SON MEKTUP
Bitirmek öldürmekse
son mektuplar intihar
kendini silmek
yeni sayfa açarak
[GÜLCEMAL DURDU]
Kendim için…
Eve gece yarısı gelip annemin karşısına sarhoş çıkmanın bedelini, haftalarca süren kendimi odaya kapatmam, sessiz kahvaltılar ve küskün akşam yemekleriyle ödüyorum. Sofra hazır olduğunda “yemek hazır, soğutma” diye bağıran annem, şimdi sadece odamın kapısına bir kez tıklatıyordu. Annemi ne kadar çok üzdüğümü fark ettim. Ki biliyorsunuz, sırf annemin gözünden yaş gelmesin diye soğanı hep ben doğrarım. Bu durumu kendime yakıştıramadım. Onu sevdiğimi bilmesine rağmen, yalnız bırakıp başkasıyla mutlu olmayı tercih eden bir kadın için annemi üzmem bana göre değildi. En çok da annem sevmişti Külkedisi’ni. Bu gönül işleri bana göre şeyler değil, bir de şu işsizlik çok yoruyor artık beni. Süpermen’miş, Süpermen nedir Allah aşkına? Koskoca adamın içindeki çocuğu büyütmeye çalışmasından başka ne olabilir ki? Dünyayı ben mi kurtaracağım? Yahu geçen gün köpek kovaladı da bir “hoşt” bile diyemedim korkudan, “Şey, bunun sahibi yok mu?” diye kıvrandım bir duvara çıkıp. Bırakın sahibini, etrafımda diğer köpeklerden başka canlı bile yoktu. Oradan nasıl sağ çıktım hâlâ hatırlamıyorum. Benim acilen bir iş bulup annemin gözüne girmem gerekiyor. Toparladım kendimi, dolabımda ütülü, jilet gibi gömlek ve pantolon aramaya başladım. Bana bunları yaptıran, geçen gece bir odada tek başıma kutladığım yeni yaşım olabilir diye düşünüyorum. Karşı komşumuzun on yaşındaki çocuğu İbrahim bile hafta sonları bir marangoza çıraklık yapıyor, ben bir yaş daha büyümeme rağmen hâlâ Süpermencilik oynuyorum. Süpermen falan değil de budalanın tekiyim.
Muhasebecilik yaptığım zamanlardan kalma, beyaz gömlek ve gri pantolonumu giydim. Uzun zaman sonra tişört-eşofman kombinimi bırakıp, beyaz yaka kombinime geçiş yaptım. Aynadan kendime baktığımda, gömleğimi Süpermen tişörtümün üzerine giydiğimi fark ettim, yine de çıkarmaya üşendim.
Büyük bir ciddiyetle açtım kapıyı, kararlı ve ne yapacağını bilen bir tavırla çıktım odadan. “Anne ben iş aramaya gidiyorum.” dedim ve annemden gelecek olan cevabı beklemeden çıktım evden. Ağır adımlarla sıyrıldım mahalleden, camlara yapıştırılmış ilanlara bakıyordum. Niyazi abinin büfeden bir gazete aldım, ilanların olduğu sayfayı alıp gazeteyi yerine bıraktım. Niyazi abi arkamdan baya saymıştır ama işim olunca öderim bir şekilde diye çok umursamadım. Birkaç ilan hoşuma gitti, muhasebe ile ilgiliydi. Aradım, açan olmadı. Hem camlardaki hem de gazetedeki ilanlara baka baka biraz yürüdüm. Ana caddeye çıktığımda, kuytu bir köşede yalın ayak, kıyafetleri yırtık, beton zemine kıvrılmış uyuyan bir kadın gördüm. Yaklaştım yanına, etrafında yanmış kibritler, boş kibrit kutuları ve yırtık bir terlik vardı. Omzuna dokunarak uyandırmaya çalıştım. Rüyasında lezzetli bir yemek yiyor gibi dilinin ucunu dudaklarında gezdiriyordu. Sarsmamdan sonra korkuyla uyandı, sesi titreyerek “Rüya mıydı?” dedi. “İyi misin?” diye karşılık verdim. Uzandığı yerden kalkmasına yardım ettim. Üşüdüğü ve acıktığı her halinden belliydi. Hemen eve götüreyim, annem yemek hazırlar diye düşündüm, onu da ikna ettikten sonra yola koyulduk. Yalın ayak yürümesini istemedim, hemen iskarpinlerimi çıkarıp onun giymesini istedim fakat kırk beş numara olduğundan mı, utandığından mı bilmiyorum kabul etmedi. “Ben alışkınım.” demekle yetindi sadece. Bizim eve çok mesafe yoktu, yürürken “Şey, adın neydi?” dedim utana sıkıla. “Kibritçi, Kibritçi Kız” dedi. Adı bu değildir diye düşündüm. “Ben de Süpermen… Şey muhasebeci… Yani Hidayet… Şimdilik işsiz, düz Hidayet. Önceden Süpermen’dim işte.” diye gevelemeyi ve saçmalamayı sürdürdüm. Çok konuşmadık eve gelene kadar. Eve girdiğimizde annemle haftalarca konuşmadığımızı anımsadım ama her şey için çok geçmişti. Kapıda dikilen annemin gözlerinden ne kadar şaşırdığını ve sinirlendiğini görebiliyordum. Kaş, göz hareketleri yaparak ikna etmeye çalıştım. “Buyur kızım gir içeri.” dedi annem Kibritçi Kız’a. “Ben giremiyor muyum acaba?” diye düşünürken, annem kızın ayaklarının yalın ayak ve kirli olduğunu görünce terlikleri uzattı ve içeri gitti. Ben lavaboyu tarif ettim ona ve annemin yanına gittim. Daha “anne” diyemeden, annem aldığım nefesi dahi burnuma tıkayarak o güzel tiradına girişmişti. “Hidayet çocuuum, iş aramaya diye çıkıyorsun, eve yeni bir kız getiriyorsun. Sen beni kalpten götürmeye mi çalışıyorsun yavrum? Senden adam olmayacak mı? He! Nerden çıktı bu kız? Kim, üstü başı niye bu halde? Yahu her yolda bulduğunu eve mi getireceksin? Kalacak mı bu kız? Bak önceki gibi seni bırakıp gidecekse hiç çekemem, al nereden getirdiysen oraya götür. Sonra seni meyhane köşelerinden toplamam, eve de almam.” Bıraksam daha da uzayacak olan konuşmasını burada keserek “Anne bu kız şey ya, hani var ya masalı, Kibritçi Kız diye, bazen çıkıyor televizyona. Bu kız o işte. Kibritçi Kız. Baksana ne halde, yıkansın, ısınsın, yemek yesin, kendine gelsin gideceğiz anne. Kalmayacak, gel bir yemek hazırlayalım, misafir edelim.” dedikten sonra, elimdeki gazete parçasını gösterip “Valla iş arıyordum anne, yeminle bak.” diye binbir yemin etmeye devam edecektim ki annemin konuyu farklı bir yere çekip “Çocuk, evi masal kitabına çevirdin. Yeter artık, bıktım senden. Ne Süpermenciliğin bitiyor, ne masal perilerin bitiyor? Ölmedim ki kurtulayım senden!” deyip beni yerin dibine sokarken Kibritçi Kız geldi, son cümlem “Tövbe de anne!” oldu. Aslında haklıydı da, diyecek bir şeyim yoktu. Annem bir anda sakinleşip ya da o sakin görünen maskesini takıp, Kibritçi Kız’ını salona buyur etti. “Kimin kimsen yok mu kızım?” faslına giriş yaparken ben de yemek hazırlamaya koyuldum. Annem o sırada “Hidayet, çocuğum, ekmek al da gel.” diye seslendi. Hayır, hayır o hatayı bir daha asla yapmam. Geçen sefer bütün mahalle beni yeni tanıştığım Külkedisi ile evlendirmişti. Kibritçi Kız ile de ne dedikodularımızı döndürürlerdi. Balkona çıktım, Ömer’e seslendim. “Üç ekmek alsana, üstü senin olsun.” dedim, on lirayı atıverdim. Yemeği tabaklara koyarken kapı çaldı, Ömer ve elindeki iki ekmekle görünce “Lan üç dedim, üç. Niye iki tane aldın?” desem de, Ömer, ekmekleri verdikten sonra “Bana daha fazla para üstü kalsın diye. Sen zaten kilo aldın abi, zayıfla biraz.” deyip uzaklaştı. Çaresizce kapattım kapıyı. Kibritçi Kız’a yemekleri sundum, afiyetle yedi. Annem yumuşamıştı biraz. En son “Kızım sen gerçek misin?” falan diyordu. Annem duruma çok alışmadan hemen gitmemiz gerektiğini anladım. Şimdi Kibritçi Kız’ı sever, iş falan kitler, ertesi gün kız kendi dünyasına gider, olan yine annemle bizim aramıza olurdu. “Anne, biz artık kalkalım.” dedim. Kibritçi Kız da ayaklandı, annemin ayakkabılarından verdik, biraz büyük oldu ama hiç olmamasından iyidir diye düşündük hepimiz. Annemle Kibritçi Kız vedalaştıktan sonra çıktık ve gittik.
Yolda sohbet etmeye başladık. Kibritçi Kız teşekkür ve rica faslından çok sonra “Neden kimse kibrit almıyor?” dedi. “Şimdi çeşit çeşit çakmaklar çıktı, bir kez alıyorlar, beş ay gazı bitmiyor.” gibi bir savunma yaptım. Ben bu sohbet muhabbet işlerini de çok beceremiyorum galiba. “Muhasebeci ne demek oluyor? Sen ne satıyorsun?” diye o can alıcı soruyu sordu. Muhasebe dersi verecek değilim, sadece “İşsizim, yeni iş arıyorum.” demekle yetindim. Daha sonra aklıma, lisedeyken bir sınavı geçebilmek için iki üç avuç okunmuş şeker ve pirinç yemekten zehirlenen Melike geldi. Önce kendi kendime güldüm sonra aklıma, birden iş fikri geldi. Hemen Kibritçi Kız’a döndüm ve fikrimi ona dökmeye başladım. “Hani bazı bakliyatlara falan dua okuyorlar ya, öyle yapıp okunmuş bakliyat mı satsak?” dedim ve “Ben dua okumayı bilmiyorum ki.” dedi. Haklıydı, cidden haklıydı ve işin garibi ben de bilmiyordum dua okumayı. Kısa bir susku oldu ve öyle boş boş yürüdük. Bu boşlukta fikrimi geliştiriyordum. Ki bu bakliyatlara dua okuyup okumadığımızı kim nereden bilecek? Öyle değil mi? Şey yaparız, bunlar sınav için, bunlar kısmet için, bunlar şu, bunlar o için diye sınıflara ayırır, satarız. Fikrim bana çok mantıklı geldi. Hemen, güneşin güzelliğine güzellik kattığı Kibritçi Kız’a döndüm ve “Dua bilmiyorsak şiir okuruz. Olmaz mı?” dedim. Gülümser gibi oldu ama gülümsemedi. Boynunu öne eğdi, bir boşluğa düşmüş gibi oldum. “Gülümse” dedim, “Saklama o gülüşünü.”. Gözlerimin elifine bakarak gülümsedi. Gözlerimin içinden çıkan güvercinleri görmeliydiniz.
Bakliyatları almış, Galata Kulesi’nin dibine gelmiştik. Bir tarlaya insan ekmişler gibi kalabalık olduğu için burası bizim iş için yeğdir. Hemen, bir tahta parçasının üzerine birer avuç bakliyat koyduk ve satmaya başladık. Küçük Prens kıyafetli birisi geldi. Korkarım ilk müşterim Küçük Prens olacak. Şaşkınlıktan “Küçük Prens?” diyebildim sadece. “He, yok abi. Yakışmış mı? Kostüm bu abi. Ben tiyatrocuyum da, şimdi sınava gireceğim, o yüzden alıyorum. Yahu beni tanımadın mı?” dediğinde tanımıştım. Ben ne zaman size bir şey anlatsam iki kişi geçiyordu ya öykünün içinden, birisi uzun boylu, diğeri kısa boylu, işte bu o kısa boylu olandı. “Şimdi tanıdım, demek tiyatrocusun he?” Bu tiyatroları da iyice çocuk parkına çevirdiler, şunun haline bak, diye geçirdim içimden, “Senin ekürin nerede?” dedim ama dediğimle kaldım. Cevap vermeden uzaklaştı ve gitti. Bu çocuğu sevmiyorum da uzun olan iyi çocuk. Tefrika öykülerin tekli sayı bölümlerinde öykü saçma sapan yerlere gider ama çiftli sayılara gelince öyküyü çok seversin ya, o uzun boylu çocuğu çiftli sayılardaki öyküler gibi seviyorum işte. İnsana huzur veriyor. Ayrıca tefrika maçı diye bir şey olsa kesinlikle çiftli sayıları yazan, ikişer gol atmış sayılmalı. Kibritçi Kız, “Aa, baksana kız fotoğraf çekiyor, fotoğraf çekinelim mi?” dedi. Yahu ben bu güzelliği nasıl kırarım. Zaten fotoğraf çeken kızı da tanıyorum. Bu, Külkedisi ile fotoğrafımızı çeken kız. Fotoğraf çekindik ve kıza biraz şiir okunmuş bakliyat verdik. O fotoğrafın fotoğrafını telefonumla çekip instagrama koydum.
Sonra bir şeyler oldu, civara göklerden renkli şekerler yağmaya başladı. “Galata Kulesi’nden bir peri düştü.” diye bağırmaya başladı herkes. Etraf karardı. Korkuyla Kibritçi Kız’a sarılmaya çalıştım ama Kibritçi Kız bir anda kayboldu.
Elimin acısıyla uyandım, terler içinde kalmış ve korkmuştum. Elimdeki kibrit sonuna kadar yanmış ve ardında külü ve kül kokusu kalmıştı. Neyse ki gördüklerim rüyaymış. Kendime geldikten sonra odamın camını açtım ve telefonumu elime aldım. İnstagramdan bildirimler gelmiş. Hemen baktım. Son attığım fotoğrafa, on altı beğeni ve dört yorum gelmiş. Tarihe baktım öyle, bugün doğum günümmüş, şimdi fark ettim. Neyse gideyim ve annemle barışayım. Yeni yaşıma odamda tek başıma girmek istemiyorum. En azından annemle kavga dövüş kurabiye falan yaparız.
Çok uzağız artık/dokunuşlar ayrılık.
#gülcemaldurdu
ALPASLAN AYAZ
ONUR I3I : ALP I3I
#TEFRİKAMAÇI
ÇİZİM: MELİKE GÜLER