AYLAK DERGİ

İSMAİL DÜMBÜLLÜ

“SAHNEDEN BENİ ANCAK ÖLÜM AYIRIR”

Geçen yıl bir veda gecesi tertipleyerek bundan sonra sadece ayda yılda bir sahnede görüneceğini belirten eski Türk tiyatrosunun yaşayan en büyük ustası İsmail Dümbüllü bu kararını değiştirdi ve eskiden olduğu gibi muntazam temsiller vermeye başladı. Şimdi İstanbul’un yazlık bahçelerinde halkı kırıp geçiren İsmail Dümbüllü, “Sahne benim 55 yıllık arkadaşım, dostum, yar-ı vefakarım… Bizi birbirimizden ancak ölüm ayırabilir.” diyor.

“İsmail Dümbüllü sahneye dönüyor.”

Bu ne demektir, bilir misiniz? Orta oyunu ölmeyecek demektir! Tuluat dediğimiz tiyatro türü, mazinin karanlıklarından doğrulup ses verecek demektir. Kel Hasan’a, Kavuklu Hamdi’ye, Naşit’e ve diğer eski çağ ustalarına yetişemeyenler bu tür oyunları, bu türün yaşayan en büyük ustasından tekrar seyretmek imkanına kavuşacaklar demektir…

Bundan 55 yıl kadar önce Üsküdar Dülküşah Tiyatrosu’nda, Kel Hasan’ın kumpanyasında sahneye adımını atan Dümbüllü İsmayıl Efendi yarım asırdan fazla sahnede kalmış, başarıdan başarıya koşmuş. Ta geçen yıla kadar… 1968’de 55 koca yılın o dayanılmaz yorgunluğu gelip omuzlarına çöreklenivermiş, ikide bir sıkıştıran kalp hastalığı da buna eklenince yakınları, “İsmayıl Efendi, yeter artık… Biraz da dinlen.” demişler.

Gelin bundan sonrasını Dümbüllü’den dinleyelim. Bakalım ondan sonra neler neler olmuş:

 “Ondan sona beyefendi, jübile tertiple dediler. Ankara’ya gittim, İstanbul’a geldim. Bir gece tertipledik ama bu ‘jübile’ değil, veda gecesiydi. Malumu ihsanınız jübilede her şey meccanidir. Halbuki biz vergimizi verdik, vesaireyi verdik beyefendi. Neyse uzatmayayım, o gece Vasfi Rıza Bey başıma çelenk takarken halk, ‘Dümbüllü bırakma.’ diye bağırmaya başladı. Ben de söz verdim. ‘Mektup aldım, telgraf aldım. Onlar da (Bırakma) diyorlar. Şimdi siz de aynı arzuyu izhar ediyorsunuz. “Pekala, arada bir görünürüm yine.” dedim. Bu sene 10 gün Adana’da oynadık. Şimdi de İstanbul’da çeşitli bahçelerde tuluat komedisi oynayacağız. Sizin anlayacağınız beni bundan sonra sahneden ancak ölüm ayırır…”

Görüldüğü gibi Dümbüllü’nün şansı burada da kendini göstermiş. O jübile yapmaya niyetlenmiş, tertiplenen gece bir “Veda Gecesi” olmuş. Tam ‘veda ederken’ bu defa da halk yakasını bırakmamış. Ama niyete bakın siz! İsmail Dümbüllü geçen yıl sahneyi terk kararını vermiş midir, vermemiş midir? Verdiğine göre öyleyse niye yeniden sahneye dönmüştür?

SAHNEYE DÖNÜŞÜN GERÇEK SEBEPLERİ

Dümbüllü 55 yıl yediden yetmişe neşe dağıtmıştır insanlara. Yaptığı işin zirvesine ulaşmış, ismini tiyatro tarihine altın harflerle yazdırmıştır. Buna karşılık nedir elinde kalan? 14 odalı, konak yavrusu bahçe içindeki büyük evi elinden çıkmıştır. Bunun parasıyla Fatih’te aldığı katı, iki kızından büyüğünü evlendirirken satmış ve paranın tamamını kızının mürüvveti için sarf etmiştir. Hayatı boyunca ne hanımının, ne de iki kızının bir dediğini iki etmemiş, varını yoğunu evi ve ailesi için harcamıştır. Bugün elinde Kızıltoprak’taki katından başka hiç bir dünyalığı yoktur. Dümbüllü’nün tekrar sahneye dönmesinde şüphesiz veda gecesinde, “Bırakma” diye tezahürat yapan halkın ısrarının tesiri vardır, arkadaşlarının, tiyatrocuların tesiri vardır. Ama gerçek sebep şüphesiz yukarıda anlattıklarımızdır, ‘maddi imkansızlık’ tır. Diğerleri birer halka olup bu ana halkaya takılmış, böylece meydana gelen sebepler zinciri de Dümbüllü’yü tekrar 55 yıllık dostuna, yar-ı vefakarına, yani sahneye itmiştir.

DÜMBÜLLÜ ANLATIYOR

İsmail Dümbüllü giyinişiyle, oturuşuyla, konuşmasıyla, gezişiyle tam bir halk adamı… Bol paçalı pantolonlar, geniş yakalı ceketler giyiyor. Yıllardan beri Hocapaşa camisinin yanındaki kahveye gidip arkadaşlarıyla buluşmayı adet haline getirmiş. Konuşuyorlar, şakalaşıyorlar. Arada bir hep birlikte ‘Gülhane Parkı’na uzanıyorlar.

Biz, kendisini Gülhane Parkı’ndaki havuzlu kahvede bulduk. Orada uzun uzun konuştuk. Dümbüllü o hikâyelerde, romanlarda geçen, dillere destan ‘Eski İstanbul Efendisi’ nin az terkipli, az samimi, çok sıcak cümleleriyle konuşuyor. Arada bir gözleri dalıyor, anıları gerilere gidiyor ve Dümbüllü bir sis perdesini aralayıp eski Direklerarası âlemlerinden, Kısıklı bahçelerinden, yandan çarklı vapurlardan, atlı tramvaylardan bahsediyor. Söze, “Beyefendi, malumu aliniz, malumu ihsanınız.” şeklinde başlıyor, sonra günümüze geliyor. Bu yıl muhtelif bahçelerde çalışacaklarını söylüyor. “Yeni ekibinizde kimler var?” deyince 

 “Arz edeyim beyefendi. Ses Tiyatrosu Müdürü artist Hüseyin Efendi. Vodvil artistlerinden İsmail Çiğdem, komedyen Bahattin Geçgel, İskender Gülonar, Şefkat. Bir hanım daha var, ama onu yeni aldım. İsmini derhatır edemedim beyefendi.”

 “Peki ya oyunlarınız?”

 “Arz edeyim beyefendi. Malumualiniz orta oyunu birçok şey ister. Kalabalık kadro ister, ‘Yeni Dünya’ ister, davul vs. ister. Onun için biz tuluat komedileri oynayacağız. 3 oyun hazırladık. ‘Van Gölü’, ‘Mürebbiye’ ve ‘Kılıbıklar’. Zaten bu oyunlarla yazı çıkarırız. Şimdi havaların güzelliğinden bilistifade arkadaşlarla buluşuyoruz. Kâh Kısıklı’ya, kâh Boğaz’a, kâh sahil yoluna uzanıyoruz. Hem dinleniyoruz, hem prova yapıyoruz.”

O sırada yanımızdaki arkadaşları da kendi aralarında konuşuyorlar. Biri, ‘Adalardan’ bahsediyor. Mümbüllü bu. Hiç ‘Açmaz’ bulur da kaçırır mı?

“Seninki de akıl mıdır yani bey bilader.” diyor. “Yaz geldi, tam işler açıldı, sen buralarda mı sürtüyorsun hala. Al semerini, git Ada’ya.”

Arkadaşı da artist. O da taşı gediğine koyuyor:

“Adaya değil ama Moda’ya niyetim var.”

“O, eskidendi mirim, o eskidendi. Senin modan geçti artık. Seni bundan sonra ancak Ada paklar, Ada!”

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.