AYFER
AYFER FERAY… Türk tiyatro ve sinemasının ışıldayan parlak yıldızı… Sahne ve beyazperde alev alev yanar, kavrulurdu o çıkınca… Sıcaklığıyla, enerjisiyle, karizmasıyla, sahne prezansıyla, Allah vergisi yeteneğiyle, muhteşem güzelliğiyle dillere destandı uzun bir dönem…
Girdiği güzellik yarışmasında ikinci seçilip adım atmıştı sanat dünyasına. Tescilli güzeldi sözün özü. O yıllarda çok önemli Dormen Tiyatrosu’nun sahibi ünlü yönetmen Haldun Dormen davet etmişti ışık saçan bu yeteneği sahnesine. Oysa şimdi ne adını bilen var ne de hatırlayıp anan… Çok, çok acı… Tatsız yanı bu bizim mesleğimizin… Hep denir ya “Kuma yazı yazmak gibidir tiyatro.” diye. Kumlarla öpüşen dantel gibi narin, köpüklü bir dalga yeterlidir yazılanları silmeye. Sonuç tüm başarıların, şan şöhretin ilelebet yok olması bir anda…
Aylak Dergisi’ne teşekkür borcum var yeri gelmişken. Unutmamışlar meğer onu… Minnetlerimi sunarım derginin tüm ekibine.
Ayfer Feray… Ruhunu, vicdanını, tertemiz yüreğini sevdiğim; hayranlık duyduğum, güvendiğim can dostumdu o benim. Hep mert, dobra, dümdüz, eğilip bükülmek bilmeyen sağlam karakteri önemli özellikleriydi benim için. Güçlü mü güçlü… Dağ gibi, kaya gibi… Acılarını, hüzünlerini dağıtıp dökmezdi ortaya. Kendi iç dünyasında yaşar, göğüslerdi sorunlarını… Belli etmemeye aşırı çaba harcardı,.. Yakınmazdı hiç. Çelik iradeli ŞAHANE kadın… Sözcükler yetersiz kalıyor onu anlatmaya, ne desem ne söylesem boş. Aktaramıyorum ondaki derinliği, duygu yoğunluğunu sizlere. Gözümde yaşlar, boğazımda bir düğüm eski günleri anarken…
Ayfer Feray… Esmerin en güzeli, boylu poslu, anlı şanlı, alımlı, çekici, asil duruşlu, asil yürekli… Kocaman kara gözlerinin derinliklerinde gizleyip göstermediği acıyı görebilirdim ben o gözlerde kimi kez. Kimi kez de yüreğinin bir köşesine sakladığı çocuk ortaya çıkar “Cee” deyip kaçardı.
Oynadığı karakterler kazınırdı belleklere… Yedi Kocalı Hürmüz, Şahane Züğürtler en sevdiğim, unutamadığın oyunları. Neler neler oynadı, ne karakterlere can verdi sahnede, saymakla bitmez… “Şahane Züğürtler”deki Arşi Düşes rolünde şahaneydi gerçekten Ayfer… Alkışlar dinmek bilmezdi dakikalarca, elinde gitarı davudi sesiyle söylediği Oçiçorniya (Siyah Gözler) şarkısından sonra birinci perde finalinde… Bugün bile yankılanır kulaklarımda sesi .
Korkunç bir haberle donup kaldık günlerden bir gün: Film setinde yanmış Ayfer Feray. Hastahaneden çıkamadı aylarca. Ziyaretçi almadılar önceleri. Bir gün Altan Erbulak gitmiş. Beni de götür, diye yalvardım. Götürdü ertesi gün. Sıkı sıkı uyardı beni odasına girmeden: “Görüntüsü çok, çok kötü. Sakın ola ki yüzünde duygularını belli etmeyesin.” diye. Söz verdim öyle kabul etti beni götürmeyi. Ah kolay değil o kadar… Söz vermekle olmuyor… Girdik içeri. Yatakta simsiyah bir kömür yığını var… Ortasında kor gibi kıpkırmızı iki göz… Korkunç! Dizlerimin bağı çözüldü… İyice sıktım kendimi belli etmemek için. Yıkıldım, yıkılacağım oracığa… Altan’ın koluna sımsıkı sarıldım. O destek olup yukarı doğrulttu beni. Taş gibi bir kalp gerek o hali görüp de haykıra haykıra ağlamamak için… Zeki kadındı Ayfer. Yüzümdeki acıyı gördü, hissetti mutlaka ama hiç belli etmedi. “Hoş geldin.” dedi. Hiç konuşamadım, hiç… Bir şeyler mırıldanmaya çalıştım boğuk boğuk… Titriyordum. Bir kül yumağı var karşımda… Ayna vermiyorlarmış eline… Durumu ancak ziyaretçilerin yüz ifadelerinden hissedip değerlendirebiliyor. Sayın Türker İnanoğlu ve Ayfer’in dostları tedaviye İngiltere’ye yolladılar onu bir süre sonra… Durum ümitsiz, ne olacağı belli değil… Üçüncü derece yanık… Çok metin Ayfer her zamanki gibi… Üç yıl sürdü iyileşmesi… O kadar zordu ki o kömür yığınından yeniden bir insan yaratmak… Oldu, bir mucize gerçekleşti… Azmiyle, iradesiyle sevenlerinin dualarıyla… Bir gün of demedi, hiç şikâyet etmedi. Azimle, sabırla bekledi… Ve döndü aramıza, hayata. Göğsündeki, kollarındaki yaralar hiç geçmedi. Kötü günlerden bir nişane olarak kaldı… Ne gam! Güzel yüzü toparlanmıştı, sevinçliydik…
Dedim ya yakınmazdı Ayfer, dertlerini, kederlerini kendince yaşar; içindeki hüzünleri, kopan kasırgaları kimseye belli etmeden geçiştirmeye çalışırdı…
80’li yıllarda Yeşilçam sarsıldı, krize girdi. Film sektörü karanlığa gömüldü… Tiyatrolar da sallantıda. Film yıldızları, çalışanları işsiz kaldı. Seks filmleri akımı çıktı ortaya birden. Gazino sahnelerinde şarkı söylemeye başladılar ekonomik darboğaz nedeniyle ünlü yıldızlar… Direndi Ayfer uzun süre… En sonunda çıkmak zorunda kaldı o da… Hiç unutmam ilk geceyi. Erkenden gittim gazinoya. Kulisteki odasında yaprak gibi titriyordu Ayferim.. Elinde içki kadehi, adımlayıp duruyordu odayı… Bir o yana, bir bu yana… Şaşırdım, sevmezdi içkiyi. “Bırak onu hemen!” dedim. “İçmezsem çıkamam, cesaret edemem.” diye yanıtladı. İlk ve son kez gördüm ürkek halini o gece… Bilmediği sularda yüzmeye çalışıyordu… Ayfer aynı Ayfer; güzel mi güzel, heybetli, çekici, alımlı… Muhteşem kadın… Dantel, tül karışımı siyah bir tuvalet giymişti payet boncuk işli; çok şık, çok zarifti, nefes kesiciydi görüntüsü. “Yapma, içkili içkili çıkamazsın. Değişen bir şey yok. Sahnedesin gene. Bu kez başarılı bir şarkıcı rolü oynuyorsun.” dedim. Hiç dinlemedi beni. İçkinin cesaret verdiğine inandırmıştı kendini. İçmeden çıkamıyordu… Şarkı söylemek için sahneye çıktığı sürece içti hep. Sonunda taşlar yerine oturdu, sorunlar çözüldü ve indi Ayfer gazino sahnesinden, tiyatrosuna kavuştu. Pat diye bıraktı içki kadehini elinden, bir anda. İlk kez zaaf göstermişti. Çok etkiledi, üzdü o hali beni. Bu olayın dışında hiç ağlamadı, sızlanmadı, kimseye hesap vermedi. Başına buyruk yaşadı. Dimdik yürüdü yaşam yolunda… Tek başına göğüsledi her olumsuzluğu. Çok yakın tanıyanlar hissederlerdi kocaman simsiyah gözlerin derinliklerindeki kaygıyı, hüznü, acıyı zaman zaman… Hastalığını bile son günlerinde açık etti. Her şeyi kendi kendine, içinde yaşadı.
Sevgi doluydu Ayfer… Sevgi zenginiydi… Bir o kadar da özverili… Hep sevdi, çok sevildi… Önceliği, vazgeçilmezi, en büyük tutkusu ailesiydi… Annesi, iki kardeşi, oğlu bir de yeğeni Volkan… Kocaman yüreğinde beslediği sevgiyi cömertçe dağıtırdı… O kapkara, güzel gözler ışıl ışıl parlardı sevdikleri söz konusu olduğunda. Tiyatro sevdası bile bir adım geride kalırdı ailesinden…
Dışarı çıkmayı, gezip eğlenmeyi sevmezdi. Dostlarını evinde toplamaktan hoşlanırdı daha çok. Şahane tanımı çok yakıştı ona… ŞAHANE KADIN, AYFER FERAY!
Sonra bir gün o da atladı beyaz küheylanına aceleyle kaçıp gitti bu dünyadan… Önden giden tüm kadim dostlar gibi…
Seni hep sevdim, çok sevdim, seveceğim güzel dost… Bir muhteşem Ayfer Feray geçti bu dünyadan… Selam olsun…
RUHU ŞAD OLSUN…
Nurlar, ışıklar yağsın üzerine…
Özlemle…
Göksel KORTAY