AYLAK DERGİ

SÜPERMEN 7. BÖLÜM

SÜPERMEN ÇİZDİRİYOR

Turp günlerinden bi’ gün, sabah beş,
Dilimde bi’ şarkı nasılsa beleş,
Bendeniz Şekerler’in oğluyum, cebimde güneş!

Anneme hediye almak, hediye aramak aracılığıyla, içimden “aylakta movit movit” şarkısını söyleyerek, aylak aylak sokaklarda dolaşıyorum. En az hayatım kadar absürt bir cümleyle başlamak açıkçası beni de pek tatmin etmedi. Az ileride resim çizen, günümüze göre gayet spesifik bir herif dikkatimi çekiyor. Bu herif aynı zamanda yaptığı iş ile bende güzel bir hediye fikri de oluşturuyor. Anneme; kendi portresini hediye edersem onun için vefalı ve düşünceli bir Süpermen olabilirim. Annemin portresini çizdirdikten sonra pazarlık yapmam için önce bu herifi kafalamam gerekiyor. Bu amaçla hemen gidip yanına oturuyorum. “Selâmünaleyküm”, diyerek etkili bir esnaf girişi yapıyorum. Fakat “Merhaba” cevabıyla hedeflediğim etkiyi sağlayamıyorum. Memleketini öğrenirsem ortak bir nokta bulurum ümidiyle; “Nerelisin abi?” diye sorduktan sonra, “Hollanda” cevabını alıyorum ve her cevap alışımda pazarlıktan biraz daha uzaklaştığımı hissediyorum. Pazarlık evrensel değil mi? Sanatçı bir insanla nasıl ortak bir nokta bulurum? Kısacası ben bu adamı nasıl kafalarım?
“Abi kaç yıldır resim yapıyorsun?”
Resim çizerken aynı zamanda ara ara anlamsızca yüzüme bakarak sorularımı yanıtlıyor: “Beş yıldır!”
“Güzel Sanatlar mezunu musun abi?”
“Hayır, ben on iki yaşımda okulu bıraktım.”
Yüzümde pişkin bir ifadeyle ortamı yumuşatmak adına; “Abi madem okulu bırakmışsın git bir sanayiye ya da berbere çırak ol. Okulu bırakıp ressam olmak nedir ya?” demiş bulundum.
Sert ses tonuyla: “Okulu bırakınca direkt ressam olmadım. Daha sonra ressamlığa başladım. Gerçi ben kendimi hâlâ ressam olarak görmüyorum.”
“Ölünce gerçek bir ressam olursun abi.” 
“Ölü yatırım mıyım ben şimdi?”
“Estağfurullah…”
Bu herifi ilk gördüğüm andan beri merak ettiğim soruyu sordum. “Abi kafanı neden bezle sardın?”
“Kulağım kesik benim, görünmesin diye.”
“Hadi ya, iş kazası mı?”
“Hayır, kendim kestim.”
“Anladım abi. Benim de arkadaşımın öndeki bir dişi yok.”
“Yani?”
“Yok işte. Hani sen kulağım kesik dedin ya. Ben de bir şey söylemek için bunu dedim.”
“Dostum senin işin gücün yok mu?”
“Abi yanlış anlama da. Bu halin ne ya, sanatçı adamsın kendine biraz bak. Sanki sadece ekmek, kahve ve sigarayla besleniyor gibisin. Sen boya falan da yemiyorsun demi?”
Göz ucuyla kendini süzdükten sonra; “Öyle mi diyorsun? Çok mu kötü görünüyorum?”
“Tabii canım, biraz bak kendine… Ama tarz olarak da fena görünmüyorsun. Başını bezle sarmışsın, kızıl sakalsın, gayet buhranlı bir duruşun da var. Tam sanatçı kafası yani…”
Bir süre dalgın dalgın etrafı süzdükten sonra “Boş versene, kim için, ne için düzelteyim kendimi! Zaten düzgün olmak kavramı nedir ki? Ne olunca, nasıl olunca düzgün olursun? Bu tartışmaya açık bir mesele. Neyse, resimlerimi nasıl buluyorsun?”
Tamamdır, o da bana sordu. Demek ki; o da beni sevdi. Yani bana bir şeyler yapacak. Daha doğrusu indirecek. Fiyatı yani.
“Abi haddim değil belki ama senin resimlerinde yoğun boya tabakaları çok fazla. Böyle çok boya harcarsın. Haliyle resimlerinin maliyeti de fazla olur. Benden sana tavsiye boyayı az kullan.”
“Dostum nasıl buluyorsun, sence maliyeti kurtarır mı diye sormuyorum. Nasıl görünüyor, resimlerime bakınca ne hissediyorsun, ne anlıyorsun? Bunları soruyorum.”
“Abi açıkçası şu manzara resimlerine bakıyorum da, doğa gerçekte böyle değil. Biraz bir şeye benzesin yaptığın resim ya. Rastgele boyamış gibisin. Bunları satarak para kazanacaksın, biraz özen göster emeğinin karşılığını hak et!”
“Ben resimlerimde doğanın kendisini değil, ruhsal durumumu anlatıyorum. Doğayı olduğu gibi görmek istiyorsan git doğa fotoğrafları al. Bunlar benim hissettiklerim, psikolojim, yorumum!”
“Valla doğru dedin kızıl sakal.”
“Resimlerimin satmadığı gerçeğini değiştiremem. Ama insanlar zamanla resimlerimin, üzerinde kullanılan boyadan daha değerli olduğunu anlayacaklar.”
“Ama biliyorsun demi, bunu sen öldükten sonra anlayacaklar!”
“Biliyorum. Aslında resim yapmaya başladığım ilk zamanlar sözcüklere gerek kalmadan beni anlayacaklarını sandım.”
“Ölene kadar âşık olamazsın, birisi çıkar onu anlayamazsın, sen o tür oyunlara katlanamazsın, senin bir kalbin var.”
“Ne alakası var şimdi?”
“He… Şey abi, sen böyle güzel, afili bir cümle kurunca ben de boş kalmayayım, bir karşılık vereyim istedim de, ondan şey yaptım.”
“Laf olsun torba dolsun!”
“Gibi gibi.” Kısa bir sessizlikten sonra arayı açmamak, daha da samimi olmak adına sorularıma devam ettim. “Deli olmadan sanatçı olunmuyor demi abi?”
“Sana göre öyle mi?”
“Sen psikopat, deli ve manyak bir sanatçısın abi.”
“Eyvallah.”
“Abi, sen resim çizerek geçinebiliyor musun bari?”
“Eh işte günü kurtarıyoruz. Aslında borçlarım ve borçlularım olmasa daha rahat olacağım.”
“Alacaklılar çok mu sıkıştırıyor?”
“Çok.”
“Peki ne yapacaksın? Sadece resim çizerek hayatını idame edip, borçlarını ödeyebilecek misin?”
“Teo abimden para bekliyorum. Yurtdışında o şimdi. Göndersin, borçlarımı ödeyeceğim.”
Siyah, Mercedes S 350’den biri uzun, biri kısa iki takım elbiseli adam indiler ve ağır çekimde bize doğru geliyorlar.
Ressam abi elindeki fırçaları tuvalden çekti ve arabadan inen takım elbiseli insanlara bakarak: “Kötü insanlar da iyi insanlar gibi lafın üstüne mi gelir?” dedi.
İki takım elbiseli adam, ressam abinin tuvaline ellerini koydu, lafı fazla uzatmadan:
“Ya bugün paramızı verirsin ya da diğer kulağını da biz keseriz”dedi. Sanırım bu bir tehditti. Yok, sanmam, bu direkt tehditti. Eğer şimdi, bu kötü adam olma potansiyeline sahip insanlardan ressam abiyi kurtarırsam annem için yaptıracağım portre için benden ücret almayabilir. Bu fikri düşünerek, düşünmeden ayağa kalktım: “Ressam abinin borcunu ben ödeyeceğim. Benimle gelin” dedim. Belli ki akılsız başımın cezasını ayaklarım çekecekti. Cüzdanımdan annemin fotoğrafını çıkardım, bir kâğıda da evimizin adresini yazdım, ressam abiye verdim: “Abi sen bu fotoğraftaki kadını çizip kağıda yazdığım adrese gönderir misin?”,, Bu arada artık mekanını değiştir bu adamlar seni öldürür. Ama sakın bizim eve gelip bizim de başımızı belaya sokma.”
Ressam abi yine aynı anlamsızlığıyla yüzüme baktı: “Teşekkür ederim. Sana olan borcumu muhakkak ödeyeceğim.”
“Yapacağın resmi de hediye eder misin?”
“Tabii ki, lafı bile olmaz.”
“Ben de öyle düşünmüştüm abi, eyvallah. Bu arada senin adın ne abi?”
“Van Gogh”
“Hassiktir be abi…”
Kötü adamlara döndüm: “Gideceğimiz yer uzak değil, arabaya gerek yok. Beni takip edin.”
Ben yürüyorum, kötü adamlar da beni takip ediyor. Biraz zaman geçtikten sonra ayaklarımın cezasını çekme sırası gelmişti. Van Gogh artık tezgâhını toplayıp uzaklaşmıştır. Ben de kötü adamları, bu yaban şehrin hiç de şefkatli olmayan sokaklarında atlatacak ve kurtulacağım. Derin bir nefes aldıktan sonra kaçmaya başladım. Ben kaçtıkça kötü adamlar beni kovalıyor, peşimi bırakmayacaklara benziyorlardı. Seri hamleler yapıp sonunda izimi kaybettirdim. Bir zaman sonra üstümdeki araba hareket etmeden altından çıktım. Sağa sola baktım ve yoluma devam ettim. Artık adamları atlattım diye düşünmeyi çok isterdim. Fakat Allah kahretsin bu adamlar işlerini gerçekten çok iyi yapıyor. Demek ki mafya babaları masa başında, adamları da köşe başında iyilermiş…
“Yemek buldun ye, dayak buldun kaç” mottomuz bu sefer işe yaramadı.
Başkasının hayatında Süpermen olabiliyorsun ama kendi hayatının Süpermeni olamıyorsun.

Aldım ihmalden planlarımı.
Gezdim çıkmazda sokaklarımı.
Kadınlarca derya yüzdüm, saadet bulmadım!
Beyaz attan düştüm ne hükmüm kaldı, ne prensliğim.
#Rehber

ONUR DOĞAN

ONUR I4I : ALP I3I

#TEFRİKAMAÇI

ÇİZİM: SİNAN ASLAN

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.