Bana bunları dedikten sonra döndü yüzünü sanki güneşe döner gibi. Fısıldaştılar belli belirsiz. Öyle kulak kesilmiştim ki hiçbir kelimeyi kaçırmak istemiyordum. Elinde iki zarf gördüm aklı başının, ruhu bedeninin içine sığmayan o meşhur adamın.
Kulağına eğilip: “Sırayla oku” dedi.
Başını salladı alnına koyulan öpücüğü selamlar gibi. Mektupları ellerinin titremesine engel olamadığı için mi yoksa yerine oturana kadar sabredemeyeceği duygusunu anlatmak için mi bilmiyorum göğsüne sıkı sıkı bastırdı. Bir eliyle de boynuna sarılıp, dünyanın en güzel kokusunu içine çektiğini belli edercesine öyle içine çekti ki bunu yapmayı çok sevdiğini anlamak hiç de zor değildi. Gülümsediğinde iyiden iyiye küçülen gözlerini sıkıp bir öpücük daha kondurdu yüzüne ve çıkıp gitti.
İkimiz kalmıştık sarı odanın tam ortasında, ayakta… Gözlerindeki ışıltı biriken gözyaşından mı, mutluluktan mı bugün hâlâ düşünürüm. Başını yana eğip, gözlerini biraz daha büyüterek yalnız olmayı istediğini öyle güzel anlatmıştı ki kalmakta ısrar edemeyeceğimi anlamıştım. Yine de gitmeye hiç niyetim yoktu. Apar topar “tamam ben yan odadayım, sen oku” deyiverdim. İtiraz etmedi. Zarfın içinde ne yazdığını onun kadar merak ettiğimi elbette biliyordu. Yan odaya geçip beklemeye başladım. Zarfı öyle sakin açıyordu ki saatler sürdü sanki. Onun elinin değdiği hiçbir şeye zarar vermek istemediği için bu özeni gösterdiğini biliyordum. Açmadan evvel derin bir iç çekti. Bütün kelimelerin onu mutlu edecek şekilde seçilip yazıldığından öylesine emindi ki… Tek bir bozukluk düştü ahşap zeminin üzerine. Hemen eğilip aldı yerden. Sıkı sıkı kapattı avucunu. Bacaklarını göğsüne çekip, çenesini diz kapaklarına dayayarak açtı zarftan çıkan ikiye katlanmış kâğıdı.
“N’aptı şimdi bu pos bıyık? Deyip anlam veremeyeceksin. Önemli değil. Ne zaman anlamadık ki birbirimizi? En fazla yarım saat sürer. Yalnızken okumayı sevdiğini biliyorum. Yaşayarak, karakterlerin arasında kaybolarak. Bu sebeple seni yalnız bırakmak istedim.
Şimdi kendine büyük kupada sade bir kahve yap ve ben iç diyene kadar içme. Ve bu zarftaki bozuk parayı elinde tut.
15 dakika sonra ikinci zarfı aç lütfen.
Merak uyandıran eylemleri seviyorsun biliyorum”
Kâğıdı kenara bırakıp hızla mutfağa koştu. Bir aralık saatine baktı. “15 dakika” dedi. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sorsam cevap alamayacağımı bilmek beni daha da meraklandırıyordu. Bildiğim tek şey 15 dakikalık bir bekleme süresi olduğuydu. 15 dakika boyunca hiç konuşmadı, yaptığı kahveden tek yudum almadı. Ben de heyecanla bekliyordum. Saatine bakıp: “Tamam!” diye diğer zarfa göre daha heyecanla açtı ikinci zarfı. Yine çekti bacaklarını kendine. Ve sessizlik…
“Bir erkek olarak açıklama vazifeme başlayayım.
İki gün önce atölyeye geldiğinde, telefonumu formata vermem gerektiğini ve nasıl yedekleme yapılacak onca uygulama diye tasalandığımı senin parlak hafızana hatırlatmama gerek yok sanırım. Sen yanımdan ayrıldıktan sonra duygularımızı, anılarımızı, planlarımızı kısacası hayatımızı nasıl dijitalleştirdiğimizi düşündüm ve ürperdim: Ya kırılırsa…
Sana yazdığım kelimeler, övgüler, şiirler kaybolursa
Hafızalarımız balçıklaşır, bulanıklaşır, silinirse.
Pos bıyıklar ağardığında yada ansızın siyahken;
Bakımsızlıktan uçları kıvrılmış yada yeni tıraşlanmışken;
Üzerinde parfümünün kokusu sinmiş yada yeni duştan çıkmışken,
Velhasıl Azrail bir anda geldiğinde kağıt kalem arayacak zaman bulamayacakken
Seni ne kadar çok sevdiğimi kağıda dökeyim istedim.
Çalışırken bedenen ve zihnen, yanımda, arkamda, önümde yol göstericim olduğunda içim ferahlayarak işe nasıl sarıldığımı fark ettiğinde gözünde parlayan haklı gururu ışıltıyı; masa tenisinde hırs yaptığımda avans verirken ki avutulduğunu; anlık yazılan hikâyelerin sonundaki şaşkın tavrını; arayamadığımda yüzündeki liseli kızgınlığını ne kadar sevdiğimi anlatmaya maalesef Türkçem yetmiyor.
Çalışırken “kahven soğuyor” dedikten sonra “gerçi soğuk seviyorsun sen” demeni seviyorum. Şimdi kahveden bir yudum al.”
Gülümseyip bir yudum aldı hiç dokunmadığı kahvesinden. “Soğumuş tabii” dedi mektupla konuşur gibi. Ve okumaya devam etti.
“Aldın mı?
Ne kadar kötü değil mi?
Ben kahveyi soğuk sevmiyorum. Senin elinden çıkanı çabucak bitirmek istemiyorum.
Şimdi elinde tuttuğun bozukluğa da anlam yüklemeye çalışıyorsun, eminim. Seni daha fazla yormayayım. Önümüzdeki hafta cuma öğleden sonrası için yazı-tura atmanı istiyorum. Sonucu bana söyleme. Sırt çantanı hazırla. Motora bindiğimizde kulağıma fısılda. Yazı doğu; tura batı.
Rüzgârı beraber hissedelim, yolun sonuna varma kaygısı yaşamaksızın.”
Gözlerini parlatan o ışıltı yine yerleşmişti işte göz pınarlarına. Bozukluğu dikkatlice yerleştirdi baş parmağının üzerine. Öyle yukarı fırlattı ki kalbinden bir kuş havalandırdı sanki…
Havada yakalayıp iki avcunun arasına sakladı.
Ne geldi, yazı mı tura mı? Diye sordum.
“Bilmem, bakmak için vaktim; çıkmak üzere de muhtemel yollarım var” dedi.
Bir yol hikayesinin içine gireceğimi anladım o an ama oyunun bir parçası olmayı artık ben de seviyordum. Sustum…