Derin bir düşüncenin elinden tutmuş,
Yürüyoruz kaba davranan bir mevsimin içinde…
Yağmur yağmış, fırtına vurmuş, dal kırılmış, yol bozulmuş.
Henüz açmamış kayısı çiçekleri,
Bozulmuş tatlı olmayan bir elma şekeri.
Yol aynı yol, pencere aynı pencere, sokak aynı sokak,
Biz içimizden eskimişiz…
Tabanımızda sevdaya yalın ayak yürüdüğümüz yolların nasır tutmuş izleri,
Rüzgârın savurduğu perdeler,
Penceresiz kaldık, çıplak algıladı birileri…
Tanrı’nın yarattığı insanlar bu kadar bozukken,
Aynı Tanrı’nın terazisindeki adalete sonsuz bir inançla bağlanmışız.
Sevdadan dese de birileri, aslında birileri kör etmiş gözlerimizi.
Sevmek inanmak, anlamak var olmak, sevilmek ise canı pahasına.
Dünya; karın tokluğudur doyulur,
Ekmek kavgasıdır bulunur,
Merhamettir gösterilir,
Zamandır geçilir,
Yaradır giderek sarılır,
Halil İbrahim Sofrası’dır serilir,
Sen iyisi mi eğil sevdiğinin kulağına;
Çökmeden gece,
Doğmadan güneş,
Açmadan çilek kokusu,
İntihar etmeden bir yaprak sonbaharda,
İçine attığın duygulara ötenazi hakkı istemeden önce,
Fısılda; onu sevdiğini söyle…