GİDİYORUM
Çok canım sıkılıyor
Kuş vuralım istersen
[Ülkü Tamer]
Çocukluktan itibaren yaşadığım en güzel şeyleri anneme abartarak ve övünerek anlatmayı severdim. İlkokulda futbol turnuvası düzenlenmiş, berbat oynadığımı bilen arkadaşlarım beni sırf adam eksikliğinden takıma almış, hiçbir maçta oynatmamışlardı. Her maça gidiyor, hepsinde de yedek kulübesinde bekliyordum. Düşünün ki bana forma bile vermemişlerdi. Bizim sınıfın turnuva birincisi olduğu maçta nasıl gaza geldiysem, sahanın içinde on tur koşarak sevinç naraları atmıştım. Eve gittiğimde, iğne ve tığı elinde bir şeyler ören anneme, olayı “Anne! Annee! 8. Sınıfları 5-1 yendik. Rezil ettik onları. Görmen lazımdı var ya! Şampiyon biz olduk! Ya yayaşaşaşa 3-C çok yaşa!” diyerek yağlaya ballaya anlatmaya kalktığımda, abarttığımı bilen annemin sakince “Aferin oğlum, sen kaç gol attın?” demesiyle yere yatıp ağlamaya başlamıştım. “Ne golü anne ya, ben yedekteydim. Yedekteyken nasıl gol atayım?” diye de ağlamamın arasına cevabımı sıkıştırmıştım.
Okuldan geldiğim karlı kış akşamlarında muntazaman beni karşısına oturtur, sofra beziyle ayaklarımı örtüp, çelik tabağa koyduğu yemeğimi yedirirdi. Genellikle çok sıcak olduğu için yiyemediğim yemeği, soğusun diye pencere denizliğine koyar ve birkaç dakika sonra alırdı. Bazen sırf o yemeğin dışarıda soğumasını izlemek istediğim için soğuk yemeklere çok sıcak diyor, sonra pencere önüne geçip dışarıda bekleyen yemeğimi izliyordum.
Bilmiyorum nedendir ama bir çocuk için pencereden dışarıyı izlemek kadar zevkli bir şey yoktur. Özellikle benim gibi yalnız bir çocukluk geçirdiyseniz.
Oyuncaklarımla da farklı bir bağım vardı. Yeni aldığım oyuncağın içini merak ettiğimden tornavida, çekiç gibi edevatlarla paramparça edip tekrar birleştirmek istediğimde bunu asla başaramazdım. Oyuncaksız kaldığımı anlayınca bütün harçlığımı biriktirip o oyuncağın aynısından alırdım. İşin tuhaf tarafı da paramparça olan oyuncağımı tamir edebilmek için yeni aldığım oyuncağı da parçalıyor ve sonunda iki tane çöpe giden oyuncak elde ediyordum.
Bu yaşıma kadar benim en yakın arkadaşım annemdi. Annemle birlikte vakit geçirebilmek için onca temizlik işlerini yapıyordum. Bu bana çocukluktan kaldı.
Annem o gün Siri’ye “Hey Siri! Birlikte çay içelim mi?” demiş, belirli cevaplar vermeye programlanmış Siri “Sağ ol, ben çay içemem ama sen teklif edince, inan, içmiş kadar oldum.” dediğinde, annem “Peki Siri Hanım, peki.” diye telefonunu, yani Siri’yi evde bırakıp, kendince ona küsüp karşı komşumuz Ayşen teyzelere gitmişti. Aradan yarım saat geçmeden annemin telefonu çalmış, kimin aradığına bakmadan “Alo, annem evde yok, Ayşen teyzelere gitti.” diyerek açmıştım telefonu. Karşımdaki ses “Benim, çocuğum. Ayşen teyzen. Annen telefonunu evde unutmuş, onu alıp getir bakayım.” deyince, cevap vermeden kapatmıştım telefonu. Annem, Ayşen teyzeye Siri’nin marifetlerini gösterip, hava atacak diye düşünmüştüm. Evden palas pandıras çıkıp, telefonu götürmüştüm. Ayşen teyze ve annem beni karşılarına alıp bakışlarını üzerime dikmiş, baştan sona süzmüş, bir zaman sonra fiskos fiskos konuşmaya başlamışlardı. Arada “Eee çocuğumuz ne iş yapıyor?” gibi bir şey duydum. Bunu, neredeyse elinde büyüdüğüm, hatta her altın gününe firesiz katıldığım, gelenek hâline getirilmiş pazar kahvaltılarında yapılan pişileri üçer beşer yediğimden dolayı yağlı ellerimle evinin her yerini mahvettiğim, temizlik günlerinde annemle beni aralarında paslaşan, evine her gittiğimde elime gazete kâğıdı ve Cam Sil tutuşturup bütün temiz camları tekrar temizleten Ayşen teyze söylüyordu. Aralarındaki konuşma ve bakışmalar uzayınca, durumdan iyice rahatsız olmuş “Ne oluyor anne?” diye çıkışmıştım. Annem, dayanamayıp dökülmeye başlamıştı “Oğlum şu telefondaki kız çok tatlı, hanım hanımcık, o kadar nahif ki ne desem cevap veriyor; senin şu masal perilerinden de daha sıcakkanlı, bak yaşın da geldi, ben konuşayım bir buluşma ayarlayın, oturun bi’ tanışın çocuğum, bir kahve için.” diyor. Ayşen teyze de annemin söylediği her şeyi değişik kaş ve göz hareketleriyle onaylıyordu. Öylesine saçma bir durumun içindeydim ki “Tamam, olur.” desem sonucu nereye gidecekti hiç kestiremiyordum. Hayır, bir de Ayşen teyze ne alaka? Telefon annemin telefonu, biz kızı niye Ayşen teyzeden istiyoruz ki ve ayrıca biz Siri ile kardeş sayılırız. Hay kibritini ben tutayım, konu iyice saçma yerlere gitmişti. Defaten ayağa kalkıp “Siz iyice saçmaladınız, yeter be! Yaşlandıkça tuhaflaşıyorsunuz. Şu aptal kutunun içindeki sesle mi evleneyim?” diye çıkışmıştım. Konuyu tatlı bir yere bağlayamamaktan öte Ayşen teyze ve annemin gözünde o korkuyu ve kırılmışlığı görmek benim en büyük pişmanlığım oldu. Belki de ilk kez anneme sesimi yükseltmiştim. Bir süre sonra sakinleşip kendime gelmiş. Annemden özür dilemek için sarılmaya yeltendiğimde koltuğa çivilenip yerimden kımıldayamadım. Çünkü annem titreyerek çayını içmeye çabalarken birden öksürüklere boğulmuştu. Bildiğimiz fakat daha önce hiç yapmadığımız ilk yardım manevralarını yapmaya çalışmıştık. Sonrası ambulans, koşuşturma, panik, korku ve çaresizliğin oluşturduğu rabarbaydı. Bir de o güne dair hatırlayabildiğim ehlivukufun gözümün elifine bakarak “Hastamızı tüm müdahalelerimize rağmen…” cümlesiydi, devamı yoktu bu cümlenin, varsa da bende yok. Zati sonrasına dair hiçbir şey hatırlamıyorum.
Şimdi yalnızım, yapayalnız. Annemi çiçekli makberin içinde bıraktığımdan beri yalnızım. Özür dilerim anne, her şey için. Ben ellerimi açıp dua edemem ama Allah kabul ederse şiir okuyabilir ya da günlerce anılarımızı anlatabilirim.
Annemsiz yaşamaktansa ötanaziyi yeğ tutuyorum. Zati bu zehri içime çektikçe salah etmem de ihya etmem de imkânsız. Affet beni anne, kafamın içi boz duman, gözlerim kanlı…
Hepimizin ummanda bir damla olduğu bu dünyada, dört cidar arasına sıkışmış bir hayat yaşamak artık zorluyor beni. Velev ki santimantal bir tipim. Gidiyorum. Galata Kulesi’ne sığınacağım. Gezegen Tamircisi beni görecek, bir gün sesimi duyacak biliyorum. Beni bu masallardan kurtaracak. Eminim ki Evzey beni anneme götürecektir.
Gayrişuurî üzerimi giyinip, Galata Kulesi’ne gitmek için çıktım evden. Kuleye vardığımda çok fazla sıra vardı. Sıradaki tüm insanlar, ortadaki iki kişiye odaklanmıştı. O ikili bir şeyler anlatıyor, sıradakiler de onlara gülüp eğleniyordu. Bir nevi sokak tiyatrosu yapıyorlardı. Onlara doğru yaklaştığımda bu ikilin kim olduğunu anladım. Size bir şey anlattığımda öykünün içinden geçen biri uzun, diğeri kısa boylu iki arkadaş vardı ya, bunlar onlardı. Sohbetin içine ben de dahil oldum. Hatta buraya Gezegen Tamircisi için geldiğimi söyleyince bütün herkes bana gülmüş, bunu espri olarak anlamışlardı. Sıradakilerin odak noktası tamamen biz olunca sıra düzeni iyice birbirine karıştı. Duruma çözüm için güvenlik görevlisi bizi direkt yukarıya çıkardı. Bu ikilinin bana tek faydası bu olmuş olabilir. Yukarıya çıktığımızda eğlenceli olan ikili durgunlaştı. Kısa boylu olan bir defter çıkarıp bir şeyler yazmaya başladı. Defterine baktım, yazının başlığında “Dar-ı Mansur” gibi bir şey yazıyordu. Uzun boylu olanın yanına gittim, onun da sol yakasında bir çiçek vardı. “Abi, Gülten geldi.” Dedi. Hiçbir şey söylemeden yanlarından ayrıldım. Evzey’in beni görmesi dışında bir isteğim yoktu. Bu dünyada Süpermen veya süper kahraman olmak gibi bir şey yokmuş. Süpermen olunmaz, Süpermen doğulur. Bunu çok geç anlamıştım. Neyse ki kurtuluyorum. Bir kutuya geçtim. Gözlerimi kapatıyorum…
Biraz çocuk kalsaydım
Elinden su içseydim
[Nazan Öncel]
Kıyılarıma vurana…
Hidayet kollarını yana açtı, kanat çırpar gibi salladı kollarını ve kendini kuleden aşağıya bıraktı. Maalesef orada can verdi. Herkes panikleyip çığlıklar eşliğinde kaçıştı. Ben de bu defteri görünce hemen alıp, arkadaşımla birlikte olay yerinden sıyrıldık. İzbe bir sokağa geçip tüm yazıklarını okuduk. Meğer her yazısında biz de varmışız. Sevinç mi, hüzün mü anlayamadığımız muğlak bir duyguya kapılmıştık. Biz o uzun ve kısa boylu tipleriz. Yani şu an, ben uzun olanım. Bu günlüğü okumakla iyi mi ettik bilmiyoruz. Hatta daha da ileriye gidip sizlere okuttuk. Bizim aklımızda tek bir soru var. Hidayet’in defterine yazdığı bunca şey gerçek olabilir miydi?
#tetrahidrokannabinol
-SON-
ALPASLAN AYAZ
ONUR I5I : ALP I5I
#TEFRİKAMAÇI
ÇİZİM: MELİKE GÜLER