1-Yurt içinde ve yurt dışında başarılarla sürdürdüğünüz piyano kariyeriniz ve kazandığınız sayısız yarışmaların ardından, gerçekleştirdiğiniz CD kaydında Bach, Mendelssohn, Chopin, Rahmaninov, Liszt ve Brahms’ın yapıtlarından örnekler yer alıyor. Bu CD’de Mendelssohn’un Op. 14. Rondo Capriccioso başlıklı yapıtında, aynı dönemde Shakespeare’in “Bir Yaz Gecesi Rüyası” adlı eserinden bestelenen uvertürü çağdaştıran bir dil kullanılmış. Franz Liszt de müziğin çıkış noktası olarak, edebi yapıtları ya da tarihi olayları seçmekten hoşlanıyordu. Dante’nin İlahi Komedya’sından yola çıkarak bestelediği yapıtına, Apresun Lecture Du Dante (Dante’yi Okuduktan Sonra) başlığını vermişti. Yüzyıllardır bestecilere ve edebiyatçılara ilham veren klasik müzik ve edebi eserler yolculuğunu nasıl yorumlarsınız?
Sanatın ve yaratıcılığın nasıl bulaşıcı olduğunu gösteriyor bunlar. Bir başka sanatçının ortaya koyduğu eseri deneyimlediğiniz zaman sizdeki bir duygu, deneyim veya fikir uyanıyor, bazen bilinç düzeyinde olmasa bile bir fitil ateşleniyor o anda. Buna kimisi ilham der kimisi farkındalığın farkındalığı veya “ ‘Aha’ yaşantısı” der. İsmini ne koyarsak koyalım bu türden bir ilham sadece bilişsel düzeyde değil mutlaka manevi, ruhani ve bedensel düzeyde yaşanıyor. Yani sarsılıyorsunuz, etkileniyorsunuz ve yenileniyorsunuz. İçinize yeni bir şey karışıyor. Bu “yeni” aslında bir diğer yaratının sizdeki uyumakta olan devi uyandırması gibi bir şey. Dolayısıyla Liszt’in Dante Sonatı’ndan tutun da Chopin’in Liszt’e ithafen büyük ihtimalle kendisinin piyanodaki ustalığından ilham alarak yazdığı Op. 10 Etütlerine kadar bir sanatçılar ve sanatlar arası paslaşma, birleşme ve etkileşim görüyoruz. Sadece edebiyat ve müzik arasında değil, opera, dans, resim ve bunun gibi diğer sanat dalları arasında da hep bu etkileşim yoluyla çığ gibi büyüme ve insanlığın gündelik iletişimlerini fazlasıyla aşan, güçlü ifadelerini oluşturma potansiyeli olmuş.
2-“Roma Uluslararası Piyano Yarışması”nda aldığınız birincilikte, İtalya basını sizin için “piyanonun şeytani meleği” derken, müzik çevrelerinde “Emre Chopin” lakabıyla anılmaktasınız. Müzik hayatınızda Chopin’in ayrı bir yeri olduğunu biliyorum. Müzikal kariyerinizde etkilendiğiniz besteciler ve virtüözler kimlerdir?
İki besteci beni hep fazlasıyla etkiledi: Bach ve Chopin. İkisinin de müziğinde sonsuz detay var ve bu kadar ince ve de bol detay, müziklerinin yalınlığını karmaşıklaştırmak yerine âdeta o yalınlığı besliyor. Bach’ı hep varoluşun ve yaşamın ulvi ifadesinin virtüözü, Chopin’iyse aşkın, sevginin, özlemin ve bunların yaşattığı hüzün, coşku ve duyguların ifadesinin virtüözü olarak gördüm. Yorumculukta ise isimden ziyade farklı farklı icralar beni etkiliyor. Dolayısıyla şu piyanist favorim veya şu kemancı favorim diyemedim hiçbir zaman.
3-Bir sanatçı için konserde icra edilecek eserin hazırlık aşaması inanılmaz çalışma, disiplin ve özveri gerektiriyor. Sanatçı günlerce, haftalarca, aylarca eser üzerinde çalışıp yalnız bir süreçten geçtiği bu dönemin sonunda, ilahi bir güçle seyircisiyle buluşuyor. Sahne hazırlık sürecini ve sonrasını siz nasıl değerlendirirsiniz?
Hazırlık sürecinde hem sabır hem disiplin ve hem de yaratıcılığın beraber barındığı bir denge kurulmadıkça maalesef sahne deneyimi, performans sanatçısını ve dinleyicileri hayal kırıklığına uğratan ve icracı için son derece travmatik olabilen bir deneyime dönüşüyor. Bu noktada her sanatçının hazırlanırken nasıl bir temponun kendisi için en verimli olduğunu deneye yanıla anlaması ve keşfetmesi önemli. Tekrar eden çalışmanın, duyguları köreltme ve yaratıcılık alanını sabote etme gibi riskleri var. Bu yüzden aralar vermek ve eserlere nefes aldırmak çok önemli. Fakat aynı zamanda hâkimiyetin elden gitmemesi için bu verilen araların daha uzun vadedeki çalışma içinde planlanmış ve bilinçli bir şekilde çalışma içine serpiştirilmiş aralar olması lazım. Yani “Biraz ara vereyim, bu eserin ruhu gitti.” deyip o eseri fazlaca uykuya yatırmak da bu sefer teknik olarak verilen emeğin boşa gitmesine yol açabilir. Özetle her sanatçının kendi hızını, dengesini bulması ve sindirmesi çok önemli. Çünkü sanat, sanatçıdan hem yetkin olmayı hem de samimi kalabilmeyi talep ediyor.
4-Klasik müzik sanatıyla ilgilenen insanlar edebiyat, resim, heykel, sinema gibi sanat dallarından etkileniyor ve besleniyor. Sizin varoluşsal ve müzikal sürecinizde etkilendiğiniz edebiyatçılar, yönetmenler ve ressamlar kimlerdir?
Ben daha çok sinemadan etkilendim. Edebiyatta da çok etkilendiğim eserler olsa da müziğime daha çok görselliğin etki ettiğini düşünüyorum. Resimden etkilenmediğimi düşünsem de öğrencilerime verdiğim örneklerde fazlasıyla paralellikler kurduğumu fark ediyorum. Örneğin; resimdeki perspektif çalarken hangi sesi veya melodiyi ön plana aldığınızla paralel. Renk kullanımı da benzer şekilde çalarken hangi pasajı nasıl tınlattığınızla ve bu doğrultuda nasıl seçimler yaptığınızla benzeşiyor. Yönetmenlerden örnek verecek olursam Spielberg’in her ne kadar klişe bulunabilecek düzeyde bir romantizmi olsa da çok samimi ve gerçek hikâyeleri yansıttığını hissederim oldum olası. Tarantino’nunsa sınırları zorlaması, uçlardaki absürtlüğün tadını çıkarması hep bana ilham vermiştir. Aynı zamanda diyaloglarındaki tansiyon ve kişiler arası gerilimi canlı tutuşu da çok çarpıcı. Diyaloglar sırasında bazen insanlar arasında koyduğu mesafe, başlı başına iletişimi diken üstünde tutuyor. Bir başka yönetmen Haneke’nin ise yalınlıkta ve gerçeği olduğu gibi, rahatsız eder derecede bir kurulukta ortaya koyması çok etkileyici. Müzikte de bu yalınlığa çok ihtiyacımız oluyor. Performans sanatçıları alkışlanmanın sarhoşluğuyla anlattıkları hikâyeyi fazlaca kişiselleştirdikleri zaman müziğin evrenselliği sekteye uğruyor. İçselleştirmekle kişiselleştirmek arasında önemli bir nüans olduğunu düşünüyorum. Sadeliği ve müziğe teslim olmayı seçmek ile göstermeyi ve müziği bir hüner olarak benimseyip gösteri yapmayı seçmek çok farklı şeyler. Ve sahne performansında “gösteriş” bir tuzak gibi ifadenin samimiyetini ve yalınlığını gölgeleyebiliyor. Haneke, filmlerine sözü geçen sahnede yer almadıkça müzik bile koymuyor. Yani o sahnede ancak biri çalıyorsa müzik duyuyoruz. Bu çok cesur ve sıra dışı bir seçim. Bir yandan da gerçeğin fazla makyajlanıp gerçekliğinden olmasına bir tepki bence.
5-Sanatınız gereği birçok ülke kültürünü takip ediyorsunuz. Sanatınızın dışında da büyük bir kültürel birikiminizin olduğu biliniyor. Bu çerçeveden bakarsak Türkiye’de klasik müziğin gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz ve Türk dinleyicisini nasıl buluyorsunuz?
Türkiye’de çok büyük yetenekler var. Bu artık Türk sanatçılarının uluslararası yarışmalarda aldığı derecelerle de görünür durumda. Daha da genellersem Türkiye’de klasik müziğin ve aslında tüm sanatsal eğitim ve gelişimin zorlandığı nokta benim gördüğüm kadarıyla doğallık. “Biz de onlar gibi yapalım.” mesajı toplumsal olarak içimize çok fazla işlemiş. Bunu sinemada, filmlerde, dizilerde ve reklamlarda dahi görüyoruz. Doğal bir gelişim sürecini desteklemede eğitimin çok önemli bir rolü var. Eğitimde utandırma ve suçlama ile ilerlemek gelişmekte olan sanatçının kendinden uzaklaşmasına ve “Ancak şöyle olursam geçerliyim.” gibi tehlikeli bir mesajı yutmasına sebep oluyor. Bu yüzden kendini yeterli hissedemeyen sanatçı “gerçek” olamama riski ve tatminsizliğiyle yaşıyor. Bu uğurda kendi gerçeğini değil, daha iddialı ve çarpıcı bir imajı benimseyebiliyor. Bunun panzehiri ise işini severek ve heyecanlanarak yapan ve de empoze etmekten ziyade “aşılamak” hedefli eğitimcilerin olması. Sanatçı yetiştirmek en başta ilham vererek olabilir diye düşünüyorum. En verim aldığım dersler, en verim aldığım öğretmenler bana hep ilham olanlardı. Kısacası atalarımızın dediği gibi “zorla güzellik olmaz”. Sanat da en başta “güzel”in peşinde. “Mükemmel”in veya “doğru”nun değil.
6-Dünyanın en prestijli müzik yarışmalarından 10. Uluslararası Hamamatsu Piyano Yarışması birincisi, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli genç yeteneklerden piyanist Can Çakmur’u küçük yaşlarda piyanoyla tanıştıran ve Türkiye’de hocalığını yapan kişisiniz. Türkiye’de yetişen, müzikal kariyerini yurt dışında sürdürmek isteyen genç sanatçı adaylarına neler söylemek istersiniz?
Adımlarını akıllıca ve sabırla atmalarını tavsiye edebilirim. Neden bunu tavsiye ederim? Çünkü maalesef ben öyle yapmadım. Çok sayıda yanlış adım attım, maymun iştahlılık ve sabırsızlıkla kısa zamanda alabileceğim yollar hep bölündü, dağıldı ve parçalandı. Sabırlı olmak aslında sıkıcı olmak değilmiş. Sadece kendine fazla zaman tanımak, hayallere coşup zamansız büyük hedeflere nişan almak yerine seviyenizle paralel ortamlarda ve sınavlarda olmanız önemli. Gelişim yolundaki her basamağı görüp, bilip ona göre çıkmak lazım.
7-Gestalt kuramını sanatsal ifade ve performans ile birleştirerek “Sanatta Gestalt Yaklaşımı” adı altında bir yöntem geliştirdiniz ve Bilkent Üniversitesi’nde iki yıl boyunca bu alanda ders verdiniz. İngiltere’nin York şehrinde de master düzeyinde “Gestalt Psikoterapisi” üzerine eğitim aldınız. Gestalt kuramını ve Gestalt psikoterapi kuramıyla müzik yapmayı bize anlatır mısınız?
Gestalt çok karmaşık ve insanın bütününe yönelik bir kuram. Zaten bütünden bahsettiğinizde aksi de beklenemez. Her ne kadar karmaşık olsa da, tıpkı doğada olduğu gibi özünde kendiliğindenliği, akışı, büyümeyi ve gelişmeyi hedefliyor. Gestalt kuramındaki “şimdi ve burada” kullanımı aslında geçmişi görmezden gelmek değil, geçmişin şimdide nasıl deneyimlendiğine odaklanmaktır. Şimdi ve burada deneyimlenene odaklanmak bir niyet olmanın yanı sıra aynı zamanda bir pratik. Sosyal koşullanmalarla deneyimimizden ziyade düşüncelerimize ve inançlarımıza odaklanmaya meyilli olabiliyoruz. Başka bir deyişle deneyimimizi düşüncelerimizle değiştirmeye ve şekillendirmeye çalışıyoruz. Bunun fazla katı bir şekilde yapılması deneyimin akışının bozulmasına ve tatmin edici bir kapanışın yaşanmamasına yol açıyor. Bu yüzden Gestalt terapi, deneyim döngüsündeki akışın organizmanın doğasına paralel bir şekilde gelişmesine ve kapanışa ulaşmasına odaklanır. Daha basitçe ifade etmek gerekirse, üzülünce üzülmemek yerine üzüntüsünü yaşamak, var etmek, takip etmek ve ağlamak veya doğamızın gereği ne getiriyorsa tarafsızca kabul edip deneyimin farkındalıkla büyüyüp gelişmesine izin vermeyi içeriyor. Burada sözü geçen farkındalık bilişsel bir farkındalığın ötesinde deneyimi tümüyle kucaklamak şeklinde anlatılabilir. Bu büyümüş ve içi dolmuş deneyimle temas ettiğiniz zaman bir başkasına dokunuşunuz ile engellenmiş, tıkanmış bir deneyimle temas etmeniz çok farklı sonuçlar doğuruyor. Bu “şimdi ve burada, böyleyim” pratiğini hayatınızda yaptıkça müziğe de kendiliğinden karıştığını ve entegre olduğunu görüyorsunuz. Bilinç, bilgi ve inançlarınız amaç olmaktan ziyade bir araca dönüşüyor. Yani bildikleriniz ve fark ettikleriniz deneyiminizi en dolu şekilde yaşamanız yolunda size ışık tutuyor sadece.
RÖPORTAJ: GÜLİN EREN SAYGIN