AYLAK DERGİ

YOL ARKADAŞI

                          

İri, mavi gözleri boncuk boncuk bana bakıyor. Belli ki korkuyor başına geleceklerden. Kirpikleri özenle yerine bırakılmış gibi, kıvrımları tek tek ayrılmış. Küçük bir kıza göre dönüp bakılası bir güzelliği var. Yaklaştıkça, annesi olduğunu düşündüğüm kadına dikkat ediyorum. Altın saçları omzuna dökülmüş, gözlerini halkalar sarmış. Yorgun gibi bir hali var. Solgun tenine rağmen küçük kızın güzelliğinin nereden geldiğini anlamak zor gelmiyor.

Stetoskobu kulaklarıma getirip yaklaştırırken bakışları daha da tedirginleşiyor, annesinin elini daha sıkı tutuyor.

“Nasılız küçük hanım?”

“Ela’m çok hasta doktor ablası.”

Annesi onun yerine konuşurken o, bakışlarını üzerimden çekmedi. Bulunmak istediği yerde değildi. Tanıdık bakışları Esma’yı hatırlatıyordu bana. İlk görev yerimdeki yol arkadaşım. Saf bir güzelliği vardı. Gözleri Ela’nınki gibi kocaman, masmaviydi. Her zaman hayran hayran dinlerdi beni. Yaşça daha büyüktü Ela’dan. Okul çağlarındaydı. Okula göndermekte gönülsüz olan babasına yardım edip akşam olmadan işleri kolaylaştırdığından ses çıkarmıyordu okul yoluna düşmesine. Eline aldığı her işe kalbindeki tüm sevgiyi veriyor, yaptığı yapacağı her şeyi güzelleştiriyordu.

İlk kışı geçireceğim zaman, “Öyle tek başına olmaz, ben de odunları kesmene yardım ederim.” diyordu, kendinden daha ağır olan baltaya aldırmadan. O hayran bakışları hep üzerimdeydi. Köyde en iyi arkadaşım olmuştu. Benim gibi olmak istiyormuş. Sessizce yardım bekleyenlere yardım eli uzatmak, onlara ses olmak.

“Köy köy gezeceğim doktor abla, doktor kadın değil diye hiçbir çocuk ölmeyecek artık. Kardeşimin kaderini hiçbiri yaşamayacak.” Sözcükler ağzından çıkarken bile gözleri doluyor, yaşından büyük acısını gülerek geçiştiriyordu. 

“Amma da çocuk doğuyor doktor abla, bir bilsen.”

Yorulmak nedir hiç bilmiyor, “Vakit varken koşmalı, koşmalı hiç durmamalı,” diyordu kavruk tenine yakışan kocaman gülümsemesiyle. İki günde bir gelir, okuduklarını anlatırdı. Ben de onunla bilgilerimi paylaşır, yeni yollara girmesinde elinden tutardım. Onunla sohbet etmek, yanımda olduğunu hissetmek, köyde tutunabildiğim tek sığınaktı.

Kocaları izin vermediği için benimle konuşmayan ama meraklı bakışlarını da üzerimden çekemeyen onlarca kadın vardı köyde. Şehirli adetleri edinmesin diye uzak dururlarmış, Esma’dan alırdım haberlerini. Korkuyorlardı, asıp kesen o koca adamlar eşlerinin dünyayı fark edeceklerinden. İsteseler, ah bir bilseler neler yapabilecekler. Hiç muhtaç olmayacaklar. Kendime de kızıyordum çoğu zaman. Onlara yardım etmek için buradaydım, oysa göz teması bile kuramıyordum. Yalnızca hasta olduklarında, kocalarının müsaade ettiği kadar iletişime geçebilirdik. Esma onlardan çok farklıydı. Buraya ait değil gibi. Okumayı, paylaşmayı seviyordu, hepsinden önce yaşamayı seviyordu. Çevresindeki böyle insanlara rağmen üstelik.

Onu daha ileriye taşımak, ufkunu açabilecek yollarda yol arkadaşı olmak istiyordum. Fakat bunu yapamıyordum. Bu düşüncemi yanlış anlayacak onlarca insan vardı, benden tamamen uzaklaştırmalarından korktuğum için öylece durdum.

Bahar kendini iyiden iyiye hissettirirken, okullara da ara verilmiş, Esma gurur belgesiyle, ağzı kulaklarında yanıma gelmişti. Elbette hediyesini es geçmedim. Bütün yaz babasına yardım etmeye devam edecekti ama okumayı da bırakmayacaktı, söz vermişti. 

Bir hafta hiç uğramadı yanıma. İlk defa bu kadar uzun süre gelmemişti. Belli ki babası bütün işleri yıkmıştı üzerine. Fırsat bulduğu ilk anda kaçar gelirdi. Bilirdim ben onu, mutlaka gelirdi. İkinci haftayı bitirirken, duramadım, beklemek artık canımı sıkmaya başlamıştı. Bir tedirginlik sarmıştı vücudumu.  Sabah olduğunda bakkala bir uğramak iyi olurdu, ne de olsa olan bitenden mutlaka haberi olurdu. 

Köyün meydanındaydı bakkal, oraya kadar yürürken tüm köyü görmüş gibiydim, herkes sokaktaydı. İçeri girerken kendimi tutamayıp, 

“Ne bu böyle herkes sokakta?” diyerek şaşkınlığımı gizleyemedim. 

“Senin haberin yok mu doktor abla, Esma dün köyden kaçmış, herkes onu arıyor.” 

“Ne!  Ne kaçması?” 

“Aşağı köyün muhtarı oğluna alacaktı, babası da pek hevesli. Bugün de söz keseceklerdi ama Esma geceden kaçmış.”

Donup kalmama aldırmadan bakkalın kızı anlatmaya devam ediyordu. 

“Babamgile söyleme ama ben olsam ben de kaçardım, evlenmektense.”

Kendini mahkumluktan kurtardığı için sevinmeli miydim, kaybolup gitmesine üzülmeli miydim bilmiyordum. Yalnızca derin bir acı hissediyordum. Sevdiğim birini kaybetmenin acısını. 

Günlerce aradık, jandarmalar, hastaneler, polisler. Ama elimize bir sonuç gelmedi. Annesi artık ölüm yasını tutuyor, ölü bedenine bile kavuşamadım diye ağlıyordu. 

O yıl bitmeden daha fazla duramadım o köyde. Gelmeyecek birini umutla beklemek kadar acısı yoktu. 

Şimdi karşımda duran bu iri mavi gözler, özlediğim eski bir yol arkadaşımı hatırlatıyordu. 

                                                                                                                       DENİZ TOPRAK

Abone Ol

Yeni sayılarımızdan haberdar olmak için
ücretsiz abone olabilirsiniz.