BİR TATLI DÜŞ: DEVEKUŞU KABARE
1990’ların başında gazetede bir haber okuyorum:
“Devekuşu Kabare, üç yıl aradan sonra Kandemir Konduk’ un yazdığı “Şuna Buna Dokunduk” oyunuyla perdesini açıyor.”.
Aklıma bir düş kadar uzak şu düşünce düşüyor:
“Keşke bu oyunda ben de oynasam.”
Birkaç gün sonra, telefonla arayan arkadaşım, üst üste birkaç kez yemin ederek, heyecanla bana şunu söylüyor:
“Devekuşu Kabare, genç, yetenekli oyunculara kadrolarında yer vermek isteğindelermiş. Seninle de görüşmek istiyorlarmış.”
Başından beri bunun bir düş olduğunu düşündüğümden, inanmış gibi görünerek yola düşüyorum. Düşüme acılan kapıdan, düşümün geçtiği odaya giriyorum. Beni, Devekuşu Kabare’nin idarecisi Ali Yalaz karşılıyor. Kendisi “gerçek” bir aktör olmasına rağmen ben hala yaşadığımın düş olduğu konusunda inat ediyorum. Ali abi, içinde bulunduğum durumun gerçek olduğuna beni inandırmak için, elime “gerçek” bir oyun teksti tutuşturup “gerçek” bir sandalyeye buyur ederek “gerçek” bir masaya oturtsa da ben, bütün bu olanların bir düş olduğu düşüncesinden gram şaşmıyorum. Gerçekten!
Derken, Nezih Tuncay giriyor odaya. Tam ben bunun bir düş olmadığına emin olmak için kendimi çimdiklemeyi düşünürken Zeki Alasya, onun peşinden de Metin Akpınar gelince, bunun gerçek olduğuna inanarak kendimi çimdikleme fikrinden vazgeçiyorum.
Metin Akpınar, benden oyun metnindeki bazı rolleri şiveleriyle birlikte okumamı İstiyor. Daha önce oynadığım oyunlarda ve T.V skeçlerinde bu şivelerden bolca yaptığım için hiç zorlanmadan okuyorum. Okumam bittikten sonra Metin Akpınar:
“Tamamdır… İdarecimizle para işini konuşun” diyor.
İdareci Ali Yalaz ‘a söylediğim söz bugün gibi aklımda:
“Devekuşu Kabare’de oynayacağım, Zeki Alasya, Metin Akpınar gibi ustalarla aynı sahneyi paylaşacağım, bundan büyük kazanç mı olur. Benim için kaç lira düşünüyorsanız razıyım.”
Devekuşu Kabare’ye kabul ediliyorum. Provaların ardından “Şuna Buna Dokunduk” oyunuyla sahneye çıkıyorum.
Her şeyin düş olduğunu düşünerek başladığım Devekuşu Kabare’deki çalışmalarım gerçeğe dönüştükçe mutlu oluyorum.
Bugün, Devekuşu Kabare’de geçirdiğim yıllara baktığımda tiyatro oyununun yanı sıra, senarist ve oyuncu olarak yer aldığım televizyon dizilerinin hafızamda güzel birer anı olarak yer aldığını görüyorum.
(Dünya Hali, Biz Bize Benzeriz, Zeki Metince, Hastane gibi…)
Peki, 1967’de “Vatan Kurtaran Şaban” oyunuyla açtığı perdesini 1991’in sonlarına doğru kapatan Devekuşu Kabare, aradan 30 yıl geçmesine rağmen, nasıl oluyor da hafızamızdaki tazeliğini koruyor, hayatımıza kattığı renkler solmuyor, bizi neşelendiren o tatlı şakaların sesi kulaklarımızdan, gönlümüzden silinmiyor?
Belli ki kabarenin temeli, topluluğun sanat yöneticisi ve dramaturgu olan usta yazar Haldun Taner tarafından çok sağlam atılmış.
“Kabarenin babası Aristophanes’tir.” diyen Haldun Taner de kabareyi ülkemize getiren, bize tanıtan, bu türün en güzel eserlerini veren kişidir.
Peki, insanımız adını ilk defa duyduğu kabare fikrini neden hemen benimseyip hayatının bir parçası yapıp gişe önünde kuyruğa girecek kadar bu türün tiryakisi olmuştur?
Bunun cevabı yine Haldun Taner’in dâhiyane sentezinde gizlidir.
Haldun Taner, Avrupa’da izlediği kabare tarzını aynen kopyalama kolaycılığına kaçmadan, geleneksel tiyatromuzun zenginlikleriyle (Ortaoyunuyla, tuluatla, meddahla, kantolarla, karagözle…) kaynaştırıp ortaya dâhiyane bir sentez çıkarmıştır.
Böyle olunca, ortaya çıkan kabare, bize özgü olmuş, rengini, sesini, sıcaklığını bizim kültürel zenginliğimizden alarak bize bizi biz gibi anlatmıştır.
Çünkü “Biz Bize Benzeriz”.
Peki, kâğıt üstünde dâhiyane olan bu düşünce, başarı için tek başına yeterli midir? Aynı ölçüde bir başarı da uygulamada gerekmez mi?
İşte işin tam bu noktasında sahneye Metin Akpınar, Zeki Alasya, Ahmet Gülhan gibi üstün yetenekli ustalar çıkmış, bizim insanımızı jestleriyle, mimikleriyle, tavırlarıyla sahneye büyük bir başarıyla taşımışlardır. Kabarenin oyunculuk anlamında öncülüğünü yapan ustalara, zaman içinde kadroya katılan diğer ustaların da katkıları eklenince ortaya tadına doyum olmaz oyunlar çıkmıştır.
Haldun Taner’e ve Devekuşu Kabare efsanesine saygı göstermenin bir diğer yolu da kabare geleneğini elden geldiğince devam ettirmektir. Devekuşu’nun kanatlarının altından yeni yeni kabare tiyatrolarının çıkmasını sağlamaktır.
Ben kendi adıma 2001’de kurduğum “Ali Erdoğan/Kabare Dev Aynası Tiyatrosu” ile 20 yıldır perdemi hiç kapatmadan –kendime ait bir salonum olmamasına rağmen, 14 oyun sergileyerek kabare tarzını devam ettirmek için çaba gösteriyorum. Enerjim, nefesim yettiğince de bu cabayı göstermeye devam edeceğim.
Özetle, Kabare’nin o sıcak düşünün içine girince ondan kolay kolay kopamıyor insan.
Devekuşu Kabare, aklımızda, gözümüzde, gönlümüzde uyanmak istemeyeceğimiz tatlı bir düş olarak kalacak.