Desem ki ben bu evden bir sabah gitsem.
Diyorum ki ben bu evden bir akşam gidiyorum.
Dedim ki ben bu evden bir gece gittim.
…
Karşımdasın,
İşte fotoğraflara meydan okuyan o kımıldamaz duruşun!
İşte beni saçlarımdan tutuşturan yangınlardan türetilmiş gözlerin!
İşte saçların, ekseriyetle kirpiklerin, mütemadiyen dudakların…
Kanımın içinde haksız isyanlar başlatan ayak seslerin.
İşte şimdi büyük bir tablo düşer bu duvardan.
…
“Bir tek dileğim var…”
İllegal olmasın göz kapaklarını kapattığını düşlemek gündüzleri!
Saçlarından atlasaydım, irtifa kaybından ölebilirdim.
Saçlarından atlamasaydım, sakalı kırık beyaza çalan bir soytarı daha dişlerinin arasında kalan kavruk kahkahalardan tükürebilirdi yüzüme.
Zaman üzerine söylenen hiçbir söze inanmadım, külliyen palavraydı.
Belki de suçu yoktu yalnız kalanların ve Allah’a inananların.
İşte şimdi saçların da kalsın…
Biz haritalardaki bütün okyanusları içelim bu gece.
….
Sen kırmızı adına yemin etmiştin, ağustos başıydı.
Ben küserim sandım yaz akşamlarına,
Küsmedim ve ağlamadım.
Derimi törpüledim kırmızıyla, üstelik hiç üstelemedim.
Şimdilik cumartesiydi, belki ağustos, kesinlikle kırmızı…
Sen otuz dokuz numaralı evin salonunda şahane bir tabloda asılı kaldın.
Ben zaman üzerine bir şey söyleyemedim.