AYLAK DERGİ

KUMRU TİBET AYDIN

ÇÜNKÜ BEN, KARTAL’IN KIZIYIM

Sanırım beş ya da altı yaşındaydım. Annem ve küçük ağabeyim Kanat’la Ankara’ya gidiyorduk. O zamanlar ailemizin büyük bölümü Ankara’da olduğu için her fırsatta ya biz giderdik ya da onlar gelirdi. Hepimizin iple çektiği, özlemle beklediği buluşmalardı bunlar. 

            Babam bizi yolcu etmek için istasyona gelmişti. Ailemizin geri kalanına kavuşacağız kavuşmasına ama babamızdan da bir süre ayrı kalacağız diye hepimizde bir burukluk… O’nun mesleğinin cilvesi de buydu işte: Çok yoğun bir tempoda, yeri gelince haftalarca bir gün olsun ara vermeden çalışırdı. Yönetmenin ‘’Ben birkaç gün çalışmayacağım, siz bensiz devam edin’’ deme seçeneği yoktu. 

            Sarıldık, vedalaştık… Trenin kalkmak üzere olduğunu bildiren o uzun mu uzun düdük sesi öterken, annemizin her ihtimale karşı bizi arkadan sıkı sıkı kavrayan ellerinin altında, Kanat’la beraber belimize kadar sarktığımız kompartıman camından babamıza uzun uzun el salladık. 

            Tren yavaş yavaş hareket etti, düdüğünü öttüre öttüre perondan ayrıldı.  Oturup birbirimize baktık. Annem bir espri yaptı, gülüştük. Kanat her zamanki gibi beni neşelendirmeye çalıştı. 

Senelerdir alışmıştık. Bu uzun tren düdükleri, hepimiz için kavuşmaların da vedaların da habercisi idi…

Aradan bir saat kadar zaman geçti… Kompartımanın kapısında inceden inceye bir tıkırtı duyduk. Babamın kapı vuruşu idi bu… Okşar gibi, hafifçe parmaklarını kapının üzerinde gezdirirdi. 

Dönüp şaşkınlıkla birbirimize baktık.

Kapı açıldı ve babam içeri girdi! Bize sürpriz yapmıştı!

Meğerse her şeyi planlamış, bizimle Ankara’ya gidebilmek için bütün işlerini çok önceden ayarlamış!

Babamın kucağına zıplayışım, yanağının o güzel kokusu… O an hissettiğim mutluluk, seneler sonra, şu anda bile karnımda kelebekler uçuşturuyor. 

Babam, canım…

Şu anda en çok istediğim şey, hayat denen bu tren yolculuğunda kompartıman kapısının açılması ve senin içeri girmen. Sana sıkı sıkı sarılmak ve o güzel baba kokunu doya doya içime çekmek…

Ama olmuyor baba… O kapı, hiç açılmıyor…

Trenin düdüğü, sadece ayrılık için ötmüş bu sefer.

Bu yolculuğun durağı da yokmuş, dönüşü de…

Sen gideli neredeyse iki ay oluyor. Bu yaşıma kadar hiç alışık olmadığım, babamsız bir hayata uyandığım sabahlar… Rüyamda seni görürüm umudu ile yatağa koştuğum geceler…

            Aynaya uzun uzun bakıp, gözlerimde seni aradığım ve bulunca sevindiğim dakikalar…

            Sana benzediğim söylendiğinde içimin içime sığmadığı anlar… 

            Zaman hızla akıp geçiyor.

            Ama tren, hiç durmuyor…

Biliyor musun, sevenlerinle kocaman bir aile olduk Baba! Yazdıklarıyla, söyledikleriyle, anlattıklarıyla bizi sımsıkı sardılar, teselli ettiler. 

            Bana sık sık sorulan bir soru var, senin nasıl bir insan olduğun.

 Ah baba, ben bu soruya nasıl cevap vereyim?.. Seni birkaç cümleye nasıl sığdırayım?.. Yaşadıkça, paylaştıkça beni sana hayran bırakan sayısız özelliklerinden hangi birini anlatayım?..

            Herkesin tanıdığı ve bildiği oyuncu, yönetmen, senarist, yapımcı ve daha birçok kıymetli sıfatın sahibi Kartal Tibet. 

Ama benim için, hepsinden önce, Babam Kartal… 

            Bir ömür paylaştık seninle.

            Sen benim kocaman, sağlam çınar ağacımdın.

            Yoruldum, gövdene sırtımı yaslayıp soluklandım…

            Korktum, kovuğunda saklandım…

            Neşelendim, yemyeşil yaprakların arasında dans ettim…

            Üzüldüm, beni saran dallarının arasında gözyaşı döktüm…

            Yıllarca her soruma senin bilge, sevecen, tecrübeli cümlelerinde cevap buldum. 

            En çok seninle güldüm, en çok seni güldürdüm.

            Hayatta iki şeye aşıktın: Ailen ve mesleğin.  Yıllar boyunca birinden birini bir an olsun ihmal etmeden, pamuklara sarıp gözünden bile sakınarak büyütmene hayranlıkla şahit oldum.

            Altına imzanı attığın her işi son derece ciddiye alıp mükemmel olması için çabalamana, mesleğine olan sevgi ve saygına gıpta ettim.

            Gençlere verdiğin desteği, tecrübelerini cömertçe paylaşmanı, onlarla çalışırken işlerinin başarılı olması için onlardan fazla çaba göstermeni alkışladım. 

            Sorunları büyütmemene, hep ileriye bakmana özendim.

            Evine olan sevgini ve o çatı altında bulduğun huzuru gördükçe evime daha çok bağlandım.  

            Gözlemlerinin ve insanlar, durumlar karşısındaki ilk izlenimlerinin her zaman doğru çıkmasına şaşırdım. 

            Aklınla, kalbinle, vicdanınla, derin mizah anlayışınla, bilginle, kültürünle, nezaketinle, sadeliğin ve mütevazılığınla; uzun sözü kısası SENİNLE gurur duydum. 

            Paylaşırken tekrar yaşadığın anılarda, canlandırarak anlattığın fıkralarda, ezberinden dökülen şiirler ve tiyatro tiratlarında hayatı öğrendim, senin müşfik kanatların altında bugünkü Kumru oldum.  Her kuş gibi günü geldi yuvadan uçtum, ama hep yuvada kaldım. 

            Kocaman, sağlam çınar ağacımdın sen benim… Şimdi gökyüzüne, sonsuzluğa ulaştı yaprakların. 

            Di’li geçmiş zaman kullanmak yakışmıyor bize. Çünkü ben hala, her rüzgâr estiğinde, senin yanaklarının o şefkat dolu kokusunu içime çekiyorum. Hışırdayan yapraklar arasında, “Canım Kızım” diyen yumuşacık sesini duyuyorum.

            Baba, ben seni çok özlüyorum…

            On sene kadar önce bir rüya görmüştüm. Sekiz yaşımdayım. Sokakta yürüyorum. Derken bir duvarın üzerinde oturmuş sohbet eden bir grup genç görüyorum. Yanlarına yaklaştığımda, gençlerden birinin babam olduğunu fark ediyorum. Bütün yakışıklılığı ile, genç Kartal karşımda. 

Ben çocuğum, o delikanlı… O anda anlıyorum ki O’nun benim babam, benim de O’nun kızı olmadığım başka bir hayattayız. 

Göz göze geliyoruz. Delikanlı Kartal, bana gülümsüyor. “Adın ne senin?” diyor sıcacık, şefkat dolu bir ses tonuyla… Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor, acaba O da beni tanıdı mı diye düşünüyorum. 

Aynı sıcacık gülümsemeyle karşılık veriyorum: “Kumru”

O çok iyi bildiğim, insanın içine işleyen ifadesiyle gözlerimin içine bakıyor ve “Ne güzel bir isim” diyor. “Kim vermiş bu ismi sana?”

Sesim titreyerek ve gururla “Babam” diyorum.

Tekrar gülümsüyor. Bir an konuşmadan duruyoruz ve her zamanki gibi o sessizlikte birbirimize, birbirimizi anladığımızı anlatıyoruz.

İşte o anda emin oluyorum ki başka bir hayatta da olsak, biz hep birbirimizi tanıyacağız…

Baba…

Yazdıklarımı okumayı çok severdin, biliyorum ki bu satırlar kalbimden çıkar çıkmaz herkesten önce yine sana ulaşıyor.

Sonsuz sevgi ve saygıyla ellerinden öpüyor, sana her şey için teşekkürlerimi sunuyor, ama asla veda etmiyorum. Çınar ağaçları yok olmaz çünkü. Sonsuz olur. Bunu çok iyi biliyorum. Çünkü ben, Kartal’ın kızıyım… 

Babam, gözümün nuru…

Di’li geçmiş zamanlardan uzak mı uzak geniş zamanlarda, bir gün tekrar kavuşabilmek dileği ile…

Kumru Tibet Aydın

                                                                                               Ağustos’2021

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.