Bir Macbeth değilsem de… Uykuyu öldürdüm ne zamandır! Mecburiyetle seçim arasında; birinden hafif ve diğerinden onurlu bir kıvam tutturdum. Aklımın içindeki yollarda yürüyüp durdum adressiz. Öğeleri kayıp cümlelerle uyandım, geceden kırpabildiğim bölük pörçük uykulardan. Geceleri duvarlara bakarken, ya da seyrederken karanlığı; gün ışığında yanan sözcükler türettim. Bazen ben söylemedim, bazen de kimse beni duymadı…
Buraya geleli çok olmadı. Yeni yeni alışıyorum. En çok, çatı katındaki büyük salonda vakit geçiriyorum. Oturduğum koltuk pencereye dönük. Pervazın aşağısında kalıyor, başımı kaldırınca gökyüzünü görüyorum. Kahvaltıdan artan ekmekleri ıslatıp, cam kenarına diziyorum her sabah. Bu yüzden kumrular penceremden hiç ayrılmıyor. Günlük gazetelerin taze aroması dolduruyor odayı. Elektrikli çay makinesinin kırmızı ışığı, yeşile geçiyor. Gün ışığının canlılığına bakılırsa, öğleye yaklaşıyor olmalı. Babamdan yadigâr cep saatini çıkarıyorum ceketimin cebinden. Saklı bir gururla bakıyorum parlayan çehresine. Pirinçten yapılmış yüzeyini birkaç haftada bir cilalıyorum. El oymalarının ve yivlerin temizliğini yapıyorum ince ince. Yine de aklına estikçe duruyor. Benim gibi.
Altmış beş yaşıma girdiğim yıldı. Gamze, ellilerimde gösterdiğimi söylerdi. Genç karım! Belki de kendini buna inandırmak isterdi ya da beni, bilmiyorum. Yıllarca Almanya’da çalıştım. İlk eşim Şükran’ın ölümünden sonra kalamadım oralarda. Yurda döndüm. Yeniden evlenmek yoktu kafamda. Can dostum Salim’in hanımı aracı oldu tanışmamıza. Önce istemedim. Çok gençti Gamze. Ama rahmetli Salim, aradaki yılların uyumla kapanacağını söyledi. Dinledim onu! Öyle büyük bir sıkıntımız da olmadı. O geceye kadar, ben öyle sanıyormuşum demem daha doğru olur.
-Hadi yatmıyor musun?
-Abim arıyor, sen yat geliyorum birazdan.
Mavili beyazlı nevresimi kaldırıp yatağın içine giriyorum. Nereye koydum şu saati? Son zamanlarda çok arttı bu unutkanlıklar. Önce önemsemedim. Gamze’nin nörolog olan uzak bir akrabasına gittik. Testler, kontroller yaptı, “Sisli Beyin” diye açıkladı yaşadığım durumu. Geçiciymiş…
İçerden sesler geliyor, kalkıyorum. Salona doğru yürürken, Gamze ile abisini duyuyorum…
-Günaydın hayatım, erkencisin.
-Bu sabah öyle oldu.
Eşofmanımın cebinden küçük beyaz bir kâğıt çıkıyor. Açıyorum. Benim yazım;
“Gamze ile abisinin tartışmasını duydun. Eğer bu kâğıdı bulursan…”
İnanamıyorum. Okudukça dün geceye ait bazı görüntüler belirmeye başlıyor. Yatalı yarım saat olmamıştı. Kalktım, salona doğru yürürken biriyle konuştuğunu duydum. Abisiydi.
-Şüphelendi mi?
-Doktor fazlasıyla ikna ediciydi ama huzursuzum.
-Alzheimer olduğu kayıtlara geçseydi, imzası geçersiz olacaktı.
-Haklısın…
-Gençsin, güzelsin. Hem yaşlı hem de bunak bir adamla hayatını tüketmeyeceksin…
Alzheimer’im, artık biliyorum. Ama yeniden unutmadan, ne kadar zamanım var bilmiyorum. Kahvaltımı Gamze’yi kuşkulandırmayacak şekilde yapıp banyoya giriyorum. Çıktığımda Gamze telefonda.
-Anlıyorum Esin Abla ama…
-Tamam, çıkarım birazdan.
Rahat görünmeye çalışıyorum. Gamze telaşlı. Acil çıkması gerektiğini söylüyor. “Bitince hemen gelirim…”
Ardı sıra çıkıyorum evden. Bir taksi çevirip noterin yolunu tutuyorum. Arabamdan oturduğum eve, bankadaki paramdan yazlık eve neyim varsa Türkiye Alzheimer Derneği’ne bağışlıyorum. Sonrasında dernek yetkilileri bağışıma karşılık, kurumun Alzheimer yaşlı bakım evinde süresiz kalmamı sağlayacak sözleşmeyi imzalatıyorlar bana. Evden yalnızca iki takım pijama, birkaç günlük kıyafet ve babamın cep saatini alıyorum yanıma. Ve yeni hayatıma doğru yürüyorum.
Artık daha az uyuyorum. Gün içinde sık sık içim geçtiğinden mi bilmem, uykumu alıyorum. Burada yürüyüş yapıyor, satranç ve briç oynuyor, televizyon izliyoruz. Eşlik ediyoruz notası cilveli hicaz şarkılara. Birimizin aklı gelirken, diğerimizinki gidiyor; akrepsiz ve yelkovansız kuytulara. Birçoğumuz günlük tutuyoruz. Şanslıysak, günlüğümüzü nereye koyduğumuzu unutmuyoruz. Daha şanslıysak, bir günlük tuttuğumuzu da. Az şekerli Türk kahvemi getiriyor oda komşum. Aramızdaki sehpaya, müdüriyetten gizlediğim çifte kavrulmuş lokumu açıyorum. Duvardaki saatlere bakıyorum. Ve kalan zamanımın çabuk erimemesi için, bütün kalbimle dua ediyorum…
“Zaman en iyi yazardır. Her zaman mükemmel sonu yazar.”
(Charlie Chaplin)