AYLAK DERGİ

SÜPERMEN 8. BÖLÜM

SERSERİNİM

Güzel gözlerinin meyhanesinde

[Fikret Kızılok]

Fikret Kızılok ve Asuman için…

Annem akıllı telefon aldıktan sonra çok değişti, benim bile adını bilmediğim sosyal medya uygulamalarına üye olmuş, onlardan kendisine gırla arkadaş edinmiş, gitgide sosyalleşmişti. Bana yaptırdığı keki, pastayı, çöreği fotoğraflayıp oralarda paylaşıyordu. Annemin değişimi bununla sınırlı kalmadı, kedi ve köpeklerden çok korkmasına rağmen, muntazaman evimizin önüne gelen sarı kediyi beslemeye hatta daha da ileri gidip onlunla sohbet etmeye başlamıştı. Yahu bu zamana kadar benimle bile oturup dertleştiği, sohbet etmişliği yok. “Ekmek al, Ayşen teyzene şu börekten götür, yemek hazır, kalk evde oturacağına iş bul.” diye emirler yağdırır ya da ben bir suç işlediysem ağzına geleni sayıp milyon tane beddua eder. Belki de ben annemin bu bed lafları yüzünden iş bulamıyorum. 

Kedi o kadar alıştı ki, evimizin önüne geldikten sonra davudi sesle, sanki “Anne! Annecim ben geldim!” der gibi miyavlıyor ve kapının önüne serilip yemeğinin getirilmesini bekliyor. Artık annem ile bu kedinin arasındaki samimiyeti kıskanmaya başladım.

O gün yine sesi geliyordu. Anneme “Yine geldi senin yavrucuğun. Bak her yeri pire basacak ondan sonra bir de pirelerle uğraşacağız anne. Neyse, ver de canım kardeşime yemeğini ben götüreyim.” demiş, annem şaşırsa da elindeki tabağı vermişti. Yemek o kadar güzeldi ki bilmediğim, ilk defa gördüğüm mama çeşitleriyle spesiyal hazırlamış, mis gibi kokuyordu. İnanın benim bile canım çekmişti. Kedi, anne eli değmiş yemeğini yerken ben anlatıyordum; “Beni iyi dinle kedi kardeş, seni bir daha annemin yakınlarında görmeyeceğim. Bak benim üst mahalleden köpek arkadaşlarım var bir ıslığıma bakar haberin olsun. Daha gençsin, harcatma kendini. Ha! Benim kedi tanıdıklarım da var istersen onlara da anlatayım durumu. Buraya gelip anneme iki sevimli görünüyorsun falan, ben yemem o numaraları. Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Süpermen’im lan ben, SÜPERMEEEENNN!” 

Tanışmamız her ne kadar şiddet ve kıskançlık ile dolu olsa da şu an bizim samimiyetimizi annem kıskanır olmuştu. Çünkü artık, yemeğini ben hazırlıyor ve daha gelmeden aşağıya inip onu bekliyordum. Adını dahi koymuştum, Asuman. Mahalledeki çocuklar halimi görünce bu iyice delirdi diye düşünüyor, düşünmekle kalmayıp dile getiriyorlardı. Aralarında fiskos fiskos konuşup, gülüşüyorlardı. Artık hiçbiri umurum değil, biz Asuman ile dertleşiyor, sohbet ediyor ve şakalaşıyorduk. Ona Külkedisi’nden, Kibritçi Kız’dan, Gezegen Tamircisi’nden hatta Evzey’in Galata Kulesi’nden atlayıp intihar ettiğinden… Yaşadığım acımasız olayları ve tüm hayatımı hülasa anlatmıştım, o da kendince yorumlayıp öğütler veriyordu. Bir dakika, nasıl ya? Bu kedi gerçekten konuşuyor. Bu nasıl olur? Yahu ben yine saçma sapan bir masalın içine mi düştüm, ne yaptım? 

Asuman’a her seferinde daha lezzetli yemekler sunmamıza rağmen kaybolmuş, bir zamandır da gelmiyordu. Sokakları teker teker arşınlayıp kedi aradığımı gören mahalleli anneme gelip beni bir doktorun görmesi gerektiğine ikna etmeye çalışıyorlarmış. Annem beni karşısına alıp ne yapmaya çalıştığımı sorduğu zaman çok şaşırmıştım. İlk defa benim derdimi sormuştu. Benim neyim vardı? Sonuçta bir kediydi. Hayır, anne o amiyane bir kedi değil. Tarkan için kurt ne ise benim için yani Süpermen için de Asuman oydu. Farkına henüz varamadığım şey de kendim için “Süpermen” demenin saçmalığıydı. 

Haftalarca odama kapanmıştım yine. Bu kez depresyona hayatımdan çıkan bir masal kahramanı için girmemiştim. Sırdaşım, arkadaşım, koruyucu meleğim için girmiştim. Asuman için. Yemek saatlerini bildiğimden hep o saatlerde çıkıp evin etrafında, sokaklarda onu arıyor, bulamayınca hüzünle eve dönüyordum. Gitgide meyus bir tip oldum.

Ayın ve güneşin aynı anda gökyüzünde olduğu vakit o davudi sesi odamın içine girdi. Sevinç çığlıkları atarak koştum. Annem ne düşündü hiç bilmiyorum. Hemen Asuman’a sarılıp baba cümlelerini kurmaya “Neredeydin bu zamana kadar?” ile başlıyordum ki sözümü kesti, “Fazla vaktimiz yok; beni takip et, yolda anlatacağım.” dedi. Bir yandan nereye gittiğimizi bilmediğim halde yola koyulmuştuk, bir yandan da o bunca zaman nerede olduğunu ve ne yaptığını anlatmaya başlamıştı. “Şimdi bir saraya gideceğiz. Orada kral bizi bekliyor. Ben her gün değerli bir hediye bulup senin adına krala verdim. Kral, “Süpermen bu hediyeleri neden gönderiyor, bana Süpermen’i anlat bakalım?” dediğinde seni baya övdüm. “Süpermen çok zengin, alçakgönüllü, vakar, müşfik, mahirane…” diye baya saydım, sonra “Hatta daha önce dünyayı kurtarmışlığı bile var.” diye devam eden uzunca bir güzelleme yaptım. Kral seni çok merak etti ve kızının durumunu anlattı. Kızını bu durumdan senin kurtarabileceğini düşünüyor. O yüzden şimdi oraya gidiyoruz. O kadar şaşkın ve çaresizdim ki, neye şaşıracağımı bile şaşırdım. Asuman’a dönüp “Yahu Asuman, bu kadar övdün ettin de bu söylediklerine sen inandın mı? Neymiş kızının durumu, ne yapacağız? Yahu ben Keloğlan mıyım? Süpermen’im be! Süpermen!” dediğimde nereye kadar yürüdüğümüzü anlamamıştım. Asuman; “Korkma be bu kadar, bana hava atarken iyiydi. Yok, dünyayı kurtardım. Şunu yaptım, bunu yaptım… Kızı uyuyormuş, uyandıracaksın. Onu da beceremiyor musun?” dedi ve benim sormama fırsat vermeden kendi cevapladı. “Kızı doğduğunda Karaperi diye bir peri buna, yirmi beşinci yaş gününde bir iğneye dokunursa ölecek, diye büyü yapmış. O sırada İlayperi de bu büyüyü hafifletecek, ‘ölmesin, uyusun ve bir aşk öpücüğüyle uyansın’ diye bir büyü yapmış.” O böyle gevelemeye devam ederken araya girdim. “Asuman senden nefret etmeye başladım. Ben kimseyi öpemem, giderim efendi gibi dürterim, uyanırsa uyanır. Ha, illa ki öpülecekse sen öpersin.” dediğimde bir şatonun dibindeydik, biz buraya yürüyerek nasıl geldik hiç bilmiyorum. İçeriye girdik ve bizi kralın huzuruna çıkardılar. Kral durumu bana tekrar anlattı. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Kralın son cümlesi “…duydum dünyayı kurtarmışsın. Ee! Dünyayı kurtaran bir Süpermen kızımı da bu durumdan kurtarır diye düşündüm.” Hay kibritini ben tutayım, ne diyeceğim şimdi? Bir de prensesi uyandıramazsam al başına bela! Bu adam kellemi vurur. Ben anneme ne diyeceğim ya? Of! Krala döndüm ve “Şimdi sayın kral bey, öyle dünya kurtarma falan yok. Ben onu beceremem. Ama benim manevi ablam var, Gamze abla. Kurtarılacak bir dünya varsa onun saniyesine bakar. Arayayım da gelsin mi?” desem de kral bunları şaka olarak algılamış ve gülmeye başlamıştı. Kral iki adamını çağırdı ve prensesin odasına götürülmemizi söyledi. Bunların birisi uzun boylu, diğeri ise kısa boylu. Bu ikiliyi tanıyorum. Hani size ne zaman bir şey anlatsam öykümün içinden geçen iki adam var ya bunlar onlardı, burada da beni bulmuşlardı. Uzun boylu olana döndüm, “Eğer tefrika maçı diye bir şey olsa kesinlikle rakibin bu Edi olmasın. Her seferinde bu öyküyü saçma sapan bir yere çeker, sen onu toplamaya çalışırsın. Bir de çok takılma bununla, tipe bak megaloman.” dedim. Uyuyan Güzel’in yani prensesin yani Günışığı’nın odasına çoktan gelmiştik. 

İçeriye Asuman ile birlikte girdik.

Öylesine frapan kız görmedim. Donup kalmıştım. Asuman gelip dürtmese belki de saatlerce bu güzelliği seyredebilirdim. Kalbim çok güzel çarpıyor. Prensesler gibi uyuyor deyimini duymuş muydunuz? Ben onu yaşıyorum şu anda. Eğer gerçekten uyandırmayı başarabilirsem saniye düşünmeden evlenme teklifi edeceğim Günışığı’na. Önce dürttüm, sarstım. Yani annem beni nasıl uyandırıyorsa ben de öyle uyandırmaya çalıştım. “Şişt! Uyansana kız. Kalk hadi yerine yat üşüteceksin. Bak arkadaşın geldi kapıda seni bekliyor, parka gidelim diyor.” Daha çok sarsmaya başlamıştım. “Yahu uyansana! Ciddi düşünüyorum, evleneceğiz seninle, daha tonla işimiz var.” Yok, ne yaptıysam olmadı. Uyanmıyor. Zaman geçti, çaresiz bekliyorken aklıma mükemmel bir fikir geldi. Heyecanla odadan çıktım ve bir kovaya su doldurup geldim. Asuman elimdeki suyu görünce “Çok iyi fikir, kimsenin aklına gelmez. Helal olsun. Ulan günlerce övdüğüm adamın zekâsına bak. Ben de dâhiyane bir fikir buldu da geldi sandım.” diye kalaylamaya devam ediyordu ki ben bir kova suyu fırlattım prensesin suratına. Uyanmadı. Asuman’a döndüm ve “Bu kadar aptal olma, bir öpücük be. Öp şunu uyansın. Karnım acıktı hadi.” diyordu. Günışığı’na doğru yaklaştım, yanağından öptüm. Bir an hareket etti. Yani o kadar su döktük, bir öpücükle mi uyanacak? Bir kez daha öptüm, bir kez daha, bir kez daha… Son dakika, hastasını elektroşok ile hayata döndürmeye çalışan doktor hırsı ile öptüm. Sonunda uyandı. 

O neden bu kadar ıslandığını anlamaya çalışırken, ben gök rengi gözlerinin ferinde kendimi kaybetmiştim. İnanın sath-ı arzda böylesine debdebe görülmemiştir. Ben artık bu yaşadıklarımın hayal mi, gerçek mi, rüya mı olduğunu tefrik edemiyorum. Benim bu esatirden kurtulmam gerekiyor.

Herkes odaya gelmeye başlamıştı. Bu anı ölümsüzleştirmemiz gerekiyor. Anneme anlatsam hayatta inanmaz ve hastaneye kapatırdı. Zaten fırsatını bekliyor. Bir kıza telefonumu verdim ve fotoğrafımızı çekmesini istedim. Hayda! Ee, ben bu kızı da tanıyorum. Galata Kulesi’nde fotoğrafçılık yapan kız bu. Selamlaştık, sohbet ettik. Ek iş olarak masal dünyasına gelip burada çalışıyormuş. İstanbul’da öğrenci olmak da, iş bulmak da ne kadar zorsa, kız masal dünyasında kendisine iş bulmuş. 

Tüm saygımla reverans ve bir çöküşle evlenme teklifi edecektim ki Asuman birden koşmaya başladı. Nereye gittiğini bilmeden ben de peşinden koşmaya başladım. En azından durup bir konuşmamız gerekiyor. Bu kedi milleti hep mi böyle olur? Ne kadar koştuğumuzu bilmiyorum. Kalbimi ağzımda hissediyorum, böyle koşmak olmaz. Kızı da sarayda bıraktık, ayıp oldu. 

Beyaz bir ışığın içinden atladı Asuman. Ben de peşinden atladım ve Asuman bana dönüp birkaç kez uzun uzun minavladı. “Güzelim, miyavlama nereden çıktı şimdi? Az önce şakır şakır konuşuyordun miyav nerden çıktı? Nereye geldik? Söylesene kızım!” Etrafıma baktığımda insanlar banklara oturmuş piknik yapıyordu. Kafamı kaldırdım büyük bir yazıyla “Küçükçekmece Millet Bahçesi” yazıyordu. Bu evrenler arası yolculuk beni çok yoruyor. Daha yakın bir yer yok muydu Asuman? Çıkacağız masal dünyasından madem, eve yakın bir ormandan çıkalım. Gerçi sen de haklısın, orman mı kaldı? Buna da şükür! Eve nasıl gideceğiz peki? Buradan avcılara toplu taşıma bile yok!

Uyuyan güzel ile olan ya da olacak hikâyem yarım mı kaldı? Biliyorsunuz, biz kaybetmişlerin hikâyeleri hep yarım kalır. Ama korkmayız, yakamızda çiçek olsa da sol yanımızda hep kavga vardır.

Evvel zaman içindeymiş.

Dünya âlem dışındaymışız.

#fikretkızılok #serserinim.

ALPASLAN AYAZ

ONUR I4I : ALP I4I

#TEFRİKAMAÇI

ÇİZİM: MELİKE GÜLER

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.