İSMAİL DÜMBÜLLÜ , 50. SANAT YILINI KUTLUYOR
Seyirciyi güldürmek, ağlatmaktan daha güçtür. Bu kanaat Tiyatro Sanatçıları arasında umumidir. Hele Türk Tiyatrosunun, tazimattan bu yana kazandığı <Tuluat> formu başlı başına bir hüner ve kabiliyet işidir.
Batılıların müzikte “emprovizasyon” (Doğuştan çalış, irticalen çalış) dedikleri, Türk müziğinde “Taksim” ve “Gazel” gibi, bir
Enstrümantal, öbürü vokal tarzın bir benzeridir. Batıdaki irticali icraat Doğudakine nispetle daha metotlu ve daha kaidelere riayetkâr olmakla beraber, neticede doğuştan, içten geldiği gibi çalmaktır ve benzer noktaları pek çoktur.
Türk sanatında ise bu hatırsızdık, hemen orada sahnede söyletiveren bir cümle yahut içine düşülen “Açmaz” dan sıyrılıvermek, Batı tiyatrolarında görülmeyen, Türk sahne sanatkarlarına has bir meziyettir.
Karagöz, Meddah ve Orta Oyunu gibi temasa sanatına ilaveten on dokuzuncu asrın sonları ile yirminci asrın başları Türk sahnesine bir “tulûat” bölümü kazandıran sanatçıların birbirini ardına yaşadığı ve unutulmaz isimler bıraktığı bir devirdir.
Bugün bu sanatçıların sonuncusu, samimiyetle uzun ömür dilediğimiz İsmail Dümbüllü’dür.
Bine yakın eseri zihnine nakşeden sanatçı, Tulûat, fıtri kabiliyet, o nispetle de sanat, bizimki gibi sanat sevgisi isteyen bir iştir. Yazarı belli, adı belli, dünyanın her tarafında aynı dekor ve kostümlerle oynanan, hatta rejisörler tarafından oyunculara aynı karakter ve hareketleri belletilen tiyatro eserleri vardır. Böylelerini de oynadık. Fakat Tulûat bambaşkadır. Oynaya oynaya eser artık zihinlerimizde perçinleşmiştir, üç beş arkadaş bir araya gelir, konuyu şöyle bir hatırlarız, acemilere de anlatırız, olur biter.
Bundan sonra koz sahnede, seyircinin gözü önünde paylaşılır. Karşılıklı laflarla, tekerlemelerle ve açmazlarla birbirimizi
Hırpalarız, adeta espri yapmaya zorlarız. Açmaza düşmek, cevabı hemen yapıştırmamak yoktur. Espriyi yaparken seyirci, ki biz ona” Halk” deriz, çok mühimdir. Halkın seviyesine göre oyun oynarız. Samatyada Madam Hayganuş veya Marika’nın güldüğüne, Kadıköy’deki Tanju, Serpil veya Bir içim hanım kızlarımız gülmez. Tahtakale’de Tank Hilmi, Doğrama Rüstem ise başka şeyler bekler bizden.
Elli senedir sahnedeyim. Evet, tam yarım asır. Bu münasebetle bir 50. Sanat Yılı Gecesi tertipledim. Bazı üç beş senelik
Sanatkârlar gibi bu geceye jübile demiyorum. Elden ayaktan düşmedim hamdolsun. Jübile, artık çalışmaz hale gelenler için kendisini sevenler tarafından tertiplenir ve üç beş kuruşluk menfaat sağlanır. Jübilesi tertiplenenler de turşu gibi bir kenarda oturup seyreder. Ben, Türk Tulûatına elli yıl emeği geçmiş bir insan olmam ve bizi hatırlayacak bir teşekkülden resmi bir
Himayeden mahrum bulunmam sebebiyle kendi kendime arkada bıraktığım yılları kutluyorum. O geceye geleceklere eğlenceli saatler geçirtmek istiyorum, hepsi bu.
Efendim ben doğma büyüme Üsküdarlıyım. Selmanağa mahallesinde doğmuşum. Validem Fatma Azize, sizlere ömür geçen sene vefat etti. Pederim, Sultan Abdülhamid’ in silah sörlerindendi. Abidin efendi. Validemle aralarında bir anlaşmazlık zahur etmiş, ben iki yaşımdayken ayrılmışlar. Sonra validem, Şirket-i Hayriye memurlarından Üsküdarlı Şişman Hakkı namı ile maruf bir zata varmış. Bu adam bana üvey babalık etmedi. Allah rahmet eylesin, ilk tahsilimi Üsküdar ‘da, Karagazi okulunda,
Rüştiye tahsilimi ise önceleri Ravza-i Terrakki’de (Burhan Felek de oradan mezundur) sonra Toptaşı Askeri Rüştiyesinde yaptım. Mektebin iki kapsı vardı. Ön taraftan mezunlar, arka kapıdan da tekaütler çıkardı. Ben üç sene okuduktan sonra tekaüden ayrıldım. Aklım Arapçaya, Farsçaya bir türlü ermedi ne yapayım…
On üç yaşımdayken o zaman Şevkiye May’ın babası Komik Şevki beyin (Şevki Şakrak değil ) yanına girdim. Karagöz
Hüseyin, Cevdet, Ahmet Feyzi, Komik hüsnü efendi, Kömürcü Ziya, Çolak İbrahim, Polis Atıf, Komik Alimet’le beraber orada bir müddet çalıştım, sonra Şevki bey Hasan efendinin tiyatrosuna girdi ( Meşhur Kel Hasan ) Benim de bütün arzum Kel Hasan’la birlikte oynamaktı. Şevki bey benden bahsetmiş, kabul etmişler. Kürklü Kâmil, Komik Ali Rıza ve Hasan beylerle orada tam 27 sene oynadım. İsmet Paşa’nın kardeşi Rıza beyin ve oğlu Ömer’in sünnetinde beni çağırdılar. Rıza beyin sünnet düğününde çocuk yaşta idim. İsmet Paşa bilhassa merhum valideleri beni pek severlerdi. Atatürk’ ün huzurunda Büyükdere’ de Necmettin Molla’nın köşkünde oynadım. Sakıtlar da beni ara sıra seyretmişlerdir. Cemal Paşa, Erzurum kumandanken mahfilde iki gece oyunumuza şeref vermişlerdi.
Bize, muhavere komiği de denir. Sahnede saatlerce Hasan Efendi, Naşit gibi ustalarla mecelleşir, sonra onların elini öperdik. Şimdi önüne gelen artist. Bizim tarzımızda bir sanatçı yetişmiyor. Heves yok… Kimse gelip öğrenmek hevesinde değil. Hükümetin müzahir olması elimizden tutması hatta Konservatuarda bir “Tulûat Bölümü” kurması lazım. Ben geldim, gidiyorum. Birçok dertlerimiz var. Üçümüz, beşimiz bir araya toplanarak çalışır, sonra birinci sınıf sanatkâr adı ile vergi veririz. Bu yüzden elli yıldır, ancak başımızı sokacak bir eve sahibi olabildim, hepsi o kadar.
Bütün temsillerimde beraber oynadığım Tevfik İnce ile tam 40 senedir arkadaşız. Bizi ancak ölüm ayırabilir.
Yazının sonu acıklı bitmesin diye bir şey anlatayım:
Geçen sene istirahatliydim, evde oturuyordum, saat de on ikiye geliyor. Nerede ise yatağa gireceğim, zır telefon, açtım.
Bir erkek sesi:
“Alo!…”
“Alo!…”
“İsmail Dümbüllü Bey siz misiniz?”
“Evet efendim, bendenizim, buyurun!”
“Affedersiniz, bir şey soracağım, Toto oynuyor musunuz İsmail Bey?”
“Saat kaç evladım?”
“On ikiye on var.”
“Bu saatte Toto oynanmaz evladım.”
“Ya ne oynanır efendim?”
“Kaptıkaçtı oynanır yavrum…”
“Kapattı telefonu…