Baharımızı sonbahar gibi yaşadıktan sonra çektiklerimizi unutacağımızı sandığımız, büyük beklentilerle girdiğimiz yazımızı da kışa çevirdi hayat. Yeni normallerimiz, anormal olmuş her şeyi normalleştirdiğimiz garip bir yıl sürüp giderken Eylül her şeye rağmen umutla dolduruyor içimi. Sarılmanın, dokunmanın, birinin yüzünü avuçlarımıza alıp konuşmanın nasıl da mühim olduğunu bu kadar net anlamışken Eylül, korunaklı evimiz gibi içine alacak bizi. Birbirimize değil belki ama Eylül’ün ılık ılık esen rüzgârına sarılacağız, kol kola değil belki ama yan yana yeşilden sarıya dönen yaprakların üzerinde yürüyeceğiz, mesafemizi korumadan buluşacağız artık tenimizi yakmayan güneşle. Kalabalıklarda kaybolmak yerine yalnızlığımızla barışıp kendimizi bulacağız işte. Bu Eylül çok başka olacak. Kendimize buğusunda hayaller kurduğumuz bir fincan kahve yaptığımızda, her yudumda aklımızdan geçen her şeye yetişme telaşını dingin bir günbatımına emanet edeceğiz. Günü kurtarmak başka bir anlam ifade ediyor artık. Günü kendimizden kurtarmayı öğreniyoruz. Sıkış tepiş hayatlarımız, içimizi sıkan o bulanık, o hızlı, o yetişemediğimiz hayatlarımız birden bire nasıl alt üst olabilirmiş artık fark ediyoruz. İçimizde nasıl da dağ gibi bir çöplük biriktirmişiz, görüyoruz. Hırslarımızla, zaaflarımızla, sorun sandıklarımızla, sığlıklarımızla yüzleşmeyi seçiyoruz. Aslında herkes nasıl da aynıymış… Dünya yıkılsa birbirinden habersiz olacak iki insanın aynı sonla nasıl da bu hayattan çekip gittiğini dehşetle izliyor, duyuyor, görüyoruz. İzin ver Eylül bütün ihtişamıyla gelsin, ruhunu gün sarısına, kalbini özlem kırmızısına, aklını bir akarsu berraklığına boyasın. Eylül mahirdir konu ruh olunca. Mağrur, vakur ve iyileştiricidir. İzin ver iyi etsin, iyi gelsin, hoş gelsin… Bizi bize geri versin. Ah Eylül sarı bavulunu aç, gökkuşağını çıkar, bir de şiir al yanına bizi kucakla. 🍂