldum. Karşıya bir şeyler vermem lazım, kendim orada verilen rolü yarattım. Yaratmaya çok çalıştım. Beğendiler, herhalde olmuştur. Ama kendim koreograf yapmak… Yapamam ve yapmadım. Bir iki düşündüm ancak çıkmadı bir şeyler. Ancak şimdi provalar alabilirim, ders verebilirim. Prova almam daha iyi oluyor. Çok eser bildiğim için onun detaylarını en ufak ara geçişlerini öğretmem lazım. O kadar detaylı çalışmanız lazım ki başrolü çalışan dansçılılarla. Onların sinirleri, psikolojisi, anatomisi, ruhu, müzikalitesi ile uğraşıyorsunuz aslında. Sadece dönüp de bacağını kaldırmak değil bale. İyi bir dansçıyı yaratmak için hocalık bölümünde bunları da okumanız lazım. Ben yüksekokulu da Moskova’da bitirdim. 1,5 sene okudum. Yüksek sınıfların büyük eserlere çalışmasını nasıl yaparsınız konusunda çalışma yaptım. Çok ilginç şeyler. Psikoloji ve anatomi çok önde. Buna da ben gönül verdim. Şimdi de epeydir yapıyorum zaten. Tanıyorsunuzdur, Hülya Aksular vardır, Selen vardır, Çiğdem vardır, Zeynep vardır başrol oynattığım. Hepsi de çok iyi çocuklardır, çok iyi kızlardır. Çok keyifli günlerim oldu. Çok severim hepsini ayrı ayrı. Onlar bayrağı aldılar, hepsi hoca oldular. Valla seyrediyorum, şaka gibi, benden beter hoca olmuşlar. Sinirli, daha şey. Amaan diyorum, “Hocam siz sanki sinirli değil miydiniz?” diyorlar. Dedim çekeceksiniz kolay değil. Dansçı yetiştirmek çok zor, yapmak çok zor, yaptırtmak çok zor. Psikolojisini dengelemen lazım, ruhuna hitap etmen lazım. Hepsi bir arada olursa prova çıkıyor. Parmağının ucunda yürüyorlar falan… Çok kolay ifadeler geliyor kulaklarıma, tuhaf tuhaf bakıyorum ya. Öyle canım…
Sevgili Hülya Aksular ve Pıtırcık Akkerman ile röportaj yaptığımızda, her ikisi de sizi rüya gibi anlatmışlardı. Bir üstat, bir idol…
Aaahh Pıtırcık… Pıtırcık bana benziyordu küçükken. Onun küçüklüğü, aynı benim küçüklüğüme benziyordu.
Benim de en büyük hayallerimden biri sizle röportaj yapmaktı.
Eyvah, yakaladın yani!
Ulaşamayacağımızı düşünmüştüm aslında size…
Niye hayatım, ben ulaşılamayacak biri değilim. Ben sanatçıyım. Gençlere ne kadar ne öğretebilirsem ne anlatabilirsem, hayata dair ne olursa… Hepiniz benim canımsınız, ben de hepinizden çok büyüğüm. Baleci olmak şart değil ki. Hayat biçimi önemli olan. Alın kendi mesleğinizde benim hayat biçimimi de götürün, faydalı olur diyorum.
-Çok teşekkür ederiz, şu kısa sohbet bile çok şey kattı bana Meriç Hanım. Diğer sorumuza geçiyorum. Türkiye’de ve hatta dünyada kadın olmanın ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Sizin de başınıza talihsiz şeyler geldi. Yine de iyi ki kadınım diyor musunuz?
Başıma bir şey gelmedi benim. Erkekli kızlı beraber okumanın faydaları da şimdi çıkıyor. Hep beraber okuduk. Kız kıza, erkek erkeğe; hiç öyle bir şey yaşamadım ben, konservatuardan beri. Kızlı, erkekli büyüklü, küçüklü, tiyatro bölümünden abilerimiz, ablalarımız hep beraber okuduk. Ben her şeyi kurtardım valla. Oğlan çocuklarıyla da yumruklaştım, kavga ettim, toplarını aldım, onlar beni dövdü, ben onları dövdüm. Yani ben böyle başladım, erkekmiş, kadınmış bilmem neymiş. Hiç öyle bir problemim olmadı. Her zaman için gurur duyarım kadın olduğum için. Çok mutluyumdur. Kendimi daima önde tutarım, her olaya girerim. Hiç düşünmedim öyle bir şey, siz de düşünmeyin canım.
Yanlış aktardım aslında size… Heykeliniz ile ilgili problemi aktarmak istemiştim aslında. Ben de toplumsal cinsiyet eşitliğini savunuyorum yoksa.
Tamam tamam. Heykel… Benim haberim bile yok. Benim heykelim yok ki. Nerde heykelim? ben şoklara girecektim. Ankara’dan da ‘’Hocam üzülmeyin sakın’’, falan dediler… Ne, ne oluyor diyorum ya, nedir, ne tecavüzüdür ya? Anlamadım, ‘’heykelinize… ‘’ Ne heykelidir ya? Baya şaşırdım.
Meğer güzel sanatlarda ‘ilkler’ diye heykel yapın diyorlar işte pilot olsun, balerin olsun falan. İki kız da bir figür almışlar, bir kadın. Altına da Meriç Sümen yazmışlar ilkler diye, o kadar. Ama ben çok kızdım sonra. Açtım telefonu hocasına dedim ki ben ölmedim yaşıyorum. Hani bana bir alo deseydiniz keşke dedim. Zaten yapılan heykel de ben değilim. Ayrıca benim heykelim yok, benim bir tek Eskişehir’de Yılmaz Hoca’nın mumya müzesinde heykelim var o kadar. Ne tecavüzüdür ya, anlamadım gitti, şaşırdım yani. Oradan geçen kendini bilmez tiplerin birisi diyelim.
Çok teşekkür ederim Meriç Hanım, kendinize çok iyi bakın.
Rica ederim canım, sen de.
RÖPORTAJ: SU KARATAŞ