KÜÇÜK SAHNE
Küçük Sahne,İstiklal Caddesi 131 numaradaki Atlas Pasajı’nın birinci katında yer alan,adı gibi küçük bir tiyatrodur. Şayet bugün görmek isterseniz,kapı dışındaki mermer tabela dışında Küçük Sahne’ye dair hiçbir iz bulamazsınız.2018 yılında kapatılan ve ‘Sinema müzesi’ ya da benzeri bir mekân haline getirileceği söylenen ( aslında ne yapılacağı tam olarak belli olmayan ) bu çok özel sahneye yaklaşık 1 yıldır çivi dahi çakılmadığını yakından görüyor ve takip ediyoruz.
Bu vb. durumlarda idarecilerin asırlık refleksleri genellikle şu şekilde işlemektedir: ‘Önce ilgili alanı tadilat gerekçesi ile kapat,mekânı unuttur ve bir zaman sonra bambaşka bir alanda faaliyete sokarak buradan rant devşir’ Örnek mi? ‘Tadilat’ denilerek otele dönüştürülen Eminönü’ndeki Tarihi Arnavut Han ve Sultanahmet’te bulunan Başbakanlık Osmanlı Arşivleri binalarını saysak yeterli olur sanırım.Bunların yanı sıra kaderleri hâlâ belli olmayan Taksim ve Muammer Karaca sahnelerini de hatırlamakta fayda var.Elbette rant,sadece doğrudan maddi bir rant olmuyor. Asırlık kimliği ( özellikle son 25 yılda ) hızla değiştirilen Beyoğlu’na bakarsanız dipten gelen yeni nesil ‘yeşil sermaye’nin tüm ülkede oluşturmak istediği tüketici kitlesini de kestirebilirsiniz.Eğlence yerlerinin böylesine hızla kepenk kapatmaları,halkın geniş kitleler halinde bir arada olmamaları için tarihi meydanların ortadan kaldırılması tesadüf olmasa gerek. Buna bağlı olarak muhalif tiyatroların gösterilerinin de merkezin baskısıyla yerel idareciler tarafından yasaklandığını da göz önünde bulundurmak gerekiyor.Bütün bunlar bize Küçük Sahne gibi sembol bir tiyatro sahnesinin aslında ne çok şeyi temsil ettiğini söylüyor.Özel tiyatroların en büyük avantajı,eserlerini sahneye koyarken daha özgür ve daha bağımsız davranmalarıdır.Bir milletin özgür ve bağımsız olup olmadığını da hiç kuşkusuz tiyatrolarına bakarak görmek mümkündür. Bakın Alman Başbakanı Adenauer bundan 50 yıl kadar önce ne demiş:
‘Alman mucizesi dedikleri şeyi size açıklamak isterim.Almaya’yı büyük yapan mucizenin tiyatro olduğunu söylersem şaşırmayınız.Tiyatroda bir piyesin oynatılması ‘emir’ veya ‘yasak’ edilemez.Böylesi bizim fikir hürriyeti anlayışımıza tamamen zıttır.Tiyatronun zamanımızdaki vazifesi,günlük hayat mücadelesinde yorgun düşüp,maneviyatları bozulan insanlara yeniden yaşama isteği vermek veya bunun aksine rahat hayat şartları içinde uyuşmuş olanları sarsıp uyandırmaktır”
Cemal Reşit Rey’in Küçük Sahne Dergisi’ne alınan yazısı
Tiyatro,müzik ve bunları topluca içine alan kültür meselelerine hususi bir dikkat sarf eder.Milletimizin her ferdinin bugünkü hayat şartları içinde iktisadi sahada yapmak zorunda kaldığı mücadeleden,fikri münakaşasına hemen hemen hiç zaman ayırmadığını çok iyi biliyoruz.Ancak bu görüş bizi hiçbir vakit günlük,maddi ihtiyaçlar karşısında yenilip,fikri ve manevi meseleleri ihmale götürmelidir.İnsan topluluğunu ahlak bakımından en çok sarsıntıya uğratan iktisadi buhranlardır. İşte bilhassa böyle zamanlarda,fikre ve dolayısı ile fikri en kudretli şekilde ifade eden tiyatroya büyük önem ve yer vermektedir’[1]
Bugün Almanya’nın bazı köylerinde dahi 200 yaşında tiyatrolar varken İstanbul gibi kadim bir şehrin göbeğinde şöyle ağız tadıyla asırlık iki tiyatro sayamayışımız ne acıdır.Şayet elimize bir pergel alıp Küçük Sahne’den Sıraselviler’e kadar bir çember çizersek,oluşacak ada içinde;İstanbul,Genar,Arena,Devekuşu Kabare,Ulvi Uraz,Ayfer Feray-Nisa Serezli tiyatroları gibi Özel Tiyatrolar tarihimize damga vurmuş sahneleri görürüz.Bugün bu tiyatroların kendileri şöyle dursun yerlerini dahi bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez.Ülkemiz için ne acınası bir durumdur bu.
Küçük sahnenin kurucularından Muhsin Ertuğrul,bu güzel tiyatroyu 1800’lü yılların sonlarında Avrupa’da son derece gözde yerler haline gelen küçük tiyatroların bizdeki bir örneği olarak niteler.Her ne kadar içerik olarak farklı olsa da,Küçük Sahne bu açıdan kabare tiyatrolarının o küçük ve sıcak mekanlarına benzer. Temel gayelerden biri de,seyirci ile oyuncular arasındaki engellerin olabildiğince kaldırılması ve seyirciyi de oyunun bir parçası haline getirebilmektir.Ünlü romancılarımızdan Reşat Nuri Güntekin,1950’lerin başındaki Küçük Sahne’yi şöyle anlatıyor:
“Muhsin Ertuğrul ile baş başa hayalindeki ‘Küçük Tiyatro’ yu konuşuyoruz. Beyoğlu’nda ancak yüz elli,iki yüz kişi alacak bir güvercinlik…Salonla sahne,seyirci ile artis âdeta birbirine karışmış,diz dize,bir ocak başı sohbeti…”[2]
Beyoğlu’nun ruhunu ve özel tiyatrolar tarihimizi şekillendiren en önemli sahnelerden olan Küçük Sahne;Haldun Dormen,Münir Özkul,Sadri Alışık,Yıldız Kenter,Lale Oraloğlu,Nisa Serezli,Ayfer Feray ve Gülriz Sururi gibi önemli isimler için de Özel Tiyatrolar Tarihimizin kurucu bellek mekânlarındandır.Sadri Alışık’ın Cesar Romero’ya benzetilip “Cesar Sadri” olarak anıldığı ve Münir Özkul’un Muammer Karaca tarafından İstanbul’un en komik aktörü olarak takdim edildiği yıllardır Küçük Sahne’nin ilk yılları.
Elbette sadece bir tiyatro değil Küçük Sahne.Muhsin Ertuğrul ve arkadaşları tarafından Küçüklüğüne rağmen büyük bir kültür merkezi olarak düşünülmüş.Öyle ki burada edebiyat ve folklor matineleri,genç sanatçıları tanıtmak için ayrılan özel saatler,yerli ve yabancı varyete gruplarına özel günler ve hatta konferanslar ve sinema gösterimleri dahi düzenleniyormuş.
Dormen Tiyatrosu burada kuruldu,bugün isimleri altın harflerle tiyatro tarihine kazınan pek çok isim bu sahnede profesyonel oldular. Bugüne kadar hep ferdi gayretlerle bir yerlere getirilmeye çalışıldı Türk tiyatrosu. En duyarlı,en “aydın” kişiler bile iktidar sıralarında biraz zaman geçirince unutuverdiler insanın ve sanatın,bir ülkenin aydınlanmasındaki en güçlü atar damar olduğunu. Oysa ne demişti Küçük Sahne’yi kuran Muhsin Ertuğrul: ‘Yarın kıyamet kopacağını bilsem,bugün bir tiyatro daha açarım.’ Yılgınlık,bezginlik,ümitsizlik en çok da bir ülkenin sanatçılarının ve aydınlarının üzerinde çirkin duruyor.
İdareciler,bu yaptıklarıyla aslında kendi kuyularını kazıyorlar. Zira insana yatırımın ıskalandığı;tiyatronun,eleştirel düşüncenin,mizahın,sevginin olmadığı bir ülkede yapılan tüm yapılar birer hapishaneden ibarettirler. Beyoğlu nereye gitti? Güldüğümüz,düşündüğümüz günlere gitti
Anadolu’nun bazı bölgelerine bugün dahi tiyatro gidemiyor. Elli-altmış yıl önce olduğu gibi halk,bazı yerel idareciler tarafından olumsuz bir şekilde koşullandırılmışlar. Gericilik nedir? İşte budur. Bu çağda bile hâlâ kadının tiyatro sahnesinde olması ayıplanıyor,sorgulanıyor.
Ne yaparsak yapalım,yine en başa,o ilk hataya dönmek zorunda kalacağız. Şehzadebaşı’na giren dozerlerin,Ferah Sineması’nın tepesine inen balyozların karşılığını milletçe göreceğiz.Sevinçsiz,türküsüz,belleksiz ve tek renge mecbur bırakılmış bir memleketin ağrısıdır bu. Küçük Sahne kapanmasın,Türk Tiyatrosu’na ihanet edilmesin.
[1] Türk Tiyatrosu Dergisi S.3-4 Muhsin Ertuğrul “Tek Çıkar Yolumuz” Şubat 1964
[2] Küçük Sahne Dergisi