- Bana çocukluğunuzdan, ilk gençliğinizden bahseder misiniz: ebeveynler, ilişkiler, okul …
Sıradan bir öğrenciydim. Çok başarılı değildim, okul ve derslerle ilişkim çok iyi olmadı. Bulunduğum sınıfların hep sonda gelen öğrencilerindendim. Onun dışında öyle etrafı çok geniş bir genç ya da çocuk da değildim. Ekseriyetle tek başıma olmayı severdim. Yalnız yapabileceğim şeylerle meşgul olurdum. Tek kişilik oyunlar ya da kitaplar bilhassa… Ailemle ilişkim fena değildi. Tabi ergenlikte her ergenin yaşadığı ufak tefek çatışmalar olmuştur ama ekseriyetle sıcak ilişkilerimiz vardır kardeşimle, ailemle. Sıradan, gayet standart binlerce insanın yaşadığı gibi bir çocukluk ve gençlik yaşadım. Kendi halinde, çok fark edilmeyen, insanlarla çok iletişim kurmayan, kitaplarla çevrili bir dünyası olan bir öğrenciydim.
- Sizi şiire iten şey ne oldu?
Yani beni herhangi bir şey itmedi açıkçası. Şiir okumayı çok seviyordum bir kere, ilkokuldan beri neredeyse. O zamanlarda tabi kendimce şiir denemeleri yapıyordum ama sonra devam etmedim; lise, üniversite boyunca şiir yazmadım diyebilirim. Fakat şiir okumaya devam ettim tabi. Türkçenin çok güçlü şairleri beni derinden etkilemiştir. Cahit Zarifoğlu, İsmet Özel, Nazım Hikmet gibi şairleri hep okudum, elimden hiç düşürmedim. Aşağı yukarı 30’lu yaşlarımın başında, biraz da bu herhalde içten gelen bir dürtü, kendiliğinden artık oturdu, şiire oturdum diyebilirim. Bu açıdan tasarlanmış, bir şeyin etkisiyle, bir şeyin itmesiyle, tesiriyle olan bir şey değil. Zamanı gelmiş herhalde öyle düşünüyorum. Yeterince şiir okuduktan sonra demek ki bunun vakti saati varmış, o zaman gelince oturdum ve yazmaya başladım. Yani herhangi bir dışsal faktör olmadı.
- İlham size kendiliğinden mi, arayarak mı, yoksa sadece uyuyarak mı geliyor?
Yok, ilhama çok inanmıyorum. İlham derken kastedilen şeyin karşılığı bende çok yok. Daha çok tetikleme var. Ekseriyetle yaşadıklarımı, hatırladıklarımı, tanık olduklarımı yazıyorum ben. Öyküde de öyle denemede de öyle şiirde de öyle. Bunu yaparken de tabi benliğimden yararlanıyorum. Ben geriye dönük yazıyorum. Burada bir şeyin tetiklemesi yetiyor. O şey bir gazete haberi olabilir, televizyonda karşıma çıkan bir şey olur, karşılaştığım bir çocuk olur … Günlük hayatımın olağan akışındaki herhangi bir şey tetikliyor, bu tetiklemenin akabinde de oturuyorum, yazıyorum. Çok fazla zaman ayırmıyorum açıkçası. Bir şiir üzerine günlerce düşündüğümü hiç hatırlamıyorum; başlarım, biter. Bir tetikleyici çağrışım bir şekilde beni, benliğimi bir yolculuğa itiyor. O yolculuk sonunda da benliğimden çekip çıkardıklarımı yazıyorum aslında. Benim için şiir bir açıdan da hafızayla hesaplaşma gibi bir şey.
- Yazmak için koşullarınız var mı? mekân gibi, saat gibi?
Yok, yok. Herhangi bir yerde herhangi bir zamanda herhangi bir şekilde yazarım. Bu bazen yürürken bile olur. Cep telefonumda Drive uygulaması var onu kullanıyorum kâğıt kalemden ziyade uzun yıllardır. Tabi genelde evde vakit geçirdiğim için yazdıklarımın çoğunu evde yazıyorum. Ama illa evde yazmalıyım, yok illa masada yazmalıyım, bir bardak kahve almalıyım gibi ritüellerim hiç olmadı. Yer, zaman, mekân hiç fark etmiyor; yeter ki o an abi ben yazmalıyım diyebileyim.
- Alengirli şiirler kitabınızın kapağında at figürü var. At çok sevdiğim bir hayvan olduğundan fazlaca dikkatimi çekti. At figürünün sizdeki anlamı nedir?
Ben atları çok seviyorum. Bir metafor değil, sahici atları çok seviyorum. Hem duygusal hayvanlar hem asil hayvanlar. Çocukluğumdan beri at gördüm mü bakmaya doyamazdım. O yüzden gerçek bir canlı olarak çok seviyorum atları. Atlara dair şeyler söylemeyi, yazmayı, satır aralarında onlardan bahsetmeyi seviyorum. Bu gerçek bir sevgi; bir metafor değil, mecaz değil.
- Yazmaktan, okumaktan başka tutkularınız var mı?
Ya bir müzem var, Küçük Prens kitapları biriktiriyorum uzun yıllardır. Bu koleksiyon başka koleksiyonların da bir araya gelmesiyle bir müzeye dönüştü. Şu an tabi hayatımın merkezinde o var. Müzede vakit geçirmeyi çok seviyorum. Valla onun dışında yok ya, yine her şey kitaplarla ilgilidir diyebilirim. Tutku noktasında değer verdiğim hemen hemen her şey kitaplarla ilgilidir diyebilirim.
- Günde kaç saat okuyorsunuz?
Maalesef tabi, öğrenci iken bu türden şeyleri yapmak daha kolaydı. Zamanı bölmek mesela; hani şu kadar ders çalışayım, şu kadar kitap okuyayım, şu kadar uyuyayım gibi… Çok mümkün değil, çok yoğun bir temponun içindeyim. Çok fazla dersim var hafta içi, onun dışında müzeye gelenler oluyor onları ağırlıyorum. Hafta sonları imza günleri oluyor, söyleşiler oluyor. Ayırabildiğim kadarını ayırıyorum diyebilirim. Birkaç saat olursa mutlu oluyorum. Ama bazen o kadar ayıramadığım da oluyor. O günü yoğunluğuna ve yorgunluğuna da bağlı. Tabi 20 sene önce daha çok kitap okuyordum, zaman ayırıyordum çok rahat söyleyebilirim bunu.
- Toplumsal ilişkilerinizde çatışan mısınız, uyum sağlayan mı?
Mümkünse muhatap olmamaya çalışırım, mümkünse hiç iletişim kurmamaya çalışırım. Mecbursam da o mecburiyet artık neyin mecburiyetiyse, bir an önce başlasın da bitsin isterim. Çatışmam çünkü çatışmak vakit harcamak demek. Çok uyumlu biri olduğum da söylenemez. O yüzden meselelerin kısa yoldan halline bakarım.
- Ali Lidar deyimi ile: Siz hiç ölmek isteyecek kadar acı çektiniz mi?
Çektiğimi düşündüğüm zamanlar oldu. Ama insan büyüdükçe, yaşlandıkça daha doğrusu üstesinden gelemem ben bunun, ben bunu kaldıramam, bundan daha büyük bir acı yoktur dediği acılardan daha büyüğü olduğunu da görüyor, biliyor. Elbette belli bir yaşa geldik birçok şey gördük ama iyi ama kötü. Bir şekilde ayaktayız yaşamaya devam ediyoruz. Allah beterinden saklasın diyeyim. O noktaya sanırım gelmedim yani.
- Hayatınızda aldığınız en iyi karar?
Aldığım kararlar …Yani düşünüyorum çok iyi yaptım dediğim bir şey yok ya. Bazı şeyler mecburiyet mesela, başka sansım yoktu öğretmen oldum. Çünkü başka bir şey yapamazdım, elimden bir şey gelmiyor. Kitap çıkarma işi benim kararım değildi mesela, Öyle bir hayalim de yoktu, kendiliğinden oldu. Belki müze… Evet, evet müze açmak iyi bir fikirmiş. Çocuklar da onun karşılığını görüyorum çünkü. Küçük Prens Kitap Müzesi açma kararı belki de aldığım en iyi karardır.
- Küçük Prens müzesini açma kararını nasıl verdiniz? Bir ilk özelliği taşıması oldukça onur verici.
Teşekkür ederim, koleksiyon kurulunca zaten sergi açmıştık bazı şehirlerde. O sergilerde gösterilen ilgi aslında bizi biraz da zorladı. Yani bu kitapları sürekli sergilemek, insanlara kitap ihtiyacını anlatmak… Çalıştığım okulda bir bina müze için uygun hale geldi izin verdiler. Sosyal medyada başlattığımız kampanyası ile işin maddi kısmını hallettik. Şartlar olgunlaşınca da müzeyi kurduk. Zaten müze fikri bize koleksiyon boyunca eşlik eden bir fikirdi.
- Çoğu kişi Küçük Prens kitabını da karakterini de çok seviyor. Ama sizde diğer insanlardan daha fazla ya da daha farklı bir etkisi varmış gibi. O etkinin ve sevginin kaynağı nedir?
Anlatılan hikâye, çok değerli bir hikâye. Bir çocuğun gözüyle yetişkinlerin türlü hallerini görmek onlarla hesaplaşırken aynı zamanda kendinle hesaplaşmak. Büyüdükçe aslında neleri yitirdiğimizi yine yalın bir halde görmek. Hem kitaplardaki yoğun metaforların zenginliği hem de dilin basitliği. Pek çok şey aslında benim için Küçük Prens’i özel kılıyor. Bunlar da bir çırpıda aklıma gelenler.
- Müzenin içeriğinden biraz bahseder misiniz okuyucularımıza?
Dil ve kitap müzesi. Elbette başka şeyler de var ama o şeyler; etkinlik alanları, fotoğraf alanları… Bir dil ve kitap müzesi . Bu müzede 400’ün üzerinde dil ve lehçede 2000 üzerinde Küçük Prens kitabı var. Küçük Prens hem dünyada en çok dile çevrilen edebi metin hem de Türkçede benim bildiğim en çok farklı baskısı yapılmış edebi metin. Türkiye’de yapılmış neredeyse tüm baskılar, dünyada da neredeyse bütün dillerde yapılmış baskılar mevcut. Konuşulan diller, ölü diller, yapay diller… İnsanların dil hazinesinin bütün zenginliği aslında burada saklı. Gelenler burada pek çok dille karşılaşabilirler.
- Şu dönemde ziyaret etmek mümkün mü?
Evet, evet. Az evvel bir grup gelmişti zaten özel okuldan. Öğlen yine Mersin’den bir çift arkadaş gelmişti. Hafta içi ben okuldayım, müzede okulda zaten. Dolayısıyla hafta içi gelenler en fazla ben dersteyken belki biraz beklerler, 5-10 dakika. Nihayetinde 9 ila 4 arası hafta içi her gün müzeyi açık tutuyorum, tutmaya çalışıyorum. Dileyen dilediği şekilde gelip ziyaret edebilir.
- Peki Ali Bey, şu anda okuyucularımızla paylaşmak istediğiniz herhangi bir şey üzerinde çalışıyor musunuz?
Öyküler yazıyorum, bayağı bir dosya haline geldi gibi. Tabi onları gözden geçireceğim. Kafamda birkaç öykü daha var. Yani planım, zamanı tabi bilmiyorum ama bundan sonraki kitabımın bir öykü kitabı olması yönünde. Sonra da yine epeydir çeşitli dergilerde yayınlanan ama kitaba sokmadığım bazı şiirler var. Bir de yeni şiirler var. Onlar da zaman içinde belki bir şiir dosyası olur. Yani müteakip olarak önce bir öykü kitabı sonra bir şiir kitabı planım var.
Şimdiden başarılar diliyorum, keyifle okuyacağıma inanıyorum
BİRİNİ SEÇSENİZ
Atay mı Tanpınar* mı?
Çok zor… Çok zor… Ama Tanpınar*
Aşk mı Sevgi* mi? dostluk ya.
İlla birini seçeceksem sevgi diyeyim hadi, daha yakın.
Konuşmak mı Dinlemek mi?
*Yani illa mecbursam dinlemek.
Ferdi Tayfur* mu Orhan Gencebay mı?
*ouh , bu da zor ya . Ferdi Tayfur.
RÖPORTAJ: SU KARATAŞ